DAVET
Yüreğim, sanki bilmediğim bir el tarafından kerpetenle sıkıldıkça sıkılıyor. Gönlümün yangını alev alev arşa uzandı. Aldığım nefeste duman var, kan kokusu, barut kokusu var; tıkıyor genzimi. Evren, nefeslerdeki açlık ve yanık et kokusuyla kaplı. Çığlıklardan gökteki melekler sağır oldu da biz insan olduğumuzu sananlar bihaber!
Sıra sıra dizilmiş boş tencerelerin başında, yedi ile on yaş arası çocuklar dizi dizi. Belki bir lokma gelir diye yorgun, bıkkın, hâlsiz ve umutsuzca bakışıyorlar. Geride bıraktıkları yerlerde cesetlerden toprak görünmüyor. Kimi anası kimi babası kimi bacısı kimi de abisi.
Dört ile altı yaş arası çocukların vücudundaki yaralar kurtlanmış. İlaçsız, susuz, doktorsuz, hastanesiz bir şekilde direnmeye devam ediyor.
Oysa onları, televizyon ve telefonlardan izleyen müslümanlar, sadece izlemekle yetindiler. Yüreğinde azıcık merhamet olanlar o anda bir iki damla gözyaşı döktü o kadar.
Korkuyorum, "Benden ya şikayet ederlerse!" diye. O sabiler huzurda, "Ya Rasülûllah, senin ümmetin bizi gördüğü hâlde görmezden geldi. Bizim evlatlarımız açlıktan kırılırken onlar yemek beğenmediler. Bizim kuzularımız bir damla suya hasretken, onlar israfta yarıştılar. Çöpler ekmeklerle doldu. Sular keyfi eğlence aracı oldu. On binlerce bebek burada ölürken, onların kılı kıpırdamadı" derlerse ne yaparız!Nasıl bu yükün altından kalkarız. Huzura nasıl çıkar, başımızı kaldırabiliriz.
Bakara suresi 19. Ayette, "sümmün, bükmün, umyün, fehüm, le yerciun" buyuruyor Yaradan. Yani, "Artık onlar sağırlardır, dilsizlerdir ve körlerdir; bu yüzden geri de dönemezler" der.
Bugün Müminler olarak işte tam da bu durumda kör, sağır ve dilsiziz. Doğu Türkistan'da, Arakan'da, Filistin'de, dünya üzerinde zulme uğrayanlara ve özellikle Gazze'de yaşanan insanlık dramına duyarsız, galesiz, hissiziz.
Bir çocuğun babasının cesedi başındaki feryadı gökkubbedeki on sekiz bin alemi ağlattı da bizim kılımız kıpırdamadı. Henüz on yaşlarında belki de. Şehit babasının başında; "Babam sen çok istediğin şehitlik mertebesine ulaştın. Firdevs cennetine giresin. Makamın mübarek olsun ama bundan sonra beni kim sabah namazına uyandıracak!" derken akıttığı gözyaşlarına şahitlik edebilecek miyiz?
O küçücük bedeninde, Hakk'tan gelen davete icabet eden babasının rızasına koca yüreğiyle teslim olurkenki kaygısı; aç kalmak, parka gitmek, yalnız kalmak, babasız kalmak değildi. Sabah namazına kalkamama korkusuydu. Bu nasıl bir terbiye, bu nasıl bir iman gücü, bu nasıl bir teslimiyet ki!
Hunharca, dörtnala memleketlerine saldıran İsrail sürüsünün karşısında aç, ilaçsız, çaresiz bedenleriyle direnerek vatanlarını korumaya çalışan bu asil yürekli şehitten de başka türlü bir evlat olması beklenemezdi herhalde. O iman gücü, o bedene nasıl bir güç ve teslimiyet vermişti ki o evladın korkusu yalnız ve öksüz kalmak değil de namaza kalkamamaktı.
Bilekleri kan içinde, dişleri kenetli, ayaklar çıplak, karınları günlerdir bir lokma yiyecek görmemiş, aç. Buna rağmen kanla sulanmış toprakları, ipekten bir halı gibi onlara.
Biz bu hayatı özgürce, bir ağaç gibi hür ama ormanlar gibi iç içe ve kardeşçe, uyum içinde yaşamak varken; bu kin bu nefret bu haset niye? Hakk'tan gelen davete icabet etmenin hazzını yaşamak varken; insanın insana kulluğu niye? Kapansın zulüm kapıları, açılsın hayat refaha. Masumlar artık ağlamasın, bize ebediyeti vaat eden Yaradana teslim olmak varken, üç günlük dünya hayatını tercih etmek; cam parçasını elmasa tercih etmek değil de nedir?
Özgürlüğe hasret bebeklerin henüz hayatı tanımadan kanla, kinle tanışması reva mı? Yarattığı her kulun rızkına kefil olan Allah, bu yavruların, bu insanların rızkına göz diken zalimlere, kan emicilere sessiz kalmamıza ne der? Bu vebal altından kalkabilecek miyiz? Kul olarak Hakk'ın rızasını kazanmak için bu zulme "Dur!" diyebilecek miyiz?
***
TRUVA YAYIN GRUBU YOUTUBE KANALIMIZA ABONE OLMAYI UNUTMAYIN...
Logoya tıklayıp Youtube kanalımızı ziyaret edebilir, abone olabilirsiniz