FARENİN YALNIZLIĞI /2
Her kürek çekişinde daha da akıntısına kapıldığım bir kayıktı düşlerim. Kıyıya varmaya ramak kala azgın dalgalar tekrar olduğum yere döndürüyordu beni. Olduğum yer derken… Neresi orası? Neredeyim ki? Oldum mu ya da? Nedir olmak? Hayallerle gerçeklerin bileşkesinde içimdeki denizin koordinatlarında bir yerlerdeyim.
Bir deniz fenerinin saydamlığında, bir denizkızının yalnızlığında, ağlamaktan gözleri kurumuş bir mürekkep balığının taşkınlığında duruyorum. Olduğum yerlerdeyken sürekli olmak istediğim yerlerin hayalini kuruyorum. İçimdeki seslerin gürültüsünü duyuyorum sağır edercesine. Anlıyorum ki olamadım ben..
Kalmak mı zor, gitmek mi? Vazgeçmek mi zor, ısrar etmek mi? Bilmek mi zor, kör cahillik mi? Sualler mi zor yoksa cevapları vermek mi? Belki de en zoru, cevabını bildiğin soruların yanlış yanıtlarını bile bile işaretlemek…
Hayat bir döngü. Üstüne karbon kâğıdı konarak çoğaltılmış boş bir sayfa. Bütün günler birbirinin kopyası. Fotoğrafların hepsi sıradan, kopya hayatların ucuz ve taklit negatifleri...
Sokağı izliyorum pencere önü çiçeği misali…
Sokakta park edilmiş bir sürü otomobilin keskin geometrik hatlarını süzüyorum. Bütün otomobiller çok yeni çok güzel çok büyük ve çok çoklar… Lakin hepsi birbirine benziyor, hiçbirinde bir farklılık yok. Hepsi de güzel ve yeni ama aynılar. Sanki tek bir tasarımcının elinden çıkmış gibiler. 60’ların 70’lerin o eski ama sıra dışı tasarımları hiçbirinde yok. O modellerin ama iyi ama kötü bir ruhları vardı, bir karakteri vardı. O arabalar “kendi”ydi. Şimdilerde kimse “kendi”olmakla ilgilenmiyor. Hep birbirine benzemeye çalışmak çiğliğinde…
Kadınlar hep çok güzel (!) şimdilerde. Ama dedim ya hep aynılar. Magazin sayfalarını süsleyen kadınların dudakları, gözleri, burunları, yüzleri velhasıl her yerleri aynı. Hepsi estetik ama “kendi” değil.
Bile isteye bir insan nasıl kendinden vazgeçer? Bir öz, bir ruh, bir farkındalık yaratmak isterken farkına varmadan aslında birbirlerinin aynısı olmaya çalışarak daha çok sıradanlaştıklarının yazgısını yaşamak ne acı! Bütün günler birbirinin aynısı olduğu için mi? Boş bir sayfayı doldurmak için mi? Yoksa kürek çekişlerimizin akıntıya derman olamaması gibi mi? İçimdeki seslerin bağırtısını duymazdan gelmek gibi mi? Otomobiller bu yüzden mi artık hep güzel ama aynı. Kadınlar bu yüzden mi artık hep güzel ama aynı.
Televizyon kanalları artık yüzlerce ama hepsi birbirinin aynı. Artık alfabemde 29 harf yok, hepsi birbirinin aynı. Artık sayılarım sonsuz değil, bütün rakamlar aynı. Artık besteler yok, bütün notalar aynı… Artık siyah beyaz filmlerin tam tekmili birden renkli esas kızları, esas oğlanları da yok; bütün filmler hep aynı...
Karbon kâğıdı… Fotokopi… Boş sayfa… Kopya hayaller… “Kendi” olamamanın acınası “Aynı"lığı...
Zaman hapishanesinde hayal kırıklıklarını katletmekten katıksız hücre cezası almış bir hükümlüyüm. Yatarım çok! Lakin artık düşlerim yok. Düşlerimin anaforunda, hakikatlerin metaforunda debelendikçe ebelenen bir kör ebenin saklambacında koşturuyorum. Koştukça kıyıya vuran sonra akıntıdan geri gelen kayığın ta dibindeki açılmış deliğe bakıyorum. Kayık su alıyor, insan da yaş… Olmamış bu kayık tıpkı benim gibi; olamamış. Bir elimle suyu geri boşaltırken diğer elimle kürekleri çekiyorum terin suyun içinde. Sonra anlıyorum ki her şey boş, zira kayığın en dibinde soğuk, ıslak, titrek, ürkek ve yalnız bir fare bana bakıyor ve müstehzi müstehzi gülümsüyor: "Ne kadar çabalasan da ben buradayım ki!" diyor mütekebbir ve müteezzi! "Beni anlamadın galiba, sen ne yaparsan yap ben aşağılarda bir yerlerde o kayığın parçasını kemiriyor olacağım. Sen boşalttıkça suyu, ben daha çok kemireceğim kayık su alsın” diyerekten…
"Neden?" diyorum, "Niye? Görmüyor musun ne kadar çok acı çekiyorum?"
"Ben de çekiyorum" diyor, fare. "Ben yalnızlığımla, aynılığımla, "kendi"liğimle yüzleşmek için yapıyorum bunu. Tamamlandıkça hep eksik kalıyor bir şeyler. Oldukça olurlar büyüyor. Olmak ve ölmek" diyor fare. "Hiç düşündün mü, aynı şey belki de. Hâlbuki biz zıt anlamlı zannediyoruz. Hayatta doğup birçok şey olup sonra da bütün bunların sona ermesine ölüm diyoruz. Oysa ölüm de bir tür 'olmak' Ben senin kayığını kemiriyorum. Çünkü belki de “ölmek”tir asıl "olmak!"
Aynılıktan, kalabalıktan, çokluktan, kesretten çıkmak… Kendi içindeki açmazların saklambacında kendi kendini sobeleyebilmek… Ayrı sayılarla. Ayrı notalarla. Ayrı harflerle. Ayrı otomobillerle. Ayrı ruhlarla. Yolda giderken kokuşmuş karbon kağıtlarının hepsini bir çırpıda tutup atıvermek göğe. O gökten gelen yağmurların gürültüsünde denizde kayık olmak. O kayıkta kendi isteğinle kıyılara vurup sonra yine kendi isteğinle akıntıya kapılıp olduğun yere dönmek. Defalarca “ölüp” defalarca "olmak"
Ve yine defalarca “olup” defalarca yine "ölmek"... Bütün günlerin aynı olsa da bütün hayallerin aynı olmadığı bir paralel evrende “düşleşmek”… Seni şimdi anlıyorum yalnız fare, gerçeklerimizi elimizden alabilirler ama hayallerimizi asla…
***
TRUVA YAYIN GRUBU YOUTUBE KANALIMIZA ABONE OLMAYI UNUTMAYIN...
Logoya tıklayıp Youtube kanalımızı ziyaret edebilir, abone olabilirsiniz.