GÜNEŞ GÖZLÜKLÜ ADAM
İzmir Kestelli Yurdu’nda kalırken, başımıza yeni müdür olarak atanan adamı hiç sevmiyordum; kırmızı kravatı, hep yeni takım elbisesi ve gece bile takındığı güneş gözlüğü ile çok sevimsizdi. Sırf bu yüzden, sevmiyordum adamı…
İnanın, üç ay sonra ilk karşılaştığımız âna kadar bana karşı bir kusur işlemedi; bana karşı yüksek sesle konuşmadı, azarlamadı, bir uyarıda bile bulunmadı. Arada bir müdür odasının kapısının önünde durup dikilirken, bir eliyle o ünlü güneş gözlüğünü çıkarır, yatakhanelere doğru; “Susun, gürültü etmeyin!” ve;
“Uyku vakti geldi, ışıkları söndürmeyi unutmayın!” derdi.
Diğer öğrenciler gibi ben de o sözlerinden payıma düşeni alırdım. Niçin sevemedim adamı, niçin sevmiyorum, anlayamadım? Sana ne adamın kırmızı kravatından, güneş gözlüğünden? (Tabii ki kendime diyorum bunu.)
***
O sene Kurban Bayramı tatiline girdik. Üç gün önce başladı bayram tatili, dokuz gün sürecekti. Yurttaki 200 öğrenciden bayram tatilinde evlerine, memleketine gidemeyen 5 kişi kaldık yurtta… Bayram tatilinde yemek çıkmayacaktı; bizim için mutfakta 5 kişilik kumanya hazırlanıyordu. Müdür bu bayramda evine ve memleketine gidemeyen biz o beş kişiyi tek tek makamına çağırdı. Beşimizle de ayrı ayrı görüştü. En son beni çağırmıştı: “Nerelisin sen?” dedi.
- Ispartalıyım, efendim.
– Hımm, baya uzak İzmir’e!
– Evet efendim.
– Bayramda niçin gitmiyorsun memleketine?
– Annemle kız kardeşim köyde yalnız kalıyorlar. Kurban kesemeyeceğiz. Gitsem bile annem benim vardığıma sevinemeyecek; kurban kesemediğimiz için daha çok üzülecek.
– Baban ne iş yapıyor?
– Babamı bir trafik kazasında kaybettik, babamın ölümüyle okul hayatım da sona ermiş görünüyordu ama beni bu yurda ücretsiz aldılar, böylece tahsilime devam etme şansı yakaladım.
– Günlük yol parasıyla cep harçlığını kim veriyor?
– Sizden önceki müdür ayda 30 TL veriyordu.
– Uff, canım yandı, üzdün beni, bana niçin söylemedin?
– Yurtta tek parasız öğrenci benim, bir yanlış adım atmaktan korkuyorum, bu yurt tek şansım benim.
– Kurban kesemediğine üzülse bile annen seni görünce çok mutlu olur. Sana yol parası versem bayramda köyünde olmak ister misin?
– Annem bana dönüş biletini alamaz, dönüş bileti parası da verirseniz giderim.
Kırmızı kravatlı güneş gözlüklü yurt müdürü, kollarını sıvadı; telefonla İzmir Basmane Otogarı’ndan Isparta bileti temin etti. Gidiş dönüş bilet parasından başkaca 50 TL de bayram harçlığı verdi; beni ta otogardan uğurladı. Otobüs kalkana kadar bekledi, otobüs otogardan çıkarken o da o ünlü gözlüğünü çıkarıp bana el salladı.
***
Köyüme vardığımda ilkokul ikiye giden kız kardeşim boğmaca olmuş, durmadan öksürüyordu. Annem doğru dürüst yürüyemiyor, belini tutarak oturup kalkıyordu; acı çektiği suratından belliydi.
– Sana ne oldu anne, beline bir bakayım, yaralı mısın?
– Değil oğlum, yaralı değilim, belim, bacaklarım ağrıyınca zift eritip belime sardım. Zift kendini salınca ağrım sızım kalmayacakmış.
– Hay annem, canım annem, derdine dert eklemişsin, ziftten insana ne fayda gelir? Zift insanın etini bırakana kadar cildini çürütür, yara eder de öyle bırakır, kim verdi bu aklı sana?
– Sorma oğlum, sorma, sen niye geldin, paran pulun var mıydı, nasıl geldin?
***
Evde çay, zeytin, peynir, kahvaltılık namına bir şey yokmuş. Arefe günü annem o haliyle un çorbası yapmaya kalktı. Erkeğim ya, bu manzara karşısında ağlamıyordum:
“Sen otur anne, ben kahvaltılık bir şeyler alıp geleyim.” Kız kardeşime de, “Bakkaldan bir şey ister misin?” diye sordum.
Kızın ciğerleri sökülüyor, ne istesin? Annem söyledi kız kardeşimin ihtiyacını:
“Oğlum, Karaoğlanların bakkal dükkanında “Dover” diye bir öksürük hapı varmış, ondan alıver kız kardeşine… O pahalıysa “Opon” al gel.”
“Peki anne.”
Köyde biraz temiz, biraz düzenli kıyafetimle beni görünce köylüler; “Hoş geldin delikanlı, hoş geldin, maşallah, maşallah!” diyor benimle kocaman adammışım gibi saygılı konuşuyorlardı.
Dover diye bir öksürük hapı varmış bakkalda; 6 TL, almaz mıyım? İki somun ekmeği, yarım kilo zeytin, yarım kilo peynir, 100 gramlık bir paket çay ve 1 kilo da toz şeker satın aldım. Dönüş bilet param cüzdanımda saklı; o adamın harçlık olarak verdiği 50 TL’den 35 TL kaldı.
Kahvaltıdan sonra annem, kız kardeşime Dover’den bir tane yutturdu, biraz sonra kız kardeşimin öksürüğü kesildi, mindere bir uzandı kızcağız, sızdı kaldı. Sabahtan ikindiye kadar uyudu. Arada bir tek tabanca gibi öksürüyordu ama boğulmuyordu. O adamın harçlık olarak verdiği 50 TL’den kalan 35 TL’nin 30 TL’sini anneme bıraktım, üçüncü bayram gününe anca bulabildiğim otobüs biletiyle İzmir’e, yurduma döndüm.
Beni mi bekliyordun be adam, gece yarısı varıp yurdun kapısını çaldığımda, kapıyı kırmızı kravatlı güneş gözlüklü o iyi yürekli yeni müdür açtı.
– Hoş geldin yavru, hoş geldin! Gel, gel, gir içeri!
Bavulumu elimden alıp taşımasına bittim adamın… Müdür odasına aldı beni… Sohbet ettik erkek erkeğe; ama benim erkekliğim, delikanlılığım eridi, yok oldu. Hıçkıra hıçkıra ağladım müdür odasında. Güneş gözlüğünü çıkardı o da gözyaşlarını siliyordu.
Burada edebî uğraş iyi gidiyor, beğendim...