DENEME
Giriş Tarihi : 01-04-2025 19:16

Göz ve Prizma: Gerçekliği Çarpıtan Ara Yüzeyler / Sinem Uğurlar

Yazan: Sinem Uğurlar - GÖZ ve PRİZMA GERÇEKLİĞİ ÇARPITAN ARA YÜZEYLER

Göz ve Prizma: Gerçekliği Çarpıtan Ara Yüzeyler / Sinem Uğurlar

GÖZ ve PRİZMA GERÇEKLİĞİ ÇARPITAN ARA YÜZEYLER

Bir el, bir prizmadan bakar. Arkasında büyük bir anıt, tarihin katmanlarından sıyrılıp önümüze konmuş bir mimari ihtiyaç… Ama bakış düz bir bakış değildir. Araya bir ara yüzey koymuşuzdur: Bir prizma, bir lens, bir pencereden izleyen bir bilinç… Gözlerimizi araya koyduğumuz nesnelere teslim ettiğimizde, onlar bizim görmemiz gerekeni mi gösterir yoksa bizim görmeyi arzuladığımız şeyi mi?

Gerçekliğin kendisini izlemek yerine, onu bozarak izlemek bazen daha caziptir. Dalgaların camdan geçerken kırılması gibi, zihnin de düşünceler arasında kırılarak ilerlemesi bir nevi kaçınılmazlıktır. Fakat buradaki soru şudur: Çarpıtma anlamı çözer mi yoksa onu daha da mi belirsizleştirir?

Post-modern toplum, gerçeklikle kurduğu ilişkiyi prizmatik bir algıya teslim etti. Baktığımız her şey bir ara yüzeyden geçerek çözülmüş, yeniden birleşmiş bir anlam kargaşasına dönüşüyor. Fiziksel bir nesne olan prizma bile, toplumun genel bir epistemolojik sembolü olmuş durumda. Artık gerçekliğin kendisi yerine onun yorumları ile ilgileniyoruz. Medya, sosyal platformlar, yapay zekâ destekli içerikler bizlere gerçeğin özü yerine, bir yansımasını sunuyor. Bizse bu yansımalara tapıyor, orijin olan gerçekliği ise unutuyoruz.

Ama bu kötü bir şey midir? Gerçekliğin fotoğrafını öpmezdim, evet. Onu yüceleştirmezdim de. Bir bütün olarak alınıp, tapılacak bir nesne olarak önümüze konulamaz o. Oysa bir prizma, bir kırılma noktaları dizisi sunar ve görüş alanımıza esneklik kazandırır. Bu, sadece görme yetisini değil, düşünceyi de dönüştüren bir mimari dokunuştur.

Futuristik bir vizyonda, insan zihninin doğrudan veri akışıyla beslenmesi düşünüldüğünde, prizmatik dünya algısı bir ara yüzey olmaktan çıkıp, temel bir varoluş şeklini alabilir. Bizi insan yapan şey, yanılsamalarımızla, bozulmuş perspektiflerimizle var olabilmemizdir. Salt bir gerçekliğın hapsine düşmek mi yoksa onun çoklu anlamları arasında süzülmek mi daha yaşanabilir bir deneyim sunar?

Belki de mesele, bizzat kendimizin de bir prizma olduğumuzu anlamaktadır. Biz de gördüklerimizi büyütür, kırar, eğriltir ve yeniden inşa ederiz. İnsan bilinci, prizmatik bir zihnin oynadığı en sofistike optik illüzyondur. Ve belki de dünyayı doğrudan değil de yanılsamalar aracılığıyla deneyimlemek, en insani olan şeydir.

Gerçek, gözümüzün önünde tüm haşmetiyle dururken bazen ona doğrudan bakmak yerine araya araçlar koyarız. Bir cam küp, bir mercek, bir ekran ya da bir anlatı... Gerçekliği dönüştüren, büken, çarpıtan bu araçlar, onun özünü değiştirmese de algımızı yönlendirir. Bazen bir prizmanın içinde kırılan ışık gibi gerçeği parçalara ayırır bazen de bir aynanın yüzeyinde ona ek katmanlar ekleriz. Peki, bu çarpıtılmış gerçeklik kötü müdür? Mutlak hakikatin peşinde koşarken ona doğrudan temas etmenin tek geçerli yöntem olduğunu kim söyledi?

Algı, insan zihninin en büyüleyici yanılgılarından biridir. Bir şeyi görmek, ona dokunmak, onun içinde var olmak, onu anlamak için yeterli midir? Yoksa gerçeğin yalnızca bir yansımasını mı deneyimliyoruz? Belki de her gördüğümüz, gözlerimizin ve zihnimizin bize sunduğu sınırlı bir fragmandan ibaret. İnsanlar, binlerce yıldır gerçekliği anlama çabasındalar, ancak her yeni bilgi, ona ulaşmak yerine daha da uzaklaştığımızı gösteriyor. Modern çağda, ekranlar aracılığıyla filtrelenmiş bir dünyada yaşıyoruz. Sosyal medya, artırılmış gerçeklik, sanal dünyalar… Artık gerçek, dokunduğumuz bir şey olmaktan çıkıp, anlamlandırdığımız bir simülasyona dönüştü.

Ancak bu simülasyonun kötü olması gerektiğine dair bir kaide yok. Gerçekliği yeniden yorumlamak, ona farklı açılardan bakmak da bir nevi sanattır. Küçük bir küpün içinden baktığında, Ark de Triomphe artık yalnızca bir anıt değil, bir optik illüzyona, bir sanat eserine dönüşür. Perspektifin değiştiğinde anlam da değişir. Tıpkı bir sanatçının fırça darbeleri gibi, gerçekliği dönüştüren her unsur, onu daha karmaşık, daha derin ve belki de daha insani hale getirir.

Ama bazen, saf gerçek orada dururken onun sadece görüntüsüne dokunmak, sadece fotoğrafını öpmek yetmez. Onunla yüzleşmek, çarpık yansımaların ötesine geçmek gerekir. Peki, biz gerçeğin kendisine ne kadar yakınız? Yoksa aramıza koyduğumuz araçlar, ona ulaşmamızın önündeki en büyük engel mi?

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi