KİTAP TANITIMI
Giriş Tarihi : 25-12-2022 20:24

Bir Kitap: Yeni Türk Şiirinde Edebi Sanatlar / Recai Kapusuzoğlu

Yazan: Recai kapusuzoğlu -BİR KİTAP: YENİ TÜRK ŞİİRİNDE EDEBİ SANATLAR / RECAİ KAPUSUZOĞLU 

Bir Kitap: Yeni Türk Şiirinde Edebi Sanatlar / Recai Kapusuzoğlu

BİR KİTAP: YENİ TÜRK ŞİİRİNDE EDEBİ SANATLAR / RECAİ KAPUSUZOĞLU 

“VUR KAZMAYI DAĞA FERHAD…”
Telmih, söz arasında herkesçe bilinen tarihî bir olaya, bir halk hikâyesine, ünlü bir kişiye, bir inanca, bir ayet veya hadis-i şerife, ünlü bir şiire ya da yaygın bir atasözüne işaret etmek, onu kısa ipuçlarıyla hatırlatmak sanatıdır.

Divan ve Halk Edebiyatında özellikle aşk hikâyeleri, peygamber kıssaları, Kur’an âyetleri ve Şehnâme kahramanları telmih konusu olmuştur. Yeni şiirimizde buna Yunan destan kahramanları eklenmiştir. Telmihin görülebilmesi için okuyucunun dolaylı anlatıma konu olan düşünceyi kolayca anlayabilmesi, konuyu veya hikâyeyi bilmesi, genel kültür sahibi olması gerekir.

Ferhad ile Şirin hikâyesine telmih yapılacaksa dağ, dağ delmek, kûhken (Ferhad’a verilen yakıştırma isim), Bîsütûn (Ferhad’ın deldiği dağ), külünk, kazma, kasr (köşk), resim, Hüsrev, Amasya… kelimelerinden birini veya birkaçını kullanmak gerekir:

Olsaydı bendeki gam Ferhâd-ı mübtelâda
Bir âh ile verirdi bin Bî-sütûn'u bâda/ Fuzulî
Ferhad, edebiyatta aşkı uğruna her türlü güçlüğü göze alan fedakar âşığın timsalidir:
Leb-i şîrînlerin aşkıyla Ferhâd'ı benim asrın
Yanımda cem' olan seng-i melâmet Bî-sütûn’umdur /Fuzulî
İran Edebiyatında Hüsrev ü Şirin, bir mesnevi konusudur. Bizde Şeyhi’nin “Hüsrev ü Şirin”i meşhurdur. Ferhad ile Şirin ise daha çok halk hikayelerine konu olmuştur. İran edebiyatından Divan edebiyatına ve Halk edebiyatına geçen Ferhad ile Şirin Hikayesi önemli değişikliklere uğramış, bir kısmı Anadolu’ya uyarlanmıştır. Anadolu’da ve Azerbaycan’da anlatılan halk hikâyesinde olay, Horasan’da başlayıp Amasya’da sona erer:
“Erkek çocuk bırakmadan ölen Ermen hükümdarı yerine kızı Mehin (Mehmene) Banu geçer. Mehin Banu’nun Şirin adlı bir kız kardeşi vardır. Mehin Banu, Şirin’e bir köşk yaptırır. Bu köşkün süslenmesi görevi ise nakkaş Bihzad ve oğlu Ferhad’a verir. Ferhad, babasıyla köşkte çalışırken Mehin Banu ona âşık olur. Oysa Ferhad, ona değil de kız kardeşi Şirin’e tutulmuştur.”
Cân u dil Ferhâd’ını şâdân kılduñ ey sabâ
Yohsa uğrayu mı geldüñ kasr-ı Şîrîn üstine (Mesihî)
(Ey sabâ can ve gönül Ferhad’ını mutlu ettin. Yoksa Şirin’in kasrına uğrayarak mı geldin?
Bir süre sonra Mehin Bânû Ferhad ile Şîrin arasındaki aşkı öğrenir ve Ferhad’ı Demir Kale’de (Kal‘a-i Âhenîn) zincire vurdurur. Ancak rüyasında gördüğü nur yüzlü bir pîr kendisini tehdit edince Ferhad’a bin altın ihsanda bulunarak onu serbest bırakır. Ferhad altınları fakirlere dağıtıp sahralara düşer, dağlarda dolaşır. Yaşadığı mağaraya Şîrin’in resimlerini yaparak bunlarla teselli bulmaya çalışır:
Ferhâd’a zevk-ı sûret Mecnûn’a seyr-i sahrâ
Bir râhat içre her kim ancak menem belâda /Fuzûlî
Fuzulinin bu beytinde Ferhad'ın ressamlığına, Mecnun’un çölde dolaşmasına telmih vardır.
Ferhad’ın hikayesini öğrenen Amasya Hükümdarı Hürmüz Şah Mehmene Bânû’ya savaş açarak onu yener, Ferhad ile Şîrin’i alarak sarayına götürür. Ancak Hürmüz Şah’ın oğlu Hüsrev, Şirin’e âşık olur. Babasının bütün ısrarlarına rağmen bu sevdadan vazgeçmez.
Husrev’i hûbân iden sen dilber-i şîrîn-lebi
Bî-sütûn-ı aşk içinde beni Ferhâd eyledi /Hoca Dehhanî
(Hüsrev’i güzel bir aşık yapan senin şirin dudakların beni de aşkın Bî-sütûn dağı içinde çaresiz kalan Ferhad’a benzetti.)
Oğlunun durumuna çok üzülen Hürmüz Şah, dadıdan bu işe bir çare bulmasını ister. Ferhad’ın Şîrin’le evlenebilmesi için karşıda bulunan Bî- sütûn dağının arkasındaki suyu kırk gün içinde şehre getirmesi şart koşulur.
Bî- sütûn, Ferhad’ın, sevgilisi Şîrin’e kavuşmak için deldiği dağın ismidir, direksiz durduğu için “gökyüzü” anlamında kullanılır:
Bî-sütûn’da görünen lâle ile jâle değil
Bağrının başı gözünün yaşıdır Ferhâd’ın / Rûhî-i Bağdâdî
Ferhad bu şartı kabul eder ve tek başına külünk ile dağı delip suyu şehre akıtır. Cûy-ı Şîrîn: Ferhâd'ın Şîrîn aşkına akıttığı su veya süttür, Cûy-ı Şîr de derler:
Mezâkın eylesin icrâ gelip şîrîn-leblerden
Kenâr-ı Cûy-ı Şîr'i beklemek lâyık mı Ferhâd'a /Sünbülzâde Vehbî
Ferhad, dağı delip şartı yerine getirince Hüsrev bir hile düşünür, kocakarı kılığına giren dadı Ferhad’a, Şîrin’in öldüğünü söyler. Bu haber üzerine Ferhad, “O öldükten sonra ben nasıl yaşarım” diyerek külüngünü havaya atıp başını altına tutmak suretiyle intihar eder:

Bir gonca benefşe koparıp tâcına sokmuş
Dağlarda külüng attığı dem başına Ferhâd/ Bâkî
Ferhad’ın bir adı da Kûhken (dağ delen)’dir:
Etmekte ceyş-i gamla gönül âşıkâne ceng
Kühsâr-ı aşka arka verip Kûhken gibi /Sabrî-i Şâkir
Hüsrev “pâdişâh” demekse de sevgili yerinde kullanılır. “Şîrin-leb,  “tatlı dudaklı” veya “Şîrin gibi güzel dudağı olan” demektir. Şairler bu kelimeleri tevriyeli olarak kullanmayı severler:

Nâlişimden sakın ey Hüsrev-i şîrîn-leb ki
Dil-i Ferhâd çü âh eyleye dağlar eritir /Mesîhî
(Tatlı dudaklı sevgilim, benim inleyişimden sakın ki, gönül Ferhad'ı bir âh ederse dağları eritir.) Şâir; Hüsrev, Şîrîn, Ferhâd, nâliş, âh, dağ sözleriyle tenasüb (müraat-ı nazîr), ayrıca mübalağa sanatı yapmıştır.

Ferhad’ın öldüğünü öğrenen Şîrin, Ferhad’ın cesedine kapanır ve belinden çıkardığı hançeri göğsüne saplayarak Ferhad’ın yanında ölür.
Durumu haber alan Hürmüz Şah, dadıyla beraber olay yerine ulaşır. Bu esnada dağdan inen bir aslan dadıyı parçalar. Ferhad ile Şîrin’in ölümüne çok üzülen Hürmüz Şah bu dünyada birleşemeyen iki sevgili için büyük bir cenaze töreni düzenler ve yan yana iki mezara aşıkları defneder. Rivayete göre her baharda bu mezarın üstünde biten kırmızı ve beyaz iki gülün arasına merhametsiz dadı, kara çalı şeklinde girerek birleşmelerini engellermiş.
Aşk-ı Şîrîn eyledi meşhur yoksa kimseler
Bilmez idi Bî-sütûn dağında Ferhâd olduğun/ Sûzî
Bî-sütûn dağında bir kimse Şîrîn diye bağıracak olsa, Ferhâd'ın mezârından “Şîrîn” sözü yankılanırmış:

Hâkinin her zerresi Ferhâd'ın eylermiş figân
Bî-sütûn'da bir kişi çağırsa Şîrîn adını/ Hayâlî
Halk hikayelerinde mutlu son yoktur. Mecnun, Kerem, Ferhad… hiç biri emeline ulaşamamıştır:
Kûhsâr-ı bîsütûnda görüp lâle sanduguñ
Ferhâd kanlar içdügi hûnîn piyâledür / Emrî
Şaire göre, Bî-sütûn dağında yetişen lâleler aslında Ferhad’ın içtiği kan dolu kadehlerdir.
Hâl-i dili ne yâr ü ne ağyar ile söyleş
Ferhâd-ı belâ-keş gibi kûhsâr ile söyleş / Neşâtî'
Bazen şair kendini Ferhad’a benzetir:
Zatiya Ferhad-veş dağlarda efgan eyledim
İşidip feryadımı göğsün geçirdi dağlar / Zâtî
Bîsütûn-ı gamda efgân eylesem Ferhâd-veş
Rahm idüp ben zâre gelür kûhdan feryâdlar  /Avnî (Fatih)
Bazen şair, aşk yolunda kendini Ferhad’dan üstün görür:
Olsaydı bendeki gam Ferhâd-ı mübtelâda
Bir âh ile verirdi bin Bî-sütûn'u bâda/ Fuzulî
Bîsütûn-ı gamda Bâkî seng-i mihnet kesmede
Şöyle üstâd oldu kim Ferhâd’a san’at öğretir /Bâkî
(seng-i mihnet: mihnet taşı)
Ortaoyunu ve Karagöz’de de mizahi unsurlar katılarak Ferhad ile Şirin hikayesine yer verilir. Bu, meddahların da en sevdiği hikâyelerdendir. Halk şairleri de zaman zaman bu hikâyeye telmih yaparlar:
Biz Şirin elinden aşk meyin içtik
Hak ile batılı fark edüp seçtik
Varlık dağlarını deldik de geçtik
Ferhad olsak da bir olmasak da bir /Dertli
Cumhuriyet dönemi şairleri de Ferhad’ın hüzünlü hikayesine bîgâne kalmazlar:
Şûh Şirin'ler yüzünden dağ delen Ferhad'lar
Aslıhan'lardan yanan Aşık Kerem'ler görmüşüz / Yahya Kemal
Uy havar!
Muhammed, İsa aşkına,
Yattığın ranza aşkına,
Deeey, dağları un eder Ferhadın gürzü! /Ahmet Arif
Dinleyelim Ferhad'ı:
Şirin, sarayın hani?
Su sesi nerden gelir.
Bu kazma yankısı ne.
Aslı'nın konakları
Kül olup yanmadı mı? /Necati Cumalı
Açar güller
Solar koklarken daha
Tutku, daha aşk
Bağlar, bağban denizi.
Çoktu bir iken
Çöktü Bîsütun Ferhad
Duymaz feryadımızı. /Behçet Necatigil
Bazı yolumdan çevirir
Beni bir örümcek ağı!
Bazı dümdüz bir yol olur
Ferhad’ın aşılmaz dağı! /Yusuf Ziya Ortaç
(Örümcek ağı da Hz. Muhammed’e telmihtir.)
Faruk Nafiz’in dizeleri telmih sanatının yanı sıra teşhis ve hüsn-i talil örneğidir:
Gönlünü Şîrîn'in aşkı sarınca
Yol almış hayâtın ufuklarınca,
O hızla dağları Ferhat yarınca
Başlamış akmağa çoban çeşmesi. /Faruk Nafiz
Kazmayı kayalara değil kalplere vur ey
Ferhat, niçindir kırdığın bunca taş senin /Osman Sarı
Delmek için nefesim yetti külünk yerine,
Birer küme buluttu sıradağlar yolumda. /Faruk Nafiz
Bir Mecnun geçti o çöllerden bir de ben
Diş mi çektirmedim âlemde Kerem gibi
Ferhat gibi gürz mü sallamadım dağlara
Ne Leylâ yar oldu bana ne Aslı ne Şirin /Cahit Sıtkı
Vur kazmayı dağa Ferhad
Çoğu gitti azı kaldı
Kişne kırat kişne kırat
Çoğu gitti azı kaldı. /Necip Fazıl
(Kırat, Köroğlu’nun atıdır.)
Amasya balı Şirin
Gönül köşkünde yerin
Dağ delmekten güç geldi
Bu seni sevmelerim. /Ceyhun Atuf Kansu
Sebep bazı Leyla, bazı Şirin'di.
Hatırım için yüce dağlar delindi.
Bilek gücüm Ferhat ile bilindi.
Kuvvet benim, kudret benim, zor benim. /Cemal Sâfi
Elifbâdaki “he “harfi iki gözlü olduğu için ağlayan bir insanı çağrıştırır. Yine “Ah” kelimesinin üstündeki med işareti de âhın dumanıdır:
vurma kazmayı
ferhâaad
he’nin iki gözü iki çeşme
âaahhh dağın içinde ne var ki güm güm öter
ya senin içinde ne var
ferhâd
ejderha bakışlı he’nin
iki gözü iki çeşme
ve ayaklar altında yamyassı kasrında
şirin de böyle ağlıyor
ferhâaad / Asaf Halet Çelebi
(Örneklerin bir kısmı “Yeni Türk Şiirinde Edebi Sanatlar” kitabımızdan -Ötüken Neşriyat-, bir kısmı da hazırlamakta olduğumuz “Eski Türk Şiirinde Edebi Sanatlar” kitabımızdan.)

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi