ÖYKÜ YARIŞMASI
Giriş Tarihi : 04-04-2025 20:29   Güncelleme : 05-04-2025 00:01

Bir Necati Masalı / Orhan Sarı - 2025 Truva Edebiyat Dergisi 8. Öykü Yarışması Mansiyon Ödülü

Yazan: Orhan Sarı -BİR NECATİ MASALI / 2025 TRUVA EDEBİYAT DERGİSİ 8. ÖYKÜ YARIŞMASI MANSİYON ÖDÜLÜ

Bir Necati Masalı / Orhan Sarı - 2025 Truva Edebiyat Dergisi 8. Öykü Yarışması Mansiyon Ödülü

BİR NECATİ MASALI / 2025 TRUVA EDEBİYAT DERGİSİ 8. ÖYKÜ YARIŞMASI MANSİYON ÖDÜLÜ

Haritayı açıp baktığınızda denizden uzaklığını hesaba kattığınızda  ilçem Akhisar’ın iklimine en azından ikinci derece Akdeniz iklimi egemendir diye düşünürsünüz. Bu ne demek?

Yazları sıcak ve kurak, kışları ılık ve yağışlı… Bunun üstünde bir tık daha soğuk da makul  kabuldür. Gel gör ki bu yerleşik ezber İzmir - Balıkesir anayolunda geçersizdir. Gediz Ovası’ndan kopup gelen ılıman güney rüzgârları Balıkesir’den gelen kuzey rüzgârları ile harmanlanır. Bu harmandan tipik karasal iklim oluşur.  İnsan cildinin hassasiyetinden yararlanır. Soğuk yanığı da denilen yüzde tahripkâr sonuçlar yaratan haşin bir poyraza dönüşür. Sert ve kuru havanın oluşturduğu tipik karasal iklim hayatı tundura donmuşluğu yaşatır.

Bu zemheriyi uzun kış yağmurları zaman zaman  dizginler. Bu daha mutedil bir hava demektir. Mevcut durum yoksul aileler için daha az odun kömür tüketimi anlamındadır.  Ilıman havaları bazen müstehzi bazen de bastırılmış endişeli gözlerle kendisini ele vermek istemeyen bastırılmış temkinlikle karşılarlardı. Mahallenin kıdemli müneccim kadınları sanki ellerinde  istatistik bir veri varmış gibi  iklim tahminlerinde, kış kestirmelerinde bulunurlardı. Konuşmalarını kocakarı soğukları, kırkikindi yağmurları gibi terminoloji ile süslerlerdi. Oysa doğa çoğu kez ölçümlenemediği için gözlenemeyen kendi iç dinamikleri ve sistematiği ile çalışıp kendi  bildiğini yaşardı ve de kullarına yaşatırdı. 

Ana yoldan ayrılıp mahalle içlerine sokulursanız kısmen poyrazın etkisi azalır. Simetri taşımayan kerpiç yorgunu  ve birbirine yaslanarak ancak ayakta kalabilen evlerin sokaklarında, zenginlerin ikamet etmekte pek itibar etmediği dar çıkmazlı  gediklerinde rüzgârın  döngüsü kısmen kırılır. El örgüsü yün hırkalı sokağın sakinleri;  duvar diplerinde güneş gören bir açıyla çömelip ılık bir kış güneşi altında her gün aynı konuları ayrı bir tazelikle gündelik dedikoduları zihinsel istiflerinden indirip konuşma tezgâhına yayarak  magazin dünyalarını beslerlerdi. Olan ve biteni, fısıldanan ile konuşulanlardan mürekkep akıp giden hayatı;  kuytu bir duvar sığınağında paslı tenekede hayat bulmuş sardunya kayda geçirirdi.

Kimin ne kadar yakacağı kalmış?  Kim kime kaçmış? Kaçanların geçinme endeksleri hangi niceliktedir? Kimin gelini dolmayı hiç pirinç koymadan salt kıymadan yapma savurganlığı göstermiş? Kasabaların akmaz zamanlarında söylenceye yeterli vakit her daim vardır. Mevzular daima derindir. Uzayıp gitmesi de doğasındandır… Tekrara rağmen tadını kaybetmeden dinlenmesinin nedeni anlatıcısının tiyatral kabiliyetine gizlenebilmesindendir.

Kar tipilerinin çatı kiremitlerinde kümeleştiği uzun kış gecelerine,   kısa kış gündüzü birbirine karışılıyor ve her şey bir minval üzre akıp gidiyordu. Ara sıra gönyesiz ahşap doğramaya takılı kirli küçük camların buğuları;  kazakların bileğe sarkan ucuyla silinir. Evlerin evde kalmış kızları sokağı belli periyotlarla göz ucuyla dikizlerdi.  Olan bitenden ayrı düşmek endişe vesilesidir.

Gündemden düşmeyi kimse istemez. Uzun erimli meşakkatli uğraşlarla ilk, orta, lise tahsilimden sonra  zar zor ya çatı katlarında ya da bodrum katlarında yaşayarak yüksek okulumu da bitirip stajyer öğretmen olarak  Akhisar Endüstri Meslek Lisesi’ne oradan da görevlendirme yoluyla Akhisar Lisesi’ne edebiyat öğretmeni atanmıştım. Arastadan kalma esnaflık alışkanlığından olacak ki sabahları erken  kalkıyorum. Sabah simidi,  gazete vs almak gibi bahanelerle okula erkenden  yönelirdim.

Gazete bayii önünden gündeliğe giden tarım amelelerine, kiremit fabrikalarına gitme telaşında  işçileri görürdüm. Rutin simitimi alır, karşı sabahçı kahvelerinde çay içerek günü karşılardım. Uzun süre simidi bana kim satıyor kimden alıyorum sorusunun derdine düşmedim. Ta ki onu bir gün sınıfta karşımda ders dinlerken göz kapaklarına hakim olamadığından uyuklamasını görene kadar. Sınıfta karşımda uykuya dalan  Necati’nin  okulun köşesinde sabah ayazında simit satan Necati olduğunu  aniden  farkettim. Tenten çizgi filmi kahramanı gibiydi. Yusyuvarlak sarışın ve de çopur bir yüz…

Sarı perçem saçlar…Yoğun çilleri yüzünün yoksulluğunu örtmede kifayetsiz kalıyordu… Üç ayaklı yuvarlak ahşap bir gevrek tablası  bel hizasını aşıyordu. Üzerinde sarkık ve emanet duran büyük ihtimal ona uyar diye çevreden verilmiş eski bir ceket… Cebinde tuttuğu okul kravatı… Ne yaman çelişki… Büyük ihtimal ev geçindiren küçük ihtimal harçlığının derdiyle endişelenen birine ‘’mefailün… feilatün…’’ anlatmak. Düşündükçe içim ürperdi… Kanım  çekildi…

Ne kadar çok erken bir hayat dersi… Kim bu çocuğu akran zorbalığından koruyacak?…  Ne  yaman çelişki cebinde kravat taşımak mecburiyetindeki  seyyar satıcıya dayatılan kılık-kıyafet yönetmeliği… Kentin arka sokakları da sosyolojik olarak boyun bağlı smokinli bir satıcıya henüz hazır değil…

Bizim kuşak bilir. Kitle eğitimi yoktur. Örgün eğitim elitist  karakterlidir. Eleyici özelliktedir. Okuyan okur okuyamayan da başarısızdır. Elenmiştir. Sokağa  bırakılır. Öğretim basamaklarında bütün derslerdeki başarmak vahşeti;  bir çok kırılmış insanı ve hikayelerini acımasızca sistemin dışına bırakır. Bireysel ilgi ve yeteneklerin çok önemi yoktur. Önemli olan programdır. Ölçme ve değerlendirmede bireysel farklılıklar yoktur. Cumhuriyetin ilk yıllarındaki ‘’Yeni vatan, yeni sosyete, yeni devlet’’ şiarına saygı duyuyorum. Genç Cumhuriyetin Köy Enstitüleri dahil donanımlı insan kaynağı, köy kalkınma liderleri yaratmak çaba ve başarısının önünde saygı ile eğiliyorum. İnsan kaynaklarındaki kıt dönem artık aşılmıştır. Eğitim siyasası ve felsefesi değişmiştir.

Her birey tanrısal bir potansiyelle doğar, yaradılış harcında başarma kapasitesi mevcuttur. Devlet kutsal değildir. Devleti kutsal kılan bireylerin gelişmiş niteliğidir. Milleti yaşat ki devlet yaşasın.  Devlet kendini kutsal kılan bu kutsal bireye izin verecek program ve öğrenme mekânları temin eder. Yükümlülüğü budur. Başarısız öğrenci yoktur. Kabiliyeti gün ışığına çıkarılmamış öğrenci vardır.  Bu paradigmaya 1970’ler  dönüşmekte zorlanıldı.

Her öğrenci yaş, hız ve havuz  problemlerini çözer. Divan Edebiyatı nazım şekillerini tanır.  Eğik atışı hesapları yapar. Maddenin molekül karakterlerini  bilir. Dil öğrenme becerisi olmalıdır.  Sütun başlıklarını ve tonozları tanır. Kara kalemle gölgeli resim yapar. 100 metreyi 14 saniyede koşar. ‘’Ilgaz sen Anadolu’nun yüce bir dağısın’’ parçasını solo söyleyebilir.

Psikoloji ve sosyoloji disiplininin  terminolojisini kullanır.   Geometrinin tamamlayıcı öngörüsünü sezer. Cebirden haberdardır. vs… vs… Amaç öğrenciye kasıtlı, hedefli, tanımlı istendik davranış kazandırmaktır. İnsan diye bir özne yoktur. Öğrenci merkezlilik yoktur. Korku ve şiddet metodoloji olarak zaman zaman kullanılır. okuldan  atılmak sürekli bir tehdittir. Öğrencide  yetenekleriyle barışık bir  karakter yaratma yerine usta-çırak ilişkisi egemendir. Bütün ögretim kademelerinde başarılı olsanız bile üst ögretim basamağına başlayamazsınız. İlk, orta, lise bitirme sınavlarında bir kez daha bütün derslerden bitirme sınavlarına alınırsınız… Üst sınıflara borçlu geçme yoktur…

Takriben 180 öğretmenli kurullar. Öğretmenler kurulunun informal iklim ve hiyerarşi kasvetini göremezseniz de  bir şekilde  soluyarak hissediyorsunuz. Salt yetkiye dayanan otoriter yöneticilik. Tartışılır yeterlik.  Yeterliği cimri kullanırsam saygın olurum duygusu… Statükoyu sürekli tahkim etmeliyim duygusu. Yetkisiz hiçlik duygusu…

Sanki parti merkez komite toplantısı. Bütün politbüro üyeleri asabi. Sarkık yanaklarına yüzünün kendini ele vermek istemeyen kasveti saklanıyor. Göz çukurlarında doluşmuş dudağının kenarına bir türlü ilişmeyen vakar… Bir türlü tebessüme dönüşmeyen asabiyet. Listeye beni bir daha almazlar kaygısı. Sanki  çeliğe şekil kazandırıyoruz.  Örs ve çekiç arasında demire su veriyoruz. Oysa  her biri özel, muhterem, öznelliği olan öğrenciye yani insana  dokunmaya çalışıyoruz. Ama nafile… Görüşme sırası Necati’ye geldi. 

Ders esnasında uyukladığı başarısız bulunduğu saptamasından sonra  genel kanaat başarısız bulunduğuna  kararı verildi. Aday öğretmendim. Aynı kurul adaylığımı oylayacaktı. Kaldırmayabilir bir yıl daha uzatır meslekten atılma ile sonuçlanabilirdi. Alî menfaatlerim zarar görebilirdi. Sessiz kalma eğilimim vardı. Zaten aday öğretmenlerin  görüş beyan etmesi de hoş karşılanmazdı. Terbiyeden uzaklaşma addedilirdi.  Yine de dayanamadım. Biraz ürkerek el kaldırıp söz istedim. Titrek bir geniz sesimle ağlamaklı  Necati’yi anlattım. Gün doğmadan tablanı alıp fırından simitlerini alacaksın.

Soğuğun yağmurun rağmına kabul görmüş köşene geleceksin.  Okul köşesinde okul saatine yakın satıp kimseye görünmeden tablayı karşı kahveye koyup cebinden çıkardığın düğmesiz gömleğinin yakasına takıp sınıfa gireceksin.

Bu küçük beden çıtırdıyla yanan çam kütüğünün baştan çıkartan rehavet davetine nasıl direnip uykuya hayır desin. Sonuçlardan yargılarsanız Necati’yi başarısız bulursunuz, süreçlerden yargılarsanız saygı duyarsınız. Okul dışına bıraktığınız dış dünya bu kurumlardan daha merhametsiz. Karar sizin...

Oylama yapıldı. Öğretmenler Kurul Kararı ile sınıf geçti.

Sınıf yıl bitti. Geçici olurum gereği kurumdan ayrıldım. Necati’ye bu kadar dokunabildim. Görmesem bile  unutamadım. Mesleğimin kalan yıllarında sınıf geçmede 0-5 skalasını hiç kullanmadım. Başarı ve başarısızlığı 5-10 skalası arasında değerlendirdim. Not vermeden ziyade başarabildiğim ölçüde öğrenme isteği oluşturma amaçladım. Ölçme ve değerlendirmeden nefret ettim. İnsan geleceği ile ilgili kestirimlerde bulunup karar almadan uzak durdum. Tabi ki bu uygulamanın bu modelin tartışılabilir kusurları olabilir…  Ama ne yazık ki gerçek ve doğru  sandıklarımız insan hatalarıyla yüklü algı. Ya hakikat bizden saklanmayı bir şekilde başarmışsa omuzlarımıza yüklenen vebal ne olucak…

Bizzat benim okuma yazma bilmeyen babama veli toplantısında  ‘’-Arif Efendi!.. Al bu çocuğu okuldan okumaz bu’’ dendiğini kapı aralığından dinlemiş ve akabinde tokat yemiş bir özgeçmişim var. Aslında başarısız değildim. Köyden kente göç etmiş  pisuvarı ilk kez okulda görmüş oryantasyon problemi olan biriydim. Kimsenin farkında olmadığı Gülhane Parkı’nda ceviz ağacı...

Bilenler bilir kasaba evlerinin arasındaki mahalle fırınları dar sokaklara dayanılmaz bir ekmek kokusu yayılır. Yanmış buğdayın kutsanmış usaresi genizlerde gezinir.  Bütün gece çalışan simitçi fırınlarının odun ateşiyle imtihanı olan  hamura bulaşmış  pekmez ve susamın yanık kokusu da çıkmaz gediklerde gezinir. Bütün bu rayihaları bize armağan eden Necati’nin hayatına dokunmak istedim…

Ne zaman sanayi yerleşkelerinde iş başında yetiştirme eğitimi alan  bir meslek  öğrencisi ile karşılaşsam kanım donar, yüreğim atmaz olur. Necati’yi düşünür hüzünlenirim…

 

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi