ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 30-04-2023 23:26   Güncelleme : 01-05-2023 00:15

Bağ Bozumunun Öyküsü / Erdoğan Cihan

Yazan: Erdoğan Cihan -BAĞ BOZUMUNUN ÖYKÜSÜ

Bağ Bozumunun Öyküsü / Erdoğan Cihan

BAĞ BOZUMUNUN ÖYKÜSÜ

İlicek köyünün yetişkin erkekleri ya ırgattı ya çiftçiydi. Kimileri de çalışmak için taşımıştı
kendilerini şehirlere.

Eylül sonuydu. Köyde bağ bozumu başlamıştı. 
İbrahim çavuş ve birkaç arkadaşı bir seher vaktinde tozlu yollara düştüler. Köyün çıkışından yüz metre ileride, bir havuzlu çeşme vardı;
"Aşıklar Çeşmesi". Bu çeşme; üç oluklu. Billur 
suları soğuk. Karpuz koysan çatlayıp ayrılacak. 

Bu "Aşıklar Çeşmesinin" oluk oluk akan gözyaşları yeşil bir koruluğa can suyunu veriyor. Söğüt dalları salkım saçak, eğilmişler sulara. Kavak ağaçları sevdalı başlarını salmışlar gökyüzüne. 

Bu ağaçlardan birinin en yüksek tepesine bir
bir çift leylek yuva yapmıştı. Uzun gagalarını açıp gün boyu takırdıyorlar. Bozuyorlar sessiz 
büyüleri. Beyaz kanatlarIndan bir serinlik çöküyor sonbahara. Dal uçlarından kopan yapraklar savruluyor, bir o yana bir bu yana. 

İbrahim çavuşun bir ara gözleri takıldı leyleklere. Bir leyleğin hatırası çarptı yüzüne. Bir iki damla yaş döküldü yanaklarına. Bir dolu yağmıştı da yumurta büyüklüğünde. İlicek köyünün bahçeleri, bostanları, ekinleri sel olmuştu. Zararları büyüktü.

Bu doludan leyleğin biri de nasibini almıştı. Kanatları krık, canı yaralı. Uzun uzun gagasını bir bir açıp bir kapıyor. Can çekişiyordu. 

O, bu leyleği gömleğine sarıp kucaklayıp evine
getirmemiş miydi? İyileştirip günler sonra salmamış mıydı gökyüzüne?. 

"Haydi!, Gidelim abi." dedi bir ses. İrkildi İbrahim çavuş uyandı düşlerinden... 
Bunlar, "Aşıklar Çeşmesinden" kana kana su içtiler.

Ellerini, yüzlerini yıkadılar. Serinlediler, biri kirli mendiliyle kuruladı yüzünü. 

Geride bırakıp çeşmeyi, koruluğu, ekin tarlalarını... Düştüler yeniden güneşli, tozlu yollara. 
Biri bir türkü tutturdu:

             "Ayvalık 'tan çıktım yayan
              dayan dizlerim dayan
              emmim atlı kendim yayan
              uyan Hacı beyim uyan"...

Üzüm bağları, köyden hayli uzakta. Hacıbektaş İlçesi'ne daha yakın. Bunlar, birbirlerine soğuk şakalar yaptı yollarda. 

Biri acısına dayanamadı şakanın açtı ağzını, çürük dişlerinden küfürler savurdu, biri diğerinin ayağını çelmeledi. Biri bir tokat attı en yamanından.Yorucu bir yolculuktan sonra, kendilerini attılar üzüm bağlarına. Yapraklarını az dökmüş  bir ağacın gölgesinde biraz dinlendiler. 

Az sonra giriştiler asmalara. Yeşil yaprakları arasından taze güller gibi- birer birer, salkım salkım :Karabüzgülü, kadınparmağı, gelincik üzümü, devegözü, tilki kuyruğu... üzümlerini kopardılar. Kovalara, sepetlere, naylon çuvallara taşıdılar.

Elleri, yüzleri, giysileri üzüm şiresi; baştan aşağı üzüm koktular.

Bir hışırtı duydular: Bu hışırtı ne gazellerin ne rüzgarın sesiydi. Bu, başka bir sesti. Asmaların arasından bir kara yılan belirdi. Dikti başını bunlara baktı uzun uzun.

Bunlar sopaları, kürekleri kaptılar yürüdüler üstüne yılanın.

Yılan: "Ben tekim, bunlar beş hem de ellerinde  sopalar var. Savaşıp ölmektense kaçıp canımı kurtarayım." dedi. Kayıp gitti başka bahçelere.

Bunlar, üzüm toplamaktan kan, ter içinde kaldılar.

Güneş bir tokat gibi indi yorgun, bitkin yüzlerine.

"Az dinlenelim de getirdiklerimizi yiyelim." dediler. Oturdular bir zerdali ağacının gölgesinde.

Çıkınları açtılar; haşlanmış yumurtalar, bir tabak zeytin, biraz peynir, çökelik, üç beş kuru soğan, beş altı acı sivri biber, birkaç domates, yetecek kadar yufka ekmek vardı çıkınlarında.

Koca bir çaydanlıkta çay demlediler. Yediler, içtiler.

Bir ara İbrahim çavuş, Ramazan'a...

"Koş, git. Pınardan bir testi soğuk su getir. Bu ısınmış."

"Ben doymadım daha!"

"Sen git, testiyi doldur çok uzak değil."

"Suyu getirecek benden başka adam yok mu? “

"Bak! Ben sana dürüm yapacağım. Gelince yersin."

"Tamam."

O, istemese de testinin içindeki suyu döküp pınara gitti.

İbrahim çavuş bir "cinlik" peşine düştü; bağdan bir çekirge, bir karafatma, bir çiyan buldu. Az peynir, biraz yumurta ve soğanla karıştırıp dürümlerin içine koydu.Yanına domates, acı sivri biber koydu.

"Sakın gülmeyin. Ses çıkarmayın. Öyle bir eşek şakası yapacağım ki buna. Bayılacaksınız gülmekten." Beş on dakika sonra Ramazan geldi. 

"Dürümlerin hazır." afiyetle ye, dediler.

Ramazan gelip bağdaş kurup oturdu yanlarına. Bir solukta dürümlerin ikisini üçünü yedi." çok lezzetliymiş,"dedi. O, dürümleri birer birer midesine indirirken bizimkiler kendilerini tutamayıp bir acayip güldüler. Katıla katıla gülmekten gözler yaşlandı. Kasları, göğüsleri ağrıdı. 

Ramazan şaşkındı. Ne olduğunu anlamasa bile." Açıkta bir şey mi gördünüz? Neye gülüyorsunuz? Deliler gibi'. Sağına-soluna baktı. Bir şey görmedi. Onların içinden birine bir şaka yapıdığını sandı...  

                  
             

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi