ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 12-04-2025 12:45   Güncelleme : 12-04-2025 13:09

Bir Kadın  / Bilgi Şakar

Yazan: Bilgi Şakar -BİR KADIN 

Bir Kadın  / Bilgi Şakar

BİR KADIN

Günlerden bir gün, yıllardan bir yıl, yerlerden bir yer, evlerden bir ev işte. İnsanlardan bir insan. Herkes gibi kaderini yazmak varken o da kaderinin peşine takılıp gidiyordu. Her gün biraz daha soluyordu bu küçük kasabada. Duracak dinlenecek bir dakikası bile yoktu. Çalışmaktan gocunmuyordu, bir de kıymeti azıcık bilinseydi.

Kış gelir yaz gelirdi art arda; dertleri de öyleydi, biri gitmeden biri gelirdi.  Henüz otuzu yeni geçmiş, taze daha ama çok ezilmiş, çok hırpalanmış, çok çocuğu var. Belki daha da olacak. Sofraya oturup da tam doymuşluğu yok. Ya çocuklar bırakmaz huysuzluk eder veya biri gelir kapıya bir şey ister ya da evdeki büyükler olmadık bir iş çıkarır. "O da can taşıyor, o da bir insan, o da yorulur" diyen yok. Kocası sahip çıksa ona, söz söyleyecek kimse de yok ama nerede?

Bir gün bir yerde beş gün bir yerde, kaçıyor kadının kocası belki de zorluklardan. "Kim söyledi sana bu kadar sorumluluğu al?" diye, "bu kadar çocuk senin neyine? Ben, bir ana babanın bir oğluyum" diyor, "Bir evin tek erkek çocuğuyum" diyor marifetmiş gibi. Sanki herkes öyle değil, herkes bu dünyada bir tane değilmiş gibi. Bir başka ben, bir başka sen yok ki bu dünyada; cehalet işte, biraz da bencillik. "Kız çocuk, erkek çocuk" diye diye getirmişler bu meseleyi bugüne kadar. Hamur yoğurur sabahın ilk ışıklarıyla sonra ahıra Sarıkız’ına koşar, oradan kınalı kuzularının yanına. Bitti mi? Hayır. Su taşır kalabalık evine kendi içindeki yalnızlıkla. Omuzları ağrısa da ses etmez, vurur tekneyi omzuna ya tandıra ya fırına. Pişirdiği ekmekler akşam kapış kapış gidecek nasıl olsa! Biraz tereyağı biraz yeşillenmiş peynir tazesi de olur. Aman efendim ne güzel yenir.

Ne de olsa çocukları doyunca anneleri de doyar, "Onlar üşümesin, onlar ağlamasın!" derken bir ömür gelip geçer. Hepsi bir zaman gelir kuş olur, uçar. Kadının her zaman yükü ağır, bazen yaptıklarını işten bile saymazlar. "Aç mısın, tok musun?" diye sormazlar. Bazı yerlerde insan yerine koymazlar, "elinin hamuru" derler ama o ellerle yapılan ekmeği afiyetle yerler. Bu mu? Bu bir çıkmaz sokak işte! İnsanlığın kadim yarası, insanlığın yüz karası. Kadını da erkeği de doğurup büyüten kadındır. İlk öğretmeni, en candan seveni kadındır ama toplumda kadının yeri nerededir acaba? Bu güneşin yaktığı, karın ve ayazın kavurduğu, rüzgarların savurduğu güzel kadın hastadır biraz.

Hem içten hem dıştan dertler vurur, acımaz ona hayat. Çoğu zaman kimseye bir şey demeden birkaç kez düşüp kalır bir yerlerde, yığılır öyle. Uzun zamandır çekiyordu bu derdi, nihayet gidip doktora anlatır ahvalini. Birkaç ilaç birkaç iğne, "Sakın üzülme, kendine iyi bak, sakın yorulma" ve benzeri tembihlerle eve yollanır. Kocası olacak adam mı? Zoraki yaptığı bu işi bitirince her şeyin yoluna gireceğini düşünüyor, sanki ilaç içince hemen iyileşecek! Öyle bir iki ilaç içince insan iyileşir mi? Bunca yılın dertleri öyle hemen geçer mi? Geçmiyordu işte! "Yorulma" demişti doktor ama bütün işler yine ona bakıyordu. Kim yapacak bunca işi?

Zaman bir nehir gibi akıyordu. Bazen söylüyordu bazen söylemiyordu ama korkuyordu. Sonu ne olacaktı? İçinden, "Bana bir şey olursa bu çocukların hâli ne olur?" diye soruyordu. Yeni bir dert daha bulmuştu kendine ama bu hakikaten bir dertti. 
Bunca çoluk çocuk, çok da büyük değiller. Kendilerini idare edemezler, koca desen evden çocuklardan bihaber...

Günlerden bir gün, yine bir sonbahar, yine yüzü solgun kadının. Yine küçük bir hastanede bakıldı, yine aynı sözler söylendi. Kocası, "Bu kadın çok yorulmayacak, üzülmeyecek, dikkat edilecek, iyi beslenecek!" diye doktor tarafından tembihlendi.

Hastaydı kadın, geri döndüler şehirden. İndiler otobüsten. Sert bir yokuşu vardır eve doğru, ilçenin ta üstündedir evi. İndiler, zar zor yürüdüler yürüdüler. Kadın zaten hastaydı nefes nefes yürüdüler. Kocası, elleri arkada en az iki üç metre önde ve kadın arkada, yürüdüler yürüdüler. Girse koluna, yükünü hafifletse, "Burdayım, yanındayım, seni önemsiyorum" hatta belki, "İyileşmen için her şeyi yaparım" dese, kendinde güç bulacak. Belki iyileşmek için daha çok çabalayacak ama ne yazık ki buralarda bu cümleleri çok söyleyen olmaz. Kocası söylene söylene yürüdü. Kadın, kocasına arkadan bakarak yürüyor; kocası ise arkasına bile bakmadan sert adımlarla çıkıyor yokuşu. Belki de kadının hasta olmasına kızıyordu, neden hasta olduğunu düşünmeden! Kocası eve ulaştı; bir soğuk su istedi, yüzü asık, kızgın biraz yorulmuş diye. Çocukları "Annemiz nerede? diye sordu. Babaları kızgın bir sesle, "Geliyordu işte arkamdan!" diyerek uzandı kanepeye. Çocuklar bakıyor; ne gelen var ne giden ne ses ne soluk. Çocuklar telaşlı ve şaşkın; kadın yok, anneleri görünürde yok. Yaşça daha büyük olan kızı ve oğlu koşup yola baktılar, sağa sola... İndiler daha da aşağıya; sordular konu komşuya, komşuluk ölmemiş, daha insanlık ölmemiş! Bir komşuları vardı, seslendiğini duydular, "Çocuklar; buraya gelin buraya gelin, korkmayın anneniz bizim evde!" Çocuklar şaşkın, "Sizin evde mi, iyi mi bari, iyi mi?" dediler. Korku dolu gözlerle girdiler eve.  Tertemiz bir yer yatağı açılmış annelerine; beyaz bir örtü ile başını bağlamışlar, pek kendinde değildi, uyuyor gibiydi. Sordular merakla, "Annem burada ne yapıyor?" Ev sahibi kadın anlattı, "Camın önündeydim; önce babanız geçti, anneniz epeyce arkadaydı. Babanız geçip gitti, baktım anneniz sendeledi sendeledi, düştü. Yolda kendinden geçti.

Koştuk, aldık getirdik eve. Yüzünü yıkadık, yatırdık dinlensin diye." Çocuklar minnettar olarak ev sahibine bakıyorlardı. Ev sahibi kadın çocuklara sitemli konuştu, "Yavrum, bu hasta kadını neden yalnız bıraktınız?" Çocuklar, "Annem yalnız değildi, babamızla doktordan geliyorlardı." diye cevap verdi. "Baban ardına bile bakmadı, kadın yola yığıldı. Biz görmesek ne olacaktı bu kadının hali!" Çocuklar beyninden vurulmuşa döndüler. İçlerinden babalarına kızıp durdular. Anneleri bir iki saat kadar sonra uyandı. Kendini biraz toparlamıştı. Yavaş yavaş ayağa kalktı. Ev sahibine onlarca teşekkürler edip çıktılar. Çocuklar, annelerinin koluna girdi, yavaş adımlarla yürümeye başladılar. Annelerinin gözünün içine bakıyorlardı.

Kadın, üzgün ama üzülmemesi lâzım değil mi? Kadının kocası önden gidiyor, arkada karısı düşmüş kalmış haberi yok. Anne kendine mi üzülsün çocuklarına mı üzülsün, bilemedi.  Nihayet eve geldiler. Bir de ne görsünler, adam kanepede horul horul horluyor! Kapı sesine uyanıp, "Ne gürültü yapıyorsunuz!" diye çıkıştı. "Annemizi bulduk getirdik." dedi, çocuklar. "Gelmedi mi hâlâ anneniz?" diye sordu. "Düşüp kalmış yolda; senin ardından geliyormuş, bakmamışsın ki arkana, hiç gözetmemiş kollamamışsın ki! Komşular alıp eve götürmüş, kendine gelince alıp getirdik işte." Büyük oğlan, "Annemiz ölse kalsa haberin yok!" diye çıkıştı. Babaları, " Ben ne bileyim yürüyordu ardımdan işte."

Evet bilmiyordu, sadece bakıyor ama görmüyordu, içine attığı yaraları da onu bu hâle kendisinin getirdiğini de bilmiyordu, görmüyordu. Yarım ağızla, " Nasılsın?" dedi. Kadın yüzüne bile bakmadı. Hem kırgın hem kızgındı ömrünü verdiği bu vefasız adama.

Günler bir nehir gibi aktı. Yine kadın hiç durmadı; adam onun yaptıklarına bir kere bile teşekkür etmedi, yaşadılar öyle, işte öyle yaşadılar.

Günlerden bir gün, sabahlardan bir sabah sesi soluğu kesildi kadının. Rengi sarardı sarardı. Artık üzülmüyordu, yorulmuyordu da. Ağır iş de yapmıyordu. Gidişiyle, yokluğunun ağır yükünü çocuklarının omuzlarına bırakmıştı. Onu her tanıyan rahmet okumuştu, iyiliğinden dem vurmuştu. Bahardı, çiçekler açarken o solmuştu. Toprak, hayat bulurken o toprağa düşmüştü. Artık hiç gelmemek üzere gitmişti kadın.

***

TRUVA YAYIN GRUBU YOUTUBE  KANALIMIZA ABONE OLMAYI UNUTMAYIN...

Logoya tıklayıp Youtube kanalımızı ziyaret edebilir, abone olabilirsiniz

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi