ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 22-04-2024 21:18

Doğayla Yaşamak / Nevin Bahtışen

Yazan: Nevin Bahtışen -DOĞAYLA YAŞAMAK

Doğayla Yaşamak / Nevin Bahtışen

DOĞAYLA YAŞAMAK

Uzun yıllar çalışmanın bedeli olarak almışlardı, bu güzel manzaralı evi. Selim ve Ceyda ilk gördüklerinde vurulmuşlardı buraya, sanki sözcüklere dökülmemiş bir anlaşma yapmış gibi; “Harika bir yer” deyivermişlerdi. Aynı anda söylemelerinin şaşkınlığıyla dönüp birbirlerinin gözlerine bakmışlardı. Birbirini anlamanın ve birbirlerini tamamlamanın mutluluğuyla gülümseyerek bakmışlardı gözlerinin ta içlerine…

Sessiz sedasız ve bir tablo gibi görüntüsü sonsuz bir huzur vadediyordu. Su zaten huzur değil miydi? Yıkayan, ak pak eden, büyük çoğunluğu sudan oluşan biz insanlar, ne kadar da muhtacız bu Allah’ın nuruna. Doğanın her parçasına bizler ihtiyaç duyarken, doğa bize ihtiyaç duymaz. Kendi bakir halinin içinde mutludur.

Yavaş adımlarla ilerlersin bir su kenarına, sanki ürkütmek istemezsin. Ya kendin! Kendini de ürkütmek istemezsin; ani bir hareketle zihninin kıvrımlarında oluşan hikayeleri, düşünceleri düşünmekle meşgulsündür. Su kenarına ulaştığında sanki dert ortağın veya en yakın arkadaşınmış gibi dertleşmeye başlarsın. Belki cevap vermez ama silüetini göstererek aynalama yapar.

Doğanın şarkısı gezinir suyun üzerinde, boylu boyunca uzanmış dinler, bu hoş melodiyi. Gece yıldızlar misafir olur, karanlığın koynunda dinlenmeye çekildiklerinde.

Selim ve Ceyda büyülenmiş gibi bakıyorlardı bir buhurdanlıktan yayıla yayıla dağılıp giden is gibiydi, sisler. Başı mavi semadaki beyaz, siyah, gri bulutlara değiyordu.

Doğanın bağrındaki her ağaç, çiçekler; su, sis; kaya, toprak kendine has kokularıyla sentezlenerek dağılıyorlardı.

Suyun dinginliği sanki zamanı durdurmuş gibiydi. Şafakla sökün eden, güneş ışınlarıyla yıkandığında ve gün batımının kızıllığı ufuktan doğaya yayıldığında zamanı keşfe çıkabiliyorlardı.

Mutlu günleri bir birini kovalıyordu. Durdurulamayan zaman, kendi bildiği gibi geçiyordu. Gerçi zaman mefhumunu yitirdikleri için, mutluluğun içinde her şeyden habersiz yaşıyorlardı. En sevdikleri yerdi, turuncu renkli koltukları koydukları yer. Kahvelerini huzurla yudumlayıp, her an doğal manzara tablosunu izlemeye dolamıyorlardı.

Ceyda; “Biz, bu manzarayı iki ayrı yerde görüyoruz” deyip muzip muzip bakmıştı, eşinin gözlerine.
Selim, etrafa bakmadan önce Ceyda’nın gözlerine baktı, nereye bakıyor diye.

Ceyda; “Yok öyle, beleş beleş! Söylemem için ipucu vereceğimi düşünüyorsan, hiç bakma bana öyle.”

Selim, teslim olmuş gibi ellerini havaya kaldırdı, etrafa bakmaya başladı.

Selim; ”Buldum” dedi ve heyecanla eşine baktı.

“Suya yansıyor. Hem de her detayı profesyonel bir ressam gibi, suyun derinliklerine kadar gidiyor.“

Selim muzipçe güldü.

Selim; “Şimdi de sen söyle! Bir yerde yine görüyoruz, hadi bul bakalım.”

Ceyda; ”Başka nerede olabilir ki!”

Her yeri gözden geçirdi, biraz yüzü bulutlanır gibi oldu, hayıflanarak; “Bulamadım” demek için eşinin gözlerine bakarken, önce kendini gördü, sonra arka plandaki doğayı fark etti.

Ceyda; “Buldum” diye çığlık attı, sesi ulaşabildiği yere kadar ulaştı ve yankısı henüz söylemeden önce kendilerine ulaşmıştı.

Ceyda; ”Ben, senin gözlerinde görüyorum; sen de benim gözlerimde görüyorsun.”

Sanki berabere kalmış gibi, kahvelerinin son yudumlarını içtiler. Mutlulukları ve bu güzel manzara keyiflerine keyif katmıştı.

Siz, bu kadar mutlu öykü mü olur diyeceksiniz. Sizce insanoğlu dümdüz bir ip gibi yaşayabilir mi?

Yaşayamıyorsa, öncesini veya sonrasını sizlere bıraktım, istediğiniz gibi hayal edin.

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi