HEPİMİZİN DÜNYASI
Evren önündeki tuvale boyamakta olduğu deniz manzarası ve renklerin ahengine dalmış gitmişti. Resim yaparken her zaman dünyayla bağlantıyı koparır ve sakinleşip, iç huzura kavuşurdu. Antalya’nın mavi bayraklı kumsallarını değişik açılardan resmetmekten hiçbir zaman sıkılmayacağını düşünürdü. Beyaz, ince kumaştan, uzun etekli elbisesini giyer, Antalya’nın muhteşem güneşini hafifletmek için geniş kenarlı beyaz şapkasını ve güneş gözlüğünü her zaman takardı. Kumsala giderken plaj şemsiyesi, şövalesi, resim malzemeleri ve katlanır sandalyesi, küçük ama konforlu, doğa dostu arabasının bagajında yerini alırdı.
Kısa bir yolculuk ile kumsala ulaşmak bazen hoşuna gitse de bazen yol boyunca seyrettiği manzaranın tadını biraz daha uzatmak ister, ara yolları seçerdi. Renk renk evler, palmiye ağaçları, muhteşem ağaç ve çiçek kokuları yolda tüm duyularına ziyafet çekerdi.
Deniz, güneş ve kum; Evren’in yaşam enerjisi, ruhunun besiniydi. Her gün ama her gün bu ritüeli yapmak yaşam tarzıydı.
“Biraz mavi, biraz beyaz, şuraya biraz hardal sarısı gerekli, şuraya da tahta bir iskele gerekli…” dedi.
Evren kendi kendine konuşurken. Sonra uzaklardan o ince , tiz çocuk sesini duydu.
- Beyazlı teyze! Beyazlı teyze!
Evren dalmış olduğu diğer dünyasından bu sesle fiziksel dünyaya geri döndü. Sesin geldiği yöne doğru baktı. Fındık Kurdu (bu onun lakabıydı.) Nazlı, yedi yaşında, sarışın, mavi gözlü, cıvıl cıvıl bir kız çocuğuydu. Fındık Kurdu sıcak güneşin altında, boncuk boncuk terlemiş, kumlara bata çıka Evren’e doğru koşuyordu. ”Beyazlı Teyze” Evren’in kumsalda hep karşılaştığı bir grup çocuğun ona taktığı isimdi. Bu yüzden hiçbir şaşkınlık yaşamadan fırçayı ve paletini kenara bırakıp, katlanır sandalyesinden ayağa kalktı. Nazlı, sanki biraz heyecanlı bir şekilde Evren’e sesleniyordu.
“Acaba acil bir durum mu var?” diye kendi kendine mırıldandı Evren.
Bu arada Fındık Kurdu nefes nefese yanına ulaşmıştı. Heyecanla elinden tutup, onu bir yer doğru sürüklüyordu.
“Beyazlı teyze çabuk gel! Balık susamış ve ağlıyor“ dedi.
Bir yandan da eliyle iskelenin arka tarafında duran bir araya toplanmış arkadaşlarının olduğu yeri gösteriyordu.
Evren, bu “rafadan tayfa” elemanlarını iyi tanırdı. Beş çocukta çok zeki ve muzip çocuklardı. Her haftasonu bu sahilde toplanıp, yaz, kış demeden eğlenirler, kendi hayal dünyalarında muziplikler yaparlardı.
Fındık Kurdu elinden çekiştirirken Evren; “Gene ne yaramazlık yaptınız bakayım?” diye hafif tebessümle sordu.
“Sürekli resim boyamak yorucu olduğundan bir müddet ara vermek iyi olacak .” diye düşündü.
“Gidip bakayım bakalım neymiş şu balık?” dedi Nazlı’ya.
İskelenin ayaklarının iki yüz metre ilerisine diğer çocukların toplandığı yere doğru hızla yürüdüler. Evren, çocukların etrafına toplandığı balığı görmek için yaklaşıp, üzerilerinden uzanıp baktığında dehşete düştü. Bu sefer bu tayfa yaramazlık yapmıyordu. Fındık Kurdu haklıydı. Bir balık vardı ortalarında. Bu bir yunus balığıydı. Sahile vurmuştu. Bir buçuk metre boyunda parlak gri-beyaz derisi güneşin altında kurumuştu. Başında sağ gözüne doğru uzanan on santimetrelik bir yarıktan kan sızıyordu. Yaralı yunus balığının gözünden gerçekten yaşlar akıyordu. Tıpkı bir insan gibi inleme sesleri çıkarıyordu. Yunus balıkları insanlar gibi memeli hayvanlardır. Suda yaşadıkları için balık olarak adlandırılırlar. Bu yunus yaralı ve acı içindeydi. Daha kötüsünü büyük bir dalga kıyıya vurup yunusu hafifçe sola doğru çevirdiğinde gördü. Bu yunus balığı hamileydi. Kuyruğuna doğru hafif bir şişkinlik yapan karnını görüyordu. Daha üzücü olanı yavru yunusun çıkacağı yerden çok fazla kan sızıyordu.
Kısa bir süre şok geçiren Evren, emekli biyolog olarak ve yirmi iki sene hastane tecrübesi ile durumun aciliyetini hemen anlamıştı. Derhal kendini topladı. Çocuklardan biri olan, esmer, kırmızı yanaklı gürbüz bir çocuk olan Hakan’a hızlıca gidip plaj çantasını getirmesini söyledi. Etrafına bakınıp bir havlu veya bez aradı. Mevsim sonbaharın ortaları olduğundan denize giren kimse yoktu. Sahil boştu. Havlu bulmak yaz mevsiminde kolay olurdu. Şimdi ise hızlı bir çözüm bulmalıydı. Bir anda eğilip uzun beyaz elbisesinin eteğini yırtmaya başladı. Çocuklar hayretler içinde onu seyrediyordu. Eteğinin büyük bir kısmını uzun bir dikdörtgen olacak şekilde koparmayı başardı. Selim ve Murat’a bu bezi denizde iyice ıslatıp getirmelerini söyledi. Bu sırada yunusun yanına diz çöktü.
“Hişt!, tamam annecik, sorun yok.Sana yardım edeceğiz.“ diyerek yaralı olmayan taraftan yunusun başını okşadı.
Yunus ürkek ve yorgun görünüyordu. İnlemeleri devam ediyordu. Evren’in eli yunusa dokunduğu anda bu anne yunusun muhteşem bir canlı olduğunu anlatan sıcaklığı yüreğinde hissetti. Yaralı olmasına rağmen çok güzeldi. Yaratılmış her canlı gibi gizemli bir mükemmelliği vardı.
Bu arada Murat ve Selim, ıslak bezi zorlukla sahile getirdiler.İki çocuk da aynı boyda, kumral, çelimsizdiler. Eteğinden yırttığı bez ıslanınca bu çocukların zayıf kolları için ağırlaşmıştı. Ama çocuklar sanki her şey buna bağlıymış gibi tüm gayretleriyle ıslak bezi taşıyorlardı. Evren hemen bezi yunusun üstüne örttü. Eski bilgilerini hatırlayarak bu yunus balığının ıslak kalması lazımdı. Olanları izleyen beşinci çocuk Nehir, sanki Evren’in bu düşüncesini anlamış gibi sahilde koşarak uzakta kıyıda gördüğü kenarı kırıldığı için bırakılan eski bir kum kovasını almaya gitti. Kızıl saçlı, beyaz tenli, yeşil gözlü bir kız çocuğu olan Nehir, kırık kovanın ne kadar su taşıyacağına emin değildi. Ama o da bir şeyler yapması gerektiğini biliyordu. ”Büyük bir kova ,en azından yarısına kadar su dolar.Avuçla su taşımaktan iyidir.” diye düşündü Nehir. Deniz kıyısından birkaç adım suya girip, kırık kovayı olduğu kadar doldurup yunusun üstüne su döküyordu. Evren, çevresinde büyük bir gayretle koşuşturan çocukları görünce duygulandı. Bu yunus balığına yardım etmek için, canla başla çalışıyorlardı.
Evren, omzuna dokunan küçük elin temasıyla irkildi. Hakan, plaj çantasını kan ter içinde getirmiş, ona uzatıyordu. Çantayı hemen alıp açtı. İçini biraz karıştırdıktan sonra aradığı şeyi, yani cep telefonunu buldu. Bu akıllı telefonları başarıyla kullanamasa da bu gibi durumlar için iyi olduğunu düşündü. Arama motorundan, hayvan ve doğa koruma gruplarının sitelerine girip ulaşabildiği herkesi aradı. Durumu kısaca anlatıp yardım istedi. Neyse ki bu gruplar ve kurumlar acil durumlar için tedbirli ve hazırlıklıydılar.
Olabilecek en kısa sürede konuma ulaşan veteriner, sağlık ekibi, bilim insanı ve hayvan ambülansından oluşan yaklaşık yirmi kişi sahile gelesiye kadar Evren ve çocuklar ellerinden gelenin en iyisini yaptılar. Profesyoneller gelince onlara yer açıp yunusa müdahale etmeleri için kenara çekildiler. Hepsi bir yumak oluşturup uzaktan, yorgun, ıslak, endişeli ve merakla olanları izlediler. Profesyoneller aralarında kısa kelimelerle konuşuyor, doğal ve pratik hareketler ile yunusa yardım ediyorlardı. Birkaç kişi heyecanla telefon görüşmesi yapıyordu. Bir müddet sonra basın ve yayın organlarından insanlar da sahile geldiler. Şimdi yunusu sedyeye benzeyen ama daha farklı olan bir taşıma aracına alıp ambülansa götürmek için kaldırıyorlardı. Beyaz doktor önlüğü giymiş genç, uzun boylu, kumral kadın veteriner ve yaş almış beyaz kısa saçları dağınık, gözlüklü kısa boylu bir bilim insanı uzakta duran Evren ve çocukların yanına doğru yürüdüler.
Fındık Kurdu hemen öne atıldı ve; “Balık iyi mi doktor abla?“ diye sordu. Veteriner, Fındık Kurdu’nun yanına gelip dağılmış ıslak sarı saçlarını okşadı. Sıcak ve içten bir gülümsemeyle bütün çocuklara kısaca göz gezdirip; “Sizin çabalarınız sayesinde ve bizim özenli bakımımızla iyi olacak inşallah.Hepimiz bu anne yunusa iyi bakacağız.Siz merak etmeyin çocuklar, Evren Hanım’a gelişmeler hakkında telefonla bilgi vereceğiz” dedi.
O ana kadar Evren dışında, yunusun hamile olduğunu anlayamayan çocuklar hayretler içinde şaşkın, kocaman açılmış gözlerle veterinere baktılar. Hakan; “Aa! Balığın bebeği mi olacak?” diye sordu.
Veteriner ablaları çocuklara kısaca yunuslar hakkında bilgi verdi. Bilim insanı, Evren’i başı ile onlara ulaştığı için teşekkür edercesine saygıyla selamladı ve veterinerin sözlerini şöyle tamamladı.
“Evet çocuklar bugün bir can kurtarmak için hatta iki can kurtarmak için çaba sarf ettiniz.Sizi tebrik ediyorum. Muhtemelen bu anne yunus açıklarda, balıkçıların attığı ağlardan kaçarken başını teknenin pervanesine çarpmış. İyi ki bu sahile ulaşabilmiş ve iyi ki siz onu bulmuşsunuz. Sadece insanın değil her canlının hayatı önemlidir.Doğayı ve hayvanları hepimiz korumalıyız. Çünkü bu dünya hepimizin.”