ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 26-08-2022 21:30

Ben Mermi...

Yazan: Betül Eren - BEN MERMİ...

Ben Mermi...

BEN MERMİ…

Ne kadar güzeliz. Bir türlü kendimizden gözümü alamıyorum. Bu nasıl bir ışıltı, nasıl bir pırıltı.. Tek bir tarafımızda en ufak bir pürüz yok. Muhteşem bir görüntüye sahibiz… Biz  kim miyiz? Ben, Mermi101. Yakın arkadaşım da Mermi102. Pek çok mermi ile beraber biraz önce bir fabrikada imal edildik.

Kusursuz olmamız için o kadar özen gösterdiler ki… Her bir tarafımız pırıl pırıl parlıyor. Ben bile bu kadar güzel göründüğümüze inanamıyorum. Mermi102 ve diğerleriyle birlikte bandın üzerinde kayar gibi giderken, bizleri kontrol eden insanların önünden hızla geçtik. Bu işleme kalite kontrol diyorlarmış.

Bandın etrafında yer alan işçilerin giysilerinde kalite kontrol yazıyordu. Kontrolümüz tamamlandıktan sonra, önce belli adetlerde kutulara yerleştirdiler bizleri. Hepimiz olağanüstüydük, hepimiz kusursuzduk. Görevimizin ne olduğunu henüz bilmiyorduk. Neşeliydik, bizi üreten işçiler, kendi aralarında konuşup gülüşürken, başka ülkelere gideceğimizi söylediler. Hatta bir tanesi gülerek;
"Ahh ahh, bunlar başlarına gelecekleri bilseler, ya da kendilerinden ne beklendiğini, acaba buradan gitmek isterler miydi?" dedi. 

Birden kanımız dondu sanki. Bizden beklenen neydi ki? Mırıl mırıl sesler yükselmeye başladı üretim yapılan banttan. İçimizde en cesurumuz seslendi: 
“Hey, nereye gideceğiz? Görevimiz ne? Bileniniz var mı?”

Hiçbirimizden ses çıkmadı. Aslında biraz heyecanlıydık. Mermi102 ve ben üretildiğimiz andan  itibaren güzel bir dostluk kurmuştuk ve hep beraber olacağımızı düşünüyorduk. Düşünsenize, güzel ambalajlara konulacak ve dünyanın bin bir ülkesine gönderilmek üzere yola çıkacaktık. Bantlar önce ambalaj kısmına doğru hareket etti ve kutulara konulmak üzereyken Mermi102 ve benim yollarımız ayrıldı. İstemesek de koptuk birbirimizden. O, kim bilir nereye gidecekti, ben nereye… Bir anda büyük bir hüzün kapladı içimizi.  Hissettiğimiz üzüntü o kadar büyüktü ki ağlayabilseydik, ağlardık…

“Bir gün mutlaka görüşeceğiz, beni unutma…” diye seslendim. O da aynı şekilde cevap verdi. Daha sonrasında, ikimiz de kutulardaki yerlerimizi alana kadar sessizce durmayı tercih ettik. Bizi ambalajlayan işçilerden biri, önündeki kağıda bir şeyler yazıyordu. Yazmayı bitirince, yanındaki arkadaşına döndü:
“Her bir sevkiyatta gönderdiğimiz mermilerin en az binde biri kadar insan ölüyormuş biliyor musun?”
“Nasıl yani? Bir milyon mermi sevkiyatı var bugün. Yani en az bin insanın ölümüne mi sebep olacakmış bu mermiler?”
“Bizim yaşlı şef var ya, o söyledi. İstatistik mi ne diyorlarmış buna.”
“Bin insan çok fazla bence. Her gün o kadar insan ölse, neslimiz biter yahu…”

O sırada yaşlı şefin davudi sesi duyuldu:
“Haydi, haydi aylaklığı bırakın. İşimiz acele. Cepheden bekliyorlar. Çabuk, çabuk.”
İşçilerden biri, şefe doğru dönerek:
“Şef, senin oğlan da askerde şimdi değil mi? Cepheye gönderildi mi?”
“Evet, cephede şu anda. Ürettiğimiz mermilerin gelişini bekleyen askerler arasında. Tanrı onları korusun…”
“Şef, hiç korkmuyor musun oğlunun da yaralanacağından veya öleceğinden?”
“Hiç korkmaz olur muyum? Hayatın garip bir cilvesi işte. Ben üretiyorum, o ise benim ürettiklerimi birilerini öldürmekte kullanıyor.”

İşçiler, üretimden çıkan mermilerin son yolculuklarının nerede biteceğini bildiklerinden, birdenbire ağızları kapandı ve somurtkan ifadelerle önlerindeki işlerine döndüler. Mermiler, Hava mı soğudu yoksa ortam mı buz kesti bilemediler ama ters giden bir şeylerin olduğu kesindi.

Yanımdaki mermi, korku dolu bir sesle:
“Ne yani bizler adam mı öldürüyormuşuz? Gerçek mi bu söylenenler?”
“Galiba öyle, baksana hem de ne kadar çok insanın ölümüne neden oluyormuşuz.”
“Hiç inandırıcı değil. Hiç… Ben böyle kötü bir amaç için üretildiğimi hiç sanmıyorum.”
“Ya ne zannediyordun, yani ne için üretildiğini?”

Mermiler birden sustular. Herkes kendi düşüncelerine gömüldü. O insanlar doğruyu söylüyorlarsa, çok kötü bir iş için üretiliyorlardı. Her gün binlercesi, hatta milyonlarcası. Sadece bu fabrikada bile kaç çeşit mermi üretiliyordu. Bundan sonraki yerleri neresi olacaktı acaba? Dünya üzerinde hangi ülkeye gideceklerdi? İçlerinden biri yüksek sesle,
“Her ne olursa olsun, kötülük etmeyeceğiz. Bizim işimiz bu olmamalı…”
“Ben ölümlere sebep olmak istemiyorum, acaba bu işten kaçmanın yolu yok mudur?”
“Onun kolayı var mı bilmem ama anladığım kadarıyla, hedefi biraz şaşırtırsak, bizden bekleneni yerine getirmemiş oluruz.”
“Çok saçma, ben kaçsam bile arkamdaki veya onun arkasındaki görevi yerine getirecek eninde sonunda.”
“Olsun, şahsen ben, hiçbir insanın ölümüne bilerek sebebiyet vermek istemiyorum!”

Fabrikanın içindeki forkliftler koca koca kutuları, onları taşıyacak olan tır dorselerine yerleştirdiler. Konteynırların kapısı kapandı ve mühürlendikten sonra yola çıktılar. Mermiler, az önce tüm konuştuklarını unutup yola çıktıkları için neşelendiler ve küçük uğultularla birbirlerine iyi yolculuklar dilediler. Sonra da büyük bir sessizlik hakim oldu. Mermi101, arkadaşı Mermi102’nin nerelerde olduğunu, kendisini bir daha görüp göremeyeceğini düşündü bir süre. Sonunda diğerleri gibi o da uyuyakaldı. Sabaha karşı bir gürültüyle uyandılar. Dışardan bazı sesler geliyordu.

Nereye geldiklerini anlayamamışlardı ama bir su sesi geldiğine göre, yeni bir araca geçiyorlardı. Sallanan bir araçla sağa sola yalpalaya yalpalaya bir süre daha yol aldılar. Ne zamandır yoldaydılar, yolculuk nerede bitecekti hiç bilmiyorlardı. O kadar sallanıyordu ki bulundukları yer, korkuyla bu yolculuğun artık  bitmesini bekliyorlardı.
Mermi101, aracın durduğunu ve artık geldiklerini fark ederek, yol arkadaşlarına seslenerek onları uyandırdı:
“Nihayet! Yolculuk bitti, hey uyanın arkadaşlar, sanırım geldik.”

Tüm mermiler bir ağızdan konuşmaya başladılar, bir uğultu yükseliyordu bulundukları bölgeden. Onları indiren işçiler, uğultulara bir anlam veremeseler de, yorgun vücutlarını bir an önce dinlendirebilmek için aceleyle boşaltma işlemini gerçekleştirdiler. Sonrasında, başka bir bölgeye gönderilmek üzere yine bir kamyona yüklendiler. Etraflarındaki konuşmalardan anladıkları kadarıyla, onları bir askeri üsse gönderiyorlardı.

Tan yeri henüz ağarmadan bir askeri üsse giriş yaptılar. Daha sonrasında, kutular açıldı ve  bir subay, yanındaki erlerle birlikte orada bulunan tüm askerlere gelen mermileri sırayla dağıttı. Adam başı yüzer adet… Kayıtlarını bitirdikten sonra, askerlerin mermileri  ellerindeki silahlara doldurmasını beklediler. Yakışıklı ve genç askerler, bir yandan yanlarındaki diğer askerlerle konuşuyor, bir yandan da silahlarını hazırlıyorlardı. Mermilerse hala başlarına neler geleceğini anlayamamışlardı. Yanındakiyle konuşarak mermileri dizen askerlerden biri:
“Biliyor musun bu mermiler babamın çalıştığı fabrikada üretilmiş.”
“Gerçekten mi? Nereden biliyorsun?”
“Kutunun üzerinde üretildiği yerin adı yazılı. Orası babamın çalıştığı yer.”
“Haydi canım, işe bak! Desene ki bugün düşmana ölüm saçacağımız mermiler, babanın da emeği olan mermiler…”

Asker, mermileri yerleştirirken, o fabrikada üretilen milyonlarca mermiden biri olan Mermi101’i silahına yerleştirdiğinin farkında bile değildi.

Sağdan soldan gelen patlamalar, barut kokusu ve silah sesleri hiç de hoş olmayan bir yerde olduklarını tekrar hatırlattı onlara. Burası bir savaş alanıydı. Askerlere bağırarak emir veren komutan, bir an önce hazırlıkların bitirilmesini ve şafakla beraber saldırının başlayacağını bildiriyordu.  Tüm askerler, sıraya girmiş kan ve barut kokan ortamda saldırı için bekleşiyorlardı. Mermi101, genç askerin silahında görevini yapmayı bekliyordu. Artık biliyordu. Silahın ateşlenmesiyle birlikte, bir genç vücudun ölümüne neden olacaktı. Silahı tutan askerin kartal gibi bakışları, yay gibi gergin vücudu, biraz sonra burada neler yaşanacağını anlatıyordu. Komutan, son hazırlıkları gözden geçirdikten sonra, bir kuş sesi bile duyulmayan savaş alanında tan yeri yavaş yavaş ağarırken “Hücum...” emrini verdi… 

Askerler, emri duyar duymaz, ellerinde tüfekleriyle ileri doğru hızla atıldılar. Sel gibi koşuyorlardı. Karşı tarafta bulunan düşman askerleri de  aynı anda onlara doğru koşmaya başladı. Silahlar hemen hemen aynı anda ateşlendi ve yardım sesleri, çığlıklar arasında genç vücutlar birbiri peşi sıra toprağa düşmeye başladılar. Mermi101, askerin silahını ateşlemesiyle birlikte, karşısında kendilerine doğru koşan diğer askerin vücuduna doğru yola çıkmıştı. Hızla havada süzülürken, karşı yönden gelen Mermi102’yi görmüş ve birbirlerine şaşkınlıkla bakakalmışlardı. Mermi101 ve Mermi102, hiç istemeseler de birbirine düşman iki genç askerin vücutlarındaydılar şimdi. Önce şimşek hızıyla yol almışlar, sonrasında vücuda girdikten sonra, giderek yavaşlamışlardı. Gencecik insanların organlarını parçalayarak parçalaya, gövdelerini kıpkırmızı akan kanlar içinde bıraka bıraka kendilerinden beklenen görevi yerine getirmeye çalıştılar. Durmaksızın derin yaralar açtılar. Ta ki o iki genç askerin ölümleri gerçekleşene ve son nefeslerini verene kadar…

Aynı fabrikada üretilmiş ve birbirleriyle dost olmuş  Mermi101 ve Mermi102, sürekli olarak savaşı körükleyen ve kendi ceplerini doldurmaktan başka hiçbir şeyi düşünmeyerek silah ticareti yapan  acımasız silah tüccarları yüzünden, bu iki gencecik askeri yaşamdan koparmışlar, hayallerinin ve umutlarının aynı anda son bulmasına neden olmuşlardı…

Uzaklarda bir yerlerde, mermilerin üretildiği fabrikada, yaşlı şef, henüz cephedeki  oğlunun kendi fabrikasında üretilen mermilerden biriyle öldüğünden habersiz, yeni insanların ölmesi için, olanca hızıyla üretimi devam ettiriyordu…

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi