ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 29-09-2022 18:11

Dost...

Yazan - Birsen Yurdakul Tomurcuklu - DOST

Dost...

DOST

Onlar zor coğrafyada, fakirliği ve yoksulluğu yudum yudum içerek büyüyen çocuklardı. Anadolu’nun küçük bir kasabasından zor koşullarda fakülteye başlayan iki gençtiler. Hayatlarının her anına fakirlik damgasını vurmuştu şimdiye kadar ama bu kaderi yenmeye aht etmişlerdi.

İki ayrı yerden aynı fakülteye geldiler. Ortama alışmaya değişikliğe ayak uydurmaya çalışıyor boş kalan zamanlarında da buldukları işlerde harçlıklarını çıkarıyorlardı.

Okullar meydanlar o yıllar karışıktı. Sağ sol çatışmaları her an her yerdeydi. Her iki tarafta kılık kıyafetleri ile bangır bangır bildirileriyle, afişleriyle belli oluyor ayrılıyorlardı. İlk yılı olaylar içinde geride bırakırlarken Ahmet sağ görüşte, Bülent’te sol görüşte gruplara yakınlaştılar. Zaten hiç bir gruba dahil olmamak mümkün değildi.

Ahmet aşağı sarkan bıyıklar bıraktı, Bülent parka ve postalları uzun saçlarıyla tam bir solcu havasındaydı. Artık sevgilileri de vardı. Hep birlikte toplantılara katılıyor marşlar söylüyorlar, bazı geceler de duvarlara pankartlar yapıştırırken gece bekçisinden dereceli bir maratoncu gibi kaçıyorlardı.

Ahmet kolunda sevgilisi Betül, Bülent de sevgilisi Nermin’le sabah kampüse geldiler.Gözleri etrafı kolaçan ediyor tetikte duruyorlardı. Kızların elini  bir tehlikeden korumak istercesine sıkı sıkı tutmuşlardı. Derken bir gürültü koptu.Her iki tarafta bildiri okuyup marşlar söyleyerek kampüsü doldurdu. Çok geçmeden arbede başladı. İki grup ta öldüresiye birbirlerine saldırıyor, masalar sandalyeler havada uçuşuyordu. Camlar kırılıyor, her cam parçası bir silah halini alıyordu. Kavganın ortasında ortalık bağıranlar,yaralananlar, çığlık seslerine boğuldu. Betül’le Nermin, Ahmet’le Bülent’in ellerinden kurtulmuş, kalabalıkta kaybolmuşlardı. İkisi de birbirinden habersiz hem kendilerini koruyor hem kızları arıyorlardı. Olaylar çığrından çıkmıştı. Polis sirenleri duyuldu. Polisler doldu her yere. Herkes can derdinde kendini kurtarmaya  çalışıyordu.

Fakültenin bahçesi üç metreye yakın yükseklikte duvarla çevriliydi.Duvarın diğer tarafında fazla büyük olmayan bir fabrika vardı. Ahmet’le Bülent  o üç metrelik duvarın üstünde buldular kendilerini oraya nasıl çıktılar hiç bilmiyorlardı. Diğer tarafa atlarken kendileri bile anlamadan elleri kenetlendi. Yere düşünce göz hizasında, siyah kalın tabanlı bir çift ayakkabı bir çift bacak vardı önlerinde. Polisin önüne mi düşmüşlerdi? Yara bere içindeydiler ve duyuları adeta donmuştu Hiç birşey hissetmiyorlardı. Başlarını kaldırdıklarında karşılarındakinin polis değil fabrikanın bekçisi olduğunu anladılar. Ferahlamanın verdiği derin bir nefes aldılar.

Bekçi polise verirdi de onları, kendi çocukları da vardı o yaşlarda. Babacan biriydi kıyamadı delikanlılara. Hiç konuşmadan onları küçük bir oday götürüp kapıyı dışardan kilitledi.

Bir sağcıyla, bir solcu Ahmet’le Bülent baş başa kalmışlar, odanın birer köşesine çekilmişlerdi. Birbirlerini hıslı soluklarla süzüyorlardı. Hiç konuşmadılar. Hala yakalanma korkusu içindeydiler ve akıllarında Betül’le Nermin! Ne olmuştu ? Nereye kaybolmuşlardı?

Kaç saat geçmişti?zaman mefhumunu kaybetmişlerdi. Hava gece yarısı gibi kararmıştı. Yaralı darbeli yerleri acıyordu.

Bir müddet sonra kapıda anahtar sesleri duydular. Bekçi gelmişti. Elinde fersiz bir Fener, tentürdiyot, pamuk, bir köy dilimi ekmek, bir sürahi su vardı. Babacan tavrıyla kapıyı kapadı, feneri yere koydu, elindeki ekmek ve diğer malzemeleri bir gazete kağıdının üzerine bıraktı. Ellerini beline koyarak onlara kısa bir hayat dersi söylemi yaptı. ”Öğreneceksiniz" dedi. "Bir dilim ekmeği bölüşmeyi öğreneceksiniz, hepiniz bu vatanın evladısınız.” Kapıyı çarpıp çıktı, yine dışarıdan kilitledi.

Uzun müddet Ahmet’le Bülent öylece kaldı. Sonra yaralarını temizleyip sardılar.Konuşmuyorlardı.
Sanki gizli bir anlaşma vardı aralarında.Ekmeği ellemediler ama karınları iyice acıkmıştı. En sonunda Ahmet kalktı ekmeği aldı iki parçaya böldü. Yarısını Bülent’e uzattı. Bülent kısa bir tereddütten sonra uzatılan ekmeği aldı. Yarımşar dilim katıksız ekmekle karınlarını doyurdular. Sigara çekiyordu canları. Bülent’in bir tek sigarası vardı cebinden çıkardı fakat kibrit yoktu. Ahmet de cebinden kibrit çıkardı fakat sigarası yoktu. Kibriti  Bülent’e uzattı ve ben “Ahmet” dedi.Bülent sigarayı yakarken "Ben de Bülent,“ dedi. "Zaten  uçarken el sıkışmıştık." İkisi de ilk defa gülümsediler. Aniden biri Betül,biri Nermin diye haykırdı.Bakıştılar,anlamışlardı birbirlerini.Onlara ne oldu? Neredeler? Endişe içindeydiler. Buradan çıkınca ilk iş onları bulacaklardı.

O geceyi ve ertesi geceyi aynı şartlarda geçirdiler. Pek konuşmasalar da artık birbirlerini daha iyi anlıyorlardı. İkisi de ayrı yollardan yürüyor ve vatan sevdasında birleşiyorlardı.

Ertesi sabah ortalık nispeten durulmuştu. Bekçi onları odadan çıkardı.Bir iki nasihat dinledikten sonra binadan çıktılar. Beraber Betül’le Nermin’i arayacaklardı. Nermin’i yaralı olarak evinde duldular. Bülent’le Nermin ağlayarak sarıldılar birbirlerine.Şimdi Betül’ü bulacaklardı beraber karakolları hastaneleri tek tek aradılar.En sonunda Betül’ bir hastana odasında bulabildiler. Artık üçününde göz yaşları durmuyor yanaklarından süzülüyordu.Ahmet tanrıya şükürler etti önce sevgilisine sarıldı sonra Bülent’le kucaklaştılar.

Bir hafta sonra Betül hastaneden taburcu oldu.Ahmet onu hiç yalnız bırakmamıştı sarmaş dolaş çıktılar hastaneden.Dışarda onları Bülent’le Nermin bekliyordu.

Hayat onları ayrı ayrı yerlerden küçücük bir odada o şartlarda bir araya getirmişti.Hayat onlara duvardan atlarken elleri birleştiğinde bir dostluk yolu açmıştı.İkisi de bunu derinden hissettiler ve artık daima birbirlerinin dostu olduklarını biliyorlardı.

 Sahi neydi dostluk?
Sevgi mi?
Saygı mı?
Anlayabilmek mi?
Sırt sırta verebilmek mi?
Dürüstlük mü?
Güven mi?

Bence hepsi ve daha fazlası...

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi