AFFEDİLMEDEN GİTMEK
Bora otuz beş yaşındaydı. Başarılı bir mimardı. Adını taşıyan ofisi birçok ödüllü projeye imza atmıştı. Gazetelerde röportajları çıkıyor, toplantılarda ayakta alkışlanıyordu. Ama tüm bu başarıların arkasında yıllardır susturduğu bir eksiklik vardı.
Kalbi...
Son birkaç yıldır yoğun iş temposu içinde hissettiği yorgunluğu önemsememişti. Merdiven çıkarken artan nefes darlığını, gece uykularındaki sıkışmalarını stres diyerek geçiştirmişti. Ta ki bir sabah ofisinde yere yığılıp hastaneye kaldırılana kadar…
Doktorun sözleri soğuk bir kış rüzgârı gibi içine işledi, “Kalbin ciddi şekilde hasar görmüş. Kalp yetmezliği seviyesindesin. En kısa sürede ameliyat olmazsan yaşama şansın çok düşük.”
O an hayatı bir mimarın çizdiği proje gibi gözlerinin önünde akmaya başladı. Sanki yıllar önce eksik bıraktığı bir duvar şimdi çatlamıştı, tüm yapıyı sarsıyordu. Ve o eksik parça, yıllar önce üniversitede tanıdığı bir kızdı.
Elif…
Yirmili yaşlarının başındayken üniversitede hayatı çok daha bencilce yaşıyordu. Popülerdi. Projeleri beğeniliyor, hocaları onu parlak bir gelecek için işaret ediyordu. Elif ise sessizdi. İçine dönük, gözlerinde her zaman bir şeyler saklayan, kalbiyle düşünen bir kızdı. Onun Bora’ya duyduğu duygular gözlerinden okunuyordu. Bora bunu biliyordu ve o henüz gençti. Duygularla oynamayı “zararsız” sanmıştı. Elif’i kırmış, alaycı sözlerle ondan uzaklaşmış, sonra hayatına devam etmişti. Elif okulu bırakmış, izini kaybettirmişti.
Bora’nın aklında hep o sessiz bakışlar kalmıştı. Ve şimdi, ömrünün belki de son aylarında içini yiyip bitiren tek şey, o bakışlardan affedilmeden gitme ihtimaliydi.
Bora araştırdı, iz sürdü, eski okul arkadaşlarını aradı. Ve sonunda Elif’i İstanbul’un sakin bir semtinde küçük bir sahaf dükkânında buldu. Artık otuzlarının başındaydı. Saçlarını boyamıştı, yüzü biraz daha yorgundu ama gözleri… Gözleri hâlâ o eski Elif’ti.
Bora içeri ilk girdiğinde, kendini tanıtmadı. Elif onu tanımamıştı. Belki de tanımak istememişti. O da sessizce müşteri gibi davranmaya başladı. Kitaplar aldı, her gün uğradı. Aralarında yavaş yavaş bir sohbet gelişti. Bora, mimar olduğunu söyledi ama adını farklı vermişti. Gerçek kimliğini gizliyordu. Onun affını bir yabancı olarak kazanmak istiyordu. Çünkü gerçek adını söylerse, affetmesi bir mecburiyet gibi olacaktı. Oysa gerçek bir affı, gönülden geleni istiyordu.
Haftalar geçti. Elif, bu gizemli adamın gözlerindeki kırgınlığı fark etmişti. Onun içinde taşıdığı yükü, adını bilmeden bile hissediyordu. Ve Bora her gün biraz daha fazla konuştu. Çocukluktan, mimarlığın yalnızlığından, hayatta kaçırdığı şeylerden… Bir akşamüstü yağmur çiselerken Bora küçük bir kitapla çıkageldi ve kitabın arasına bir not bıraktı. "Bazen insanlar, bir binayı yanlış bir temel üzerine inşa eder. Sonra zaman geçer, yapı çatlar. Ve yeniden kurmak istersin. Ama yıkmadan olmaz. Ben seni bir zamanlar yıktım. Ama şimdi, senden izinsiz inşa etmek istemiyorum. Sadece affını bekliyorum. Adımı bilmeden bile..."
Elif o notu okuduğunda uzun süre kıpırdamadı. Kalbi sıkıştı. Yıllardır gömmeye çalıştığı o yara, bu sözlerle açılmıştı. Ama garip bir şekilde acıtmamıştı. Sanki hafiflemişti. “Beni tanıyor musun?” diye sordu ertesi gün, gözlerinin içine bakarak.
Bora sadece, “Tanımamak mümkün mü?” dedi. “Ama ben bu sefer, seni olduğun gibi tanımayı seçtim.” Ameliyat sabahı hastane koridorları gri bir sessizliğe bürünmüştü. Bora’nın kalbi içinde taşıdığı sırrı artık Elif’e açmıştı ama vicdanındaki yük hâlâ tam anlamıyla hafiflememişti.
Sedye hazırlanırken, Bora hemşireye hafifçe fısıldadı, “Elif Hanım burada mı? Onu son bir kez görebilir miyim?” Hemşire başını salladı. Az önce gelen genç kadının gözleri doluydu, ama sesi kararlıydı. Birkaç dakika sonra Elif, beyaz önlüklerin arasında yürüyerek odaya girdi. Yavaşça yaklaştı. Göz göze geldiklerinde, yılların ve sessizliğin yükü bir anda çözüldü üzerlerine. Bora zor konuşuyordu. Solgun teni, güçlükle yükselen göğsüyle mücadele ediyordu, ama gözleri hâlâ capcanlıydı.
“Elif… Ben o gün, sana gülmedim… Kendime güldüm. Birinin beni sevebileceğine inanamamıştım. Korktum! Kalbim o zaman da arızalıydı ama başka bir şekilde…”
Elif elini tuttu. İlk kez ona dokundu. Sıcaklığıyla değil, affedişle. “Geçmişte çocukça şeyler yaşandı Bora, ama bugün… Bugün bir insanla vedalaşıyorum, bir gururla değil, bir kalple…”
Bora gözlerini kapadı, hafifçe başını ona doğru çevirdi. “Beni affettin mi?” diye fısıldadı. Elif’in gözünden bir damla yaş süzüldü. Elini sıkıca tuttu. “Zaten hiç gerçekten kızamamıştım sana. Belki kırılmıştım, ama kalbim hep affetmişti.”
Bora’nın gözlerinden bir damla yaş süzüldü. Dudaklarında belli belirsiz bir gülümseme oluştu. Son bir nefes gibi, “Şimdi içim biraz daha hafif.” Elif sabaha kadar hastanede bekledi. Saatler ilerledikçe içindeki sıkıntı büyüdü.
Ve sabaha karşı doktor geldi. “Elimizden geleni yaptık ama kalbi dayanamadı…” dedi. Elif’in gözyaşlarına hâkim olamadı.
Elif günlerce sessiz kaldı. Ama bir gün sahafın camına küçük bir not astı: "Bir mimar vardı. Kalbi kırık binalar gibi çatlamıştı. Ama en güzel yapıyı, gözyaşından inşa etti. Adı Bora’ydı. Ve ben onu affettim."
***
TRUVA YAYIN GRUBU YOUTUBE KANALIMIZA ABONE OLMAYI UNUTMAYIN...
Logoya tıklayıp Youtube kanalımızı ziyaret edebilir, abone olabilirsiniz
Sağlık gibi aşk gibi....