ENTROPİ VE KIRILGAN DÜNYALARIN KAVŞAĞINDA
Bir bilet alın ve sıra size gelene kadar arkanızdakiyle değil, önünüzdekilerle ilgilenin. Bu bir zevkler bahçesi; size en iyi seyir keyfini sunacak bir tema park... Girerken kimliğinizi bırakın, idealleriniz de kapıda beklesin. Çünkü burada her şey bir tiyatro: sahne sizsiniz, seyirci de siz…
Protestolar, boykotlar, şiddetle desteklenen ve bir sonraki gün terk edilen söylemler...
Her dönemin bir modası vardır. Bir yıl feminist olmak mecburidir, ertesi yıl maskülen enerjiyi kutlamanız gerekir. Sanat üretmek bir suçtur, ta ki devlet fonlarıyla desteklenen bir sirk yaratılıncaya kadar… Gerçek özgürlük, tüketilebildiği kadar gerçektir. Bu çelişki, protesto ve boykotla birleştirildiğinde absürt bir komediye dönüşür.
ENTROPİ: HAK ARAYIŞLARININ TERMODİNAMİĞİ
İçinde bulunduğumuz çağ, mutlak düzenin erozyona uğradığı bir evre. Fizik yasalarına göre entropi, düzensizliğin kaçınılmazlığıdır. Ancak toplumlarda da benzer bir kaotik genişleme yaşanır. Hak arayışları, bireysel özgürlük savaşları ve kolektif isyanlar düzene meydan okur; ama aynı zamanda yeni düzenlerin inşasını zorunlu kılar. Ve her yeni düzen, bir öncekini devirmek üzere yola çıkmışken eninde sonunda devrilmek için var olur.
Tarih boyunca entropinin sanattaki yansıması, kaotik bir yaratım süreciyle şekillendi. Dadaizm tüm normları yerle bir etti ama kısa sürede kendisi de bir norm haline geldi. Punk, düzen karşıtıydı, ta ki modası geçtiğinde kapitalizmin reklam yüzüne dönüşene kadar… Hak arayışları sanatı ateşledi; sanat ise tüketim nesnesine dönüştü. Peki, hangi noktada sanat hâlâ bir hak savunusu olabilir? Ya da sanatı sistemden tamamen bağımsız üretmek mümkün mü?
KENDİNDEN BAŞKASINI ÖTELEME SANATI
Dünyamız kendine bir "the other" yaratmaktan asla yorulmaz. Herkes en az bir defa "ihanet eden" ya da "ihanete uğrayan" olur. Bu sürekli döngüde kendini kahraman gibi görmek yeterlidir, gerisi zaten sosyal medyanın algoritmasına bırakılır.
Kültür endüstrisi, sistemin sürekli yenilediği bir trenddir. 68 kuşağının asi ruhu, bugün tasarımı Apple tarafından yapılan "protesto" tişörtleriyle satılmaktadır. Che Guevara tişörtleri için pazarlandı; Kafka kapitalizmin maskotu oldu; Banksy'nin eserleri için milyonlar harcanıyor. Sanat ve direniş birer tüketim malzemesine dönüştü, ancak bunların hepsi "sisteme başkaldırış" diye sunuluyor.
Gerçek protesto artık kolektif bir şekilde unutuluyor. Boykot dediğiniz şey, beş gün sonra biten bir sosyal medya challenge'ına dönüşüyor.
ENTROPİYİ KABUL ETMEK: DÜNYANIN KIRILGANLIĞIYLA YÜZLEŞMEK
İçinde bulunduğumuz dünya düzeni, kendi içinde bir çelişkiler yumağı. Bireyin hak arayışı, toplumsal bir kırılganlıkla çarpışıyor. Herkes, bir diğerinin ötekisi olmaktan korkuyor ama kendi kimliğini, ancak bir başkasını dışlayarak kurabiliyor.
Sanat bu kaotik döngüde nasıl bir yol açabilir? Belki de sanat, hak arayışlarının sistem tarafından tüketilmesine karşı entropiyi kucaklayan bir bilinç yaratmalı. Yani düzenin yıkımını değil, düzensizliğin kaçınılmaz doğasını kabullenerek ilerlemeli. Kaosun içinde yeni bir anlam arayışına girmeli.
SİSTEME MEYDAN OKUYANLARIN DA SİSTEME DAHİL OLDUĞU BİR DÜNYADA
Bir düşünün: Boykot ettiğiniz bir markanın bir diğer yan kuruluşunu kullanarak protesto hakkınızı sosyal medyada savunuyorsunuz. Tüketmeden var olunamayan bir protesto düzeni içinde, gerçekten sistemin dışında kalmak mümkün mü?
Sanatçılar her zaman söylemlerine uygun yaşamlar sürmüş müdür? Politik olarak "karşı" görünenler, perde arkasında aynı sistemin nimetlerinden faydalanmamış mıdır? En büyük özgürlük savunucuları, en sert sansürleri dayatmış olabilir mi?
ZEVKLER BAHÇESİNDEN ÇIKIŞ
İçeride gerçekleri fark eden var mı? Yoksa herkes, kendi balonunun içinde kendini doğrulamak için mi buraya geldi?
Eğer yanıtınız evetse, kapıyı aralayın ve dışarı çıkın. Ama dikkat edin; çıktığınız anda, en az sizin kadar inançlı bir grup insan, sizi de "the other" yapacak. Ve bu döngü, asla bitmeyecek...