ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 25-08-2022 22:43

Ağlayan Kalpler Çiçeği

Yazan: Merve Yurtsever - AĞLAYAN KALPLER ÇİÇEĞİ

Ağlayan Kalpler Çiçeği

AĞLAYAN KALPLER ÇİÇEĞİ

Gözlerimi açtım bir kırmızılıkla karşı karşıyayım. Sıcağı hissediyorum kendi nefesimden yüzüme çarpan. Üzerimde bir ağırlık. Kırmızı bir ağırlık.

Haziran sıcağında yorgana sarılıp yatma isteğinin ne kadar yersiz olduğunun ispatı. Üstelik kırmızı. Yüz kızartıcı bir suçtan kaçma isteği gibi. Üstünü örttüğüm utançlarımın gölgesi. Yüzüme yüzüme haykırıyor kırmızının bilgesi. Çıkmak zorunda olduğum, çakılı kaldığım yatakta kulaklarım uğulduyor. Uğultu sandığım dışarıdan gelen uyarı sesleri.

Bağırıyor telefon, beni kendime getirme görevini üstlenmiş gibi. Ona bu görevi yükleyen de kendimin kendisi. Ne büyük bir ironi. Alarm çalıyor hâlâ. “Sen tükenmedin, yeter bu kadar kendine ihanetin.” diyor sanki. Demek ki hâlâ bir umut çabalıyor alt benliğim. Dışa vurma dürtüsü ne zaman kurduğumu hatırlamadığım saatin süngüsü.

Kalkmalıyım. Utanç, düşüncelerimin uydurması. Ben duygularımın kurbanı. Ne diyordu dün okuduğum yazıda? Gücün kendi içimde olduğunu anlatan bir şeylerdi. İçime dönüyorum. Nerede benim gücüm? Kırmızı bir yorganın altında kısılmış. Bir cümle daha vardı… Ahhh ne diyecektim? Buldum. “ Bana bugünün mucizeleri nelerdir?” diyelim bakalım. Günümüz zaten mucizelere muhtaç. Ne kaybederim.

Hızlıca atıyorum kırmızı yorganı üzerimden. Utancım yer yok sana bu bedende. Kararlıyım. Alıyorum yorganı çamaşır makinesine tıkıştırıyor, üstüne de çamaşır suyunu boca ediyorum. Bu kırmızılıkla yaşayamam. Sanki beyaza dönerse utançta söner içimde. Umudum çıkar gün yüzüne. Denemeye değer bence. 

Sıkı bir kahvaltı elzem olan şimdi. Ahhh söylemeyi de unutmamalı: “ Bugünün mucizeleri nelerdir ban?” söyledim. Önce söyledim sonra saçmalığına kahkahalarla güldüm. Kahkaha atmak…

Özlemişim… Bir süredir gizlendiğim mahcubiyet altında bunu da yasak etmiştim kendime. İyi geldi yani. Utancım git arkalara. Mucize göz kırpıyor galiba. 

Kapı aralığından gizli bir güç tarafından izleniyor hissiyle irkildim. O an yeniden kırmızıya büründüm. Yoruldum. Bu gelgitler arasında gömüldüm. Gömülmeyi ve hatta yok olmayı diledim. Yoruldum. Yaşamak için can attığım duyguların kıpırtısında boğuldum. Arzularımla savaşamadığımdan duruldum. Durulduğumun sanrısında kendi kendime kuruldum. Ayıp dedim, günah dedim de sustum oturdum… 

Vebal ödemem gerek… Bir ağacın dibinde gölgelenmenin bile vebali vardı. Sevmenin, sevmemen gerektiği durumlarında nasıl olmasındı. Vebal ödemem gerekti… Duyguların vebali nasıl olur? Çıkmıştım herkesin hayatından. O gece bir ağacın dibine sığınmıştım gizlice. Dün geceye kadar da açmamıştım telefonumu. Peş peşe gelen mesajlara baktım. Önce hangisini tıklamalıydım. Mahcubiyetimin sebebine dokundum ilk önce: “Ne utanmaz insansın.” diyordu. Gerisini bilmiyorum. Utanç üzerime tiksintiyle yapıştı tekrar. Aşamadığım duygularımın sahibinin ismine dokundum sonra. Ellerim bile kırmızıydı. Öyle hissettim. Utanmaz dedim kendime ama yine de dokundum. “Özledim” diyordu. “Geleyim” diyordu. “Güven” diyordu. “Tüm bunlar saçmalık. Kapat kulakların.” diyordu. Ve evet şimdi hatırlıyorum. Kulaklarımı kapatmak için alarmı kurmuştum. Ama yine de kırmızıya mahkûmdum. 

Acıktım. Düşüncelerden sıyrıldım. Tavayı ocağa koydum, kalbimin yerine yağın sesini dinledim. Elimdeki yumurtayı kırdım. Gülmeyi özlemişim gerçekten. Çift sarılı yumurta tavada: Gülümse, diyor bana. Diğerini de kırıyorum o anda bir çift sarılı yumurta daha. Mucize düştü aklıma. Utancım kaçtı kapının ardına. Umudum gülümsüyor hayalen karşımda.   

Balkonuma bir kuş konuyor. Güvercin de bana selam veriyor. Çamaşır makinesinin sesini duyuyorum içeriden. Bitti görevim, ben payıma düşeni temizledim, sıra sende diyor. Sıra bende. Hangisinden başlamalı bilemiyorum ki ben de. Tercihler… Tercihler… Tercihler… Bütün meselenin özündeler. Bazen boş gelir her şey. Tüm çabalar anlam bütünlüğü içinde yer bulamaz kendine.

Bugün dolduracağım hepsini. Dolu dolu yükleyeceğim anlamları. Kırmızıdan kurtuldum. Tatlı bir pembelik üzerimdeki. Bilerek yapmadım hiçbir şeyi. Sevdim… Çok sevdim… Duygularımın esiriydim.

Daldığım hülyalarla vardım en yakın arkadaşımın yanına. “ Yine çok mutlusun. Hayırdır.” dedi bana. O an değilse de bugün anlıyorum “yine” deki hiç de hoş olmayan niyetleri. Kırmızılık belki de bu bilinçle gitti. “ Yâri oldum onun.” dedim. Beni sevdiğini nasıl söylediğini biraz da ballandırarak anlatmış olabilirim. Bal gibi bir tat doluydu içim. Fark edemedim bendeki bal kokusunun arkadaşıma acı geldiğini. Bir süre önce terk edilmişti çünkü. Hiç gülmeyen yüzü yine solmuştu. “ Hiç mi utanmıyorsun? Ben bu hâldeyken sevgi ne haddine?” dedi de gitti. Başımdan aşağı dökülen kaynar sular bedenimi kırmızıya o an bürüdü. İzah edeyim diye düşsem de peşine nafile. Çöktüm bir ağacın dibine. Saklandım utancımla gölgesine. 

Geçti… Benim rengim artık pembe. Kalkıyorum masadan, makineden çıkardığım pembeye dönen yorganı asıyorum balkona. Güvercin kaçıyor çamaşır suyu kokusundan. Olsun benim rengim artık pembe. Kapı çalıyor giriyorum içeri. Genç bir delikanlı “Bunlar siz.” diyor. Elindeki çiçeği uzatıyor.

Giriyorum içeri. Ellerimdeki öyle muhteşem bir güzellik ki. Evime bahar giriyor, ruhum bahara kapılarını açıyor. Bir dal üzerine kalpler dizilmiş, hafif boynu bükükse de güzelliği içime işliyor.

Kalpten çiçek varmış da gönlümü almak için kapıma varmış. Her kalbin içinden süzülen damlalar asılı üzerinde anlamı derindir elbette. Üzerinde bir not gözüme ilişiyor. Açıyorum titreyen ellerimle. “Ağlayan kalpler çiçeği” yazıyor sadece. Onun yazısı tanıyorum. Benden vazgeçmemiş anlıyorum. Telefona gidiyor elim “ Kalpler ağlamasın gel.” Yazarak gönderiyorum. Çalan zile koşuyorum “Buradaydım zaten bekliyordum.” diyor.  Kapımda yârim gülümsüyor. Elimde ağlayan kalpler çiçeğim artık mutluluk gözyaşları döküyor. 


 

 

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi