ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 13-08-2022 10:25

Emine

Yazan: Hamdiye Özer - EMİNE

Emine

EMİNE 

Emine namazını bitirmiş, dua ediyordu. Çok üzgündü. Bakışları yatağında her şeyden habersiz pembe bir gül güzelliğinde huzur içinde uyuyan dokuz aylık kızına kaydı. Sanki bir bıçak saplandı tam göğsünün ortasına… Gözlerinden yaşlar aktı yanaklarına… Daha bir içten yalvardı Rabbine: 
“Allah’ım benim kızım çok küçük daha, ben ölürsem ne yapar bu yavru? Kimin eline kalır? Nasıl bir hayatı olur?  Ya diğer çocuklarım? Sürünmezler mi? Rabbim bana biraz daha ömür ver. Sana kurbanlar keseyim. Ömür ver çocuklarımı büyüteyim. Bir de adam hasta, ne yapar bensiz? Nasıl bakar kendine, nasıl sahip çıkar çocuklarıma?”

Gözyaşları içinde duasını tamamladıktan sonra “Amin...” diyerek ellerini yüzüne sürdü, seccadesini toplayıp kaldırdı koydu kenara. Küçük yavrusunu sevgiyle öptü. Gitti salonun ortasında oynayan biri beş, diğeri altı yaşındaki diğer çocuklarının yanına… Doyamıyordu onları seyretmeye. Güzel çocukları vardı. Gürbüz, beyaz tenli, dalgalı saçlı, güzel gözlü, uslu, sorunsuz, mutlu çocuklardı… İkisine de ayrı ayrı sarıldı, öptü, kokladı, kucakladı ve bir süre oynadı onlarla…Sonra eşinin yanına gitti. Zor nefes alıyordu yine eşi. Bir krizin belirtisiydi bu. 
“İğnemi yap.” dedi kocası, “Çabuk ol…”

Çabuk olmaya çalışarak kaynattı enjektörü, yeterince soğuyunca çekti ilacı büyükçe bir iğneye. Kocasının incecik kolunu bir tülbentle sıkıp bağladı. Damarları zaten ortadaydı. Kolaylıkla girdi damara, ağır ağır verdi ilacı… Bu iğne yapma işini sevmezdi hiç. Çünkü iğneyi kendine batırmıştan öte acırdı içi. Bazen de üzüntünün verdiği şaşkınlık ve acı hissiyle damarı hemen bulup giremezdi. Kocası o zaman daha da darlanır, söylenir, hatta bağırırdı. İşte o anlar çok zor gelirdi Emine’ye… İsyan yükselirdi içinden. Hiç hemşire, ya da doktor olmayı düşünmemişti hayatta… Ama, hayat öyle demedi işte. Kocasına ömür boyu hemşirelik ve yarı doktorluk yapacaktı. 
“Nasıl, biraz rahatladın mı canım?”
“Omuzlarımı, sırtımı ovar mısın, çok tutuldu…” dedi kocası. Ovdu Emine. Sonra da yıkılır gibi yatağın kenarına uzandı. İçi geçmişti ki kocası can darlığıyla:
“Çabuk kalk, beni hastaneye götür, dayanamıyorum!” diye haykırdı. Eli, ayağına dolaşarak önce kocasını, sonra da kendini hazırladı, bir taksi çağırdı Emine,
“Acil” demeyi unutmadı. Diğerlerinin büyüğü 6 yaşındaki kızına: 
“Kuzum, kardeşlerine sahip çık, biz hastaneye gideceğiz. Ben geleceğim. Merak etmeyin.” dedi. On gün yattı kocası hastanede. Kabullenmişti Emine. Onların hayatları böyle geçecekti…Bunun çaresi yoktu. Güçlü olmalıydı…

Emine üzgündü, kocası hastaydı yıllardır. Sık sık kriz yaşıyordu. İkide birde hastaneye girip çıkıyorlardı. Şu anda da oturma odasında divanda iki büklüm oturmuş daralan nefesiyle sıkışan göğsünü rahatlatmaya çalışıyordu yine, bir yandan da derin derin inliyordu. Emine üzgün üzgün baktı kocasına keşke elinden daha fazla bir şey gelseydi… İlaçlarını almasına yardım etmiş, iğnesini yapmış ama bir türlü açılmamıştı. Uyuyamayacaktı bu gece yine. Tabii kendisine de uyku yok demekti. Yarın işe nasıl gidebileceğini düşündü. Ders hazırlıkları da istediği gibi olmuyordu. Bir türlü gerektiği kadar zaman ayırmıyordu çünkü. Allahtan bir zamanlar çok okumuştu, oldukça donanımlıydı ama yetmezdi. Sorumluluğu, isteği daha fazlasını gerektiriyordu.

Gece uyuyamazsa, gündüz ders anlatırken sınıfta öyle uykusu geliyordu ki ne yapacağını şaşırıyordu.
Bir süredir Emine’nin sağlığı da bozulmaya başlamıştı. Yemekten sonra mide sıkıntıları, baş dönmesi, halsizlik, kalp çarpıntısı hissetmeye başlamıştı. Sıkıntılarının arttığını hissediyordu.

İyiden iyiye kendini kötü hissetmeye başladı bir zaman sonra. Öğleden hemen sonra ateşi yükseliyor, gece sabahlara kadar devam ediyordu. Eklemleri şişmeye, kemiklerinde çıkıntılar, büyümeler başlamıştı. Her yanı ağrılar içindeydi.

Doktora hastaneye gitti geldi tedavi gördüyse de yarar görmedi. Beş kişilik bir ailenin yükü, ihtiyaçları kendi üstündeydi. Morali de gün günden bozuluyordu. Bunalımın eşiğindeydi. Sonunda yatağa düştü, son olarak gittiği doktor kendisine “artrit” teşhisiyle sıkı bir tedavi uyguladı. Bu kez yataktan hiç kalkamaz oldu. Bir süre sonra da karaciğer dalak büyümesiyle başka bir şehirde araştırma hastanesine yatırıldı. Tetkikler sonucu “siroz” şüphesiyle uzun bir tedavi gördü. Tahlil, tetkik sonuçları güzel çıkmıyordu. Kendi çevresi ümit kesti Emine’den. Doktorlar da hiç umut verici konuşmuyorlardı. Emine iyi değildi ama Allah’tan ümidini hiç kesmiyordu. “Ben dua ettim.” diyordu. “Ne kadar kötü olursam olayım, Allah yaşamamı isterse ben yaşayacağım. Çocuklarımı büyüteceğim. Benim yuvam dağılmayacak. Benim yavru kuşlarım sağa sola dağılmayacak…” diyordu… Hep düşünüyordu. Borçları vardı ve ev ipotekliydi. Darda kaldıklarında hep parayı kendisi bulurdu. Kocası kimseden borç istemezdi. Gurur yapardı. Ama cebinde para biterse de çok sinirli olur, strese girerdi. 
 “Peki, ben başlarında olmazsam ne yaparlar?” diye korkuyla düşündü, ürperdi yine Emine. Düşüncesine, hayaline bile dayanacak gücü yoktu. Bitkindi, gözünü açamıyordu ama yüreğinde bir köşede bir inanç ışıyordu küçükte olsa… İyileşmeliydi, iyileşecekti. Allah’tan istemişti. Allah’a güç olan ne vardı ki? Verebilirdi istediğini ona, yine gücüne kavuşmalıydı Emine…

Emine kendinde biraz güç bulunca, çocuklarına bir vasiyet mektubu yazıp bırakmaya karar verdi. Ölürse aralarında bir bağ olur kalırdı. İyileşirse de bir kenarda durabilirdi bu günlerin anısına…Gelen hemşireden bir kalem, kâğıt rica etti. Sakin sorunsuz, sabırlı bir hastaydı Emine. Hastane çalışanları iyi davranıyordu ona, hatta davranışlarına bakılırsa seviyorlardı bile denebilirdi. Bir süre sonra hemşire ona bir kâğıt ve kalem bıraktı. Yavaşça yatağında doğruldu, arkasına yaslandı. Bir süre dinlendi. Biraz kendini iyi hissedince üzgün üzgün yazmaya başladı: 


VASİYETİMDİR
“Yavrularım,
Sonsuz sevgimle kucaklıyorum sizi. Can gözlerinizden öpüyorum defalarca…Sevgi yumaklarım benim... Hayatımın anlamları... Aranızda olsam da bir gün istemeden aranızdan ayrılsam da aklınızdan çıkarmamanızı istediğim sizlerle ilgili dilek ve düşüncelerimi duyurmak istiyorum. Lütfen tutmaya, uygulamaya çalışın olur mu kuzularım? Yaşadığınız sürece, her koşulda ayakta kalmaya çalışın, bunu yaparken ruhunuzla, bedeninizle tertemiz kalın. Her zaman doğru ve dürüst olun. Birbirinizi çok sevin. Her zaman yardımlaşın. İmanlı olun, dinimizin esasını, kurallarını kendi kaynağından öğrenin ve uygulamaya çalışın. Gösteriş için ne zaman ne de para harcamayın. Yaşam çok kısa, kendinizi çok yorup yıpratmadan zamanınızı iyi kullanarak çalışın, yararlı, kalıcı eserler bırakın. Gönül kırmayın. Sık sık Allah’ı düşünüp aklınızdan çıkarmayın, doğruluktan ayrılmayın. Yanlış ve eksikler üzerinde fazla durmayın, asla karamsar olmayın. Allah’tan kendiniz ve yakınlarınız için hep iyi şeyler isteyin. Herkesin yanlış yapabileceğini düşünüp hoşgörülü olun. Gülümsemeyi, gönül almayı alışkanlık haline getirin. Eş, dost, akrabalarınızı arayın, sorun. Anneannenize iyi bakın. Ölmüşlerinizi unutmayın hayır dua ile anın. Babanıza iyi bakın. Sizinle konuşmak, sizi düşünmek, sizi sevmek biter mi hiç?  B enim için sakın birbirinizi suçlamayın… Birbirinizi sevmeniz beni sevmenizdir canımın parçaları…
Allah’a emanet olun.
Anneniz.”

Vasiyet mektubunu yazdıktan bir hafta sonraydı…Sabah vizitesine çıkan doktoru ve ekibi servise geldiler, diğer hastaları dolaştıktan sonra Emine’nin başında durdular, o ana kadar yapılan tetkikleri, bulguları birlikte gözden geçirdikten sonra doktor: 
“Emine Hanım, şimdiye kadar yaptığımız incelemeye göre karaciğerinizin, dalağınızın büyümesine ve artrite sebep olacak kötü bir hastalığa rastlamadık. Öyle anlaşılıyor ki ya çok yoruldunuz ya da çok önemli bir üzüntü yaşadınız. Şimdi evinize dönecek, verdiğimiz ilaçları, vitaminleri kullanacak ve en önemlisi bol bol dinlenecek, hiçbir şeye üzülmeyeceksiniz. Kontrolleriniz devam edecek…”

Eve giden yol uzadıkça uzamıştı sanki… hiç bitmeyecekmiş gibi geldi Emine’ye. Evin kapısı açıldığında özlem dolu, ışıltılı gözler karşıladı onu. Bir sevgi yumağı oldular. Çocuklar hep bir ağızdan: 
“Sakın bir daha hiç gitme anne…” diye yalvardılar. Eşi sarılıp, “Sensiz hayat çok zordu…” diye fısıldadı. “Sakın bizi bırakma…” dedi. Emine, sarılırken ailesine bir yandan da büyük bir imanla şükrediyordu Tanrısına, ona bugünü gösterdiği için…Daha güçlü olmanın bir yolunu bulacaktı…

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi