GEÇMİŞİN SIRLARI
Yine yoğun bir hastane gününde hastaların raporlarına bakarken çalan telefonumun sesiyle irkildim. Sıkıntıyla puflayınca alnıma düşen saçlarım, saç derimden kopmak istercesine yukarıya doğru uçuştu. Kim olduğuna aldırmadan direk tuşu kaydırıp telefonu açtım.
- Alo!
- Ağabey merhaba, nasılsın?
- İyiyim Tufan, sen nasılsın?
“Ağabey beni iyi dinle: Babam çok hasta, ölecek... Seni son kez görmek istiyor.” dedi Tufan heyecandan titreyen sesiyle.
Gözlerimi kapayıp bir müddet bekledim. Ona hâlâ öfke doluydum.
- Ağabey ne olur Aslı ve benim hatırım için gel.
Her şey benim için öylesine zordu ki! Ama kardeşlerimi de üzmek istemiyordum.
“Sizler benim için çok değerlisiniz, ama o adam benim için zaten öldü; oraya gelmem için bir sebep yok. Kendinize iyi bakın!” deyip hızla telefonu kapattım.
Ellerimin titremesine engel olamayarak ayağa kalkıp pencereyi açtım, serin havayı içime çektim. Sonbahar yüzünü epeydir göstermiş, sararmış yapraklar ağaçlardan dökülüyordu. Mevsimlerin en hastası, en sarısı, en hüzünlüsü... Benim ruhumun timsali sonbahar. Ne çok severim seni…
Benim adım Kerem, otuz yaşındayım ve cerrahım. Baba olarak gördüğüm adam Mardin’in ileri gelenlerindendi. Ben altı yaşında iken asıl babamla annem boşandılar; annem ve ben İstanbul’a yerleşip hayatımıza devam ettik.
Annem büyük bir azimle üniversite sınavına girip hukuk kazandı. Babam hiçbir zaman maddi desteğini bizden esirgemedi. Ara arada beni görmeye geliyordu. Annem hukuk fakültesini bitirir bitirmez savcı olmak için sınavlara girdi ve başarıyla kazandı. Onun azmi gibi bir azimle bu kadar yıllık hayatımda henüz karşılaşmadım. Hayatta başaramayacağı hiçbir şey yoktu fakat gözlerinde son veremediği hüzün dışında. İş hayatında ona “Demir Leydi” derlerdi. Ama gözlerindeki o hüznü görebilen, onun en zayıf yanını fark edebilirdi. Ah geçmiş! babamın gerçek yüzünü öğrenince babamla görüşmeyi kesmiş onu hayatımdan çıkarmıştı. Nasıl mı öğrenmiştim?
Bir gün teyzem bir haftalığına bize gelmişti. Teyzem ev hanımı mutlu bir evliliği vardı, ben o zaman Tıp Fakültesi’nde üçüncü sınıfta okuyordum. O gün erken geldim ve tesadüf eseri teyzem ve annemin konuşmalarıni duydum. Aslında odama geçecektim ama benim adım geçince durdum onları dinledim şok içinde kaldım ve oracığa yığılmamak için kendimi zor tuttum. Duyduklarım beni altüst etmişti. Böyle bir şey olması imkânsızdı, nasıl olur, inanması çok zordu. Benim annem, canım annem neler yaşamış ve benim haberim yoktu. Ya babama ne demeliydi? Melek gibi bir insandı babam, bunları yapmış olamazdı. Kendimi sokağa attım. Nefes alamıyor, boğuluyordum. Kendimi deniz kenarına atınca ancak nefes alabildim. Nefes aldıkça gözyaşlarım çağlayan misali dakikalarca aktı. “Canım annem, benim için bunlara nasıl katlandın? Sen anaların en kutsalı, en anasısın.” diye mırıldandım durdum.
Demek annem bu yüzden babamdan ayrıldı. Babam, anneme zorla sahip olduğu için ben doğmuşum. Ortada hiç görünür bir sebep yokken neden ayrıldılar diye hep düşünürdüm... “Kör Kerem, kör, kör!” diye avazım çıktığı kadar bağırdım. Boğazım yırtılırcasına, ses tellerim koparcasına… Perişan halde eve gelmiştim. Hemen yarın Mardin’e gitmek için bilet aldım ve küçük bir valiz hazırladım. Gitmek üzereyken odama annem gelmişti. Göz göze geldik, ona sarıldım. Sessize ağladım ve ona “Teyzemle konuştuklarınızı duydum” dedim ikimizde ağladık. Sadece “Babamın, sana yaptıklarını... Neden bana hiç anlatmadın? Ben bazen ayrılığınız konusunda seni suçladım. Beni anlıyor musun, beni? Ben, yani senin canın oğlun bir kere bile senin acını anlayamadı. Lanet olsun bana! Böyle evlat olur mu? Keşke beni dünyaya getirmeseydin! Rahmine düştüğüm an beni öldürseydin. Ne diye beni yaşatıp bu cehenneme katlandın, neden?” diye bağırarak ağladım ve bedenime rast gele yumruklar attım, hiç acı duymayarak.
Annem ağlıyor; “Yapma, ne olur yapma!” diye bağırıp bana sarılıyor, bulduğu her bir zerremi öpüyordu. En son bitap düşmüş ve uykuya teslim olmuştuk.
Babamla yüzleşecektim başka çare yoktu, sabahı zor ettim. Uçak, Mardin’e iner inmez soluğu konakta aldım. Herkes kahvaltı sofrasındaydı ve beni görünce beklemiyor olduklarından şaşkındılar. Babam beni görür görmez şaşkınlığından sıyrılıp yerinden hızla kalkıp, "Oğlum, bu ne güzel sürpriz, haber verseydin seni otogardan aldırırdım" diyerek sarılmak için yaklaştığında geri çekilip uzaklaştım. Yüzündeki gülümseme solmuş, çatılı kaslarıyla beni süzerken ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Lâkin öfkeli bakışlarımı yüzüne dikip; “Bir gün kendim ile ilgili gerçeği öğreneceğimi biliyordun, o gün geleceğini tahmin etmiş olman gerekiyordu. Ve işte sürpriz, geldi!" derken kollarımı açarak öfkeyle.
Benim sözlerimden sonra babam ne demek istediğimi anlamıştı, başını eğdi.
“Hadi oğlum, odama gidelim; orada konuşalım daha iyi olacak.”
“Hayır, kardeşlerim de duysun; senin ne rezil bir adam olduğunu, onlarda öğrensin! ‘Rukiye Abla! Sen babamla evlenirken durumu biliyor muydun?’” diye sordum hâlâ babamın gözünün içine bakarken.
O da başını eğdi. Rukiye Abla da her şeyi bilmesine rağmen babamla evlenmişti. Gerçi ne yapsın, durumu iyi değildi? Mecbur evlenmişti babamla işte.
“Ağabey niye bu kadar kızgınsın, ne oldu anlatır mısın bizde öğrenelim?” dedi kardeşim.
“Mendebur kadın, çocuğu babasına düşman etmiş!” dedi, babaannem.
“Babaanne, sakın annemi suçlama! O kadın günahsız biri; o söylemedi başkasından duydum.” diye bağırdım babaanneme…
“Oğlum affet beni, gençlik hatası işte! Anneni çok sevdim, o beni istemedi; gözüm karardı. Yaptım bir hata, şimdiki aklım olsaydı yapar mıydım? Sen doğup belli bir yaşa gelince pişmanlığım daha da arttı. Sırf bu yüzden annenden boşanıp sizi İstanbul’a gönderdim, benden nefret etme diye.”
“Bir insan, böyle bir şeyi nasıl yapar? Bu iğrenç bir şey! Böyle bir durum sonrasında dünyaya gelmek nasıl bir duygu, biliyor musun? Kendimden iğreniyorum ben!” diye ağlayarak yere çöktüm. Avluda herkes ağlıyordu.
“Böyle olmasını istemezdim. Yıllarca vicdan azabı çektim, oğlum; gerçeği öğrenmen beni çok üzdü. Sakın kendinden iğrenme! İğrenmesi gereken biri varsa o da benim, senin suçun yok!”
“Artık senin, Kerem diye bir oğlun yok! Beni unut baba. Dava açacağım ve annemin soyadını alacağım; senin soyadını taşımaktan da senden de utanıyorum. Artık benim babam yok, yok!” diye yumruklarımı sıkarak bağırdım. Telefon sesiyle irkildim etrafa bakındım odamdaydım ve telefon çalışıyordu. Arayan annemdi.
“Güzel yavrum nasılsın?” dedi.
Sesimi ayarlayarak; “Sultanım, güzel anam buyur.” dedim.
“Oğlum, kendini zorlama durumu biliyorum. Baban çok ağırmış, istersen son kez bir gör.” dedi annem çekinerek.
“Ah annem! Hiç istemiyorum ama sadece senin hatırın için gideceğim. Sen yeter ki üzülme!”
Hastaneden izin alıp ilk uçakla Mardin’e gittim. Konak, insanlarla doluydu ve kimselere bakmadan direk babamın odasına çıktım.
Beni görmeyi hiç beklemiyormuş gibi, şaşkınlıktan gözlerini açabildiği kadar açabildi ve yaşlar süzüldü.
Çok yaşlanmış, çok zayıflamıştı. Tüm gücünü toplayıp zorla konuştu:
“Oğlum, gelmene çok sevindim. Bana hâlâ kızgın olduğunu biliyorum, beni affet diyemem ama bu nefretin seni bitirmemesi için beni affet.” dedi.
“Sen benim için çok değerliydin, her zaman kadınlara karşı iyi olmamı öğütlerdin ama anneme yaptıklarını unutmak çok zor. Kaç yıl geçti, hâlâ kalbim ağrıyor ama dayanamadım ve seni görmeye geldim.”
“Ben, sana kırgın değilim; her sözünü de hak ettim. Annen gibi temiz bir insanın hayatını kararttığım için çok pişmanım. Ölmeden geldin ve seni son bir kez daha gördüm ya artık mesut olarak ölebilirim. Kardeşlerin sana emanet, hakkını helal et oğlum!” dedi ve aniden gözlerini kapattı bir daha açmamak üzere.
Babamın kırışık göz kapaklarının altından süzülen yaşlar benim yüreğimin yarasına aktı ve yaktı da yaktı. Hıçkırarak; “Baba, babam!” diye fısıldadım.
Bir daha başını oynatmadı, gözlerini açmadı. Sararmış yüzündeki şekilli, kırışık çizgiler hayatın amansız façasının iziydi. Gözümün görebildiği her çizgi benim ruhumun yarasının çiziğiyle aynıydı sanki. Sevdiğine sarılamamış, öpememiş, okşayamamış olmanın yarasının derin çiziği.
“Hakkım helal sana babam, hakkım helal!” dedim, sararmış ince parmaklarını parmaklarıma geçirip dudaklarıma götürürken.
Yazmış olduğunuz her hikaye kısa olsada çok güzel ve okunmaya değer . Emeğinize sağlık