CANPAREM
Erkekler hep bir oğlu olsun ister ama en çok kızlarını severler. Kız çocukları da babalarına çok düşkündür...
İşte bir babanın dilinden kızını, canparesini nasıl kaybettiğinin hüzün dolu hikâyesi...
Yıl 2003…
Güzeller güzeli bir kızım oldu.
Yasemin adını verdik ona...
Üç yaşına geldi.
Bir gün hastalandım işe gitmedim.
O gün kızımla son kez konuşacağım aklımdan bile geçmezdi.
Kızım bana sordu:
- Babacığım saçını tarayabilir miyim?
- Tâbii ki tarayabilirsin
Kızım saçlarımı taramaya başladı.
Sonra ben de ona sordum;
- Kızım ben de senin saçlarını tarayayım mı?
“Tamam babacım tarayabilirsin.” dedi.
Taradım ipek gibi yumuşak ve cennet kokulu saçlarını.
Sonra dedim ki;
- Kızım ekmek alınacak.
- Baba baba bende seninle geleyim mi?
- Kızım sen gidemezsin!
Gönlü olsun diye bir süre gitmedim. Biraz oyalandık kızımla birlikte.
Sonra annesiyle, teyzesinin yanına gitmek için izin istediler, izin verdim gittiler.
Aradan biraz zaman geçti geri eve döndüler. İki aylık bir kızım daha vardı. Onun çocuk arabasına ikisini de bindirmiş geri döndüler.
Kapı çaldı, açtım.
Annesi büyük kızımızı kucağında getirdi ve bana verdi. Kucağıma aldım ama bir gariplik vardı. O tertemiz ve masum kalbi durmuş, üşümüştü güzel kızım.
- Hanım bu kız ölmüş!
“Yok” dedi; “Uyuyor.”
- Yok ölmüş!
Tabi ki feryadı koparttım.
Ambulans aradım, adamlar mahalleyi bilmiyor.
Çıplak ayaklarımla koşuyorum sokaklarda…
Sonunda ambulansla birlikte eve geldik. Kalp masajı yaptılar fakat hayata döndüremediler.
Alıp hastaneye götürdüler. Yarım saat de orada uğraştılar ama başaramadılar ve güzel kızım çift kanatlı bir cennet kuşu oldu. O an dünyalar başıma yıkılmıştı. Koskaca gökyüzü başıma çökmüş ben; yer ve gök arasında ezilmiştim adetâ.
Ne var ki elden bir şey gelmiyor çünkü emir büyük yerden.
Onu bize üç yıllığına emanet veren Rabb'im geri aldı. Yaradan’ın emrine boynumuz kıldan ince.
Bir babanın yaşadığı en büyük acıyı yaşadım. Gül goncamı cennette boy verip açsın diye toprağa koydum.
Dedim ki; “Canım kızım, yürek sızım, canparem.
Bekle beni, elbet birgün kavuşacağız.”
CENNET KUŞUM
Rabb'im verdiğini geriye aldı,
Kadere boynumu büktüm ağladım.
Kuzum gitti bana acısı kaldı,
Gönlüme bir ateş yaktım ağladım.
Annesi “al” dedi, “uyumuş kuzum”
Sararmış benzine takıldı gözüm,
Dedim; çoktan uçup gitmiş can özüm,
Titredi dizlerim, çöktüm ağladım.
Yanına düşmüştü minicik kollar,
Solgun yanağında kalmamış allar,
Koştum yalınayak uzadı yollar,
Kalbimi yerinden söktüm ağladım.
Doktor güvendiğim dağları yıktı,
Dedi, kalbi çırpınmayı bıraktı,
Rabb'im ona ipek kanatlar taktı,
Doktorun yüzüne baktım ağladım.
Beyaz giydirdiler gelinlik gibi,
Yeşil bağladılar alınlık gibi,
Hafif bir yel esti serinlik gibi,
Cennete bir fidan diktim ağladım.
Yıllar geçti yaralarım sızlıyor,
Zaman geçirmiyor sanki tuzluyor,
Gönül hâlâ “gelir” diye gözlüyor,
Kapıya bacaya çıktım ağladım.
Gönül, için için yanar da tütmez,
Yanan yerde çiçek açmaz, ot bitmez,
Bu dert beni ölene dek terketmez,
Yıllardır dişimi sıktım ağladım.
Kuzum bu ayrılık ölümden beter,
Yasemin'im kokun burnumda tüter,
Mevlâ diler bir gün, hasretlik biter,
Gözümün nurunu döktüm ağladım.
Göçüp gittin en günahsız çağında,
Bilirim, gezersin cennet bağında,
Öyle mutlusun ki rüyalarımda,
Uyandım yanımda yoktun, ağladım.
Nazik bedenini uyuttu toprak,
Üstünde ot bitti, kapattı yaprak,
Kara duman gibi gönlümde firâk,
Bulanık sel gibi aktım ağladım.
“Her kulun gönlünde ayrıdır” derdi,
Mevlâ'm her kuluna başka dert verdi,
Sabır kollarını önüme gerdi:
Bütün bentlerimi yıktım ağladım…