ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 28-05-2023 15:12   Güncelleme : 28-05-2023 15:21

Zeytin ve Gül / Birsen Yurdakul Tomurcuklu

Yazan: Birsen Yurdakul Tomurcuklu -ZEYTİN ve GÜL

Zeytin ve Gül / Birsen Yurdakul Tomurcuklu

ZEYTİN ve GÜL

Melek ve Elif, aynı mahallede doğmuş, aynı tozlu sokaklarda koşturmuş, beraber oynamış, ağlamış, gülmüş, üniversiteye kadar aynı okullarda hatta aynı sınıflarda okumuş, kardeşten öte candan arkadaştılar.

Ayrı şehirlerde yaşasalar da sık sık bir araya gelmeye fırsat yaratırlar, özlem giderirlerdi. Yine böyle bir buluşmaydı. Melek, Elif’in daveti üzerine arkadaşına birkaç günlüğüne misafir olacaktı. Melek kitabına dalmış, yolculuğun sonuna geldiğini, vaktin nasıl geçtiğini anlamamıştı. Araba otogara geldiğinde, arabanın camından Elif’i gördü. Elif neşeyle gülüyor, el sallıyordu. Sanki yıllar olmuştu görüşmeyeli. İki arkadaş özlemle kucaklaştılar.

Elif, Ege’de bir sahil kasabasında yaşıyordu. Küçük şirin bir evi, yine küçük bir bahçesi vardı. Çiçekleri pek severdi. Bahçesinde rengârenk, bolca çiçekler yetiştirmişti. Bahçeyi adeta cennete çevirmişti. Mart ayının ortalarıydı. Havanın serinliğine aldırış etmeden yemeklerini bu güzel bahçede, sohbet ederek yediler. Yemekten sonra Elif “Hadi, sahile gidelim. Biraz oturur geliriz. Güneşte var, hava güzel sayılır” dedi.

Sahilde güzel bir çay bahçesiydi. Hafif rüzgârda dalgalar adeta birbirleriyle oynaşıyordu. Güneş de bulutların arasından bir çıkıyor bir kayboluyordu. Çaylarını yudumlarken hem güzel manzarayı seyrediyor hem de iyot ve yosun kokan havayı içlerine çekiyorlardı.

Bir ara Elif gözlerini kapadı. Dalgaların aralıklarla ve sırayla bazen kuvvetli bazen sakin, hışırtıyla kıyıya vuran sesini dinliyordu. Bestesini doğanın yaptığı en güzel müzikti bu. Köpüklü dalgaların kavuştuğu kumlar mı, sahil mi eviydi denizin? Yoksa her kıyıya vuruşta dalgaların içine çektiği kumlar yuvasına, sevdiğine mi kavuşuyordu kayarak ve kaybolarak?

Elif dalıp gitmişti. Bir ara güneş parlayarak bulutlardan sıyrıldı. Kısa bir süre sonra güneş ışınları altında yaz yağmuru gibi hafif bir yağmur başladı. Denize düşen her damla, maviliğin üzerinde hareler oluşturuyor, daireler güneş ışığının altında parlıyordu. Melek Elif’e “Hatırlıyor musun?’’ dedi. Elif daldığı düşüncelerden arkadaşının sesiyle sıyrıldı. "Böyle güneşli havada yağmur yağınca ellerimizi açıp 'güneş yağıyor, haydi toplayalım’derdik." İkisinin de yüzüne tatlı bir tebessüm yayıldı. Ellerini açıp eskisi gibi deyip yağan güneşi avuçlarına topladılar. Elif avuçlarına bakıp ‘’bu ara ülkemizin çok ihtiyacı var, daha çok güneş toplayalım‘’ dedi.

6 Şubat'ta bütün yurdu derin üzüntüye boğan, kül eden, yok eden deprem; herkes gibi onlarında aklından çıkmıyordu. Akşamın alaca karanlığı çökmeye başlamıştı. Eve dönerken iki arkadaş, yakın zamanda olan yıkıcı depremin ardından sel felaketini, deprem bölgesinde yaşanan acıları, televizyonlardan gördükleri harap olmuş illeri, yaşanan acıları yüreklerinde hissederek konuştular yol boyunca. Çok fazla acı, çok fazla ıstırap vardı. Sadece deprem bölgesini değil, bütün yurdu vurmuştu.

Ertesi gün, ortalama bir buçuk saatlik bir yol mesafesinde, çok güzel bir sahil kasabasına gitmeye karar verdiler. Orada ortak arkadaşları vardı. Hem arkadaşlarını görecekler hem çevreyi gezeceklerdi. Henüz yaz sezonu açılmadığı için araçlar seferlerini daha seyrek yapıyorlardı.

Yolculuğun ilk bölümü başlamıştı. Arabaya binip koltuklarına yerleştiler. Yol boyuca bazen dağ eteğinden bazen de içinden geçerken manzara inanılmazdı. Yeşilin her tonu gözlerinin önüne serilmişti. Aralıklarla gözüküp kaybolan deniz, yeşilliğin arasında açan sarı, mavi, beyaz kır çiçekleri, Tanrı'nın fırçasından çıkmış, muhteşem bir tablo gibiydi. Tanrı, buralara çok cömert davranmıştı.

İki arkadaş etrafı seyrederken yolculuğun ilk bölümü bitmişti. Arabadan inip, yol kenarında diğer arabayı beklemeye baladılar.
Onlar gibi aynı yerde bekleyen üç kişi daha vardı. Elindeki sebze dolu poşetlerden belli ki orta yaşın üzerindeki teyze, pazardan geliyordu. Biraz ilerde sırtlarında çanta, ellerinde valiz ve yanlarında gece gibi siyah bir köpekle genç bir çift duruyordu.
Bir hayli zaman geçmiş, araç hâlâ gelmemişti.

Beklerken diğer yolcularla Melek ve Elif ayak üstü konuşmaya başladılar. Aynı köyün aracını bekliyorlardı. İsimler söylendi tanıştılar. Adı Gül, eşinin adı Ahmet, köpeği de Zeytin'di.

Melek, Gül'e bakarken yüzünde ve gözlerinde rüzgârda dalgalanan siyah tül gibi bir hüzün seziyordu. Gülümserken dudağının kenarında, aşağı doğru kıvrılan bir acı durağı vardı. Onlar konuşurken Ahmet sessiz kalıyor, uzaklara, dağlara bakıyor, bakışları yemyeşil tepelerde kayboluyordu. Zeytin, Gül'ün yanından hiç ayrılmıyor, arada bir etrafında dolaşıyor, Gül de onun başını okşuyordu. Aralarındaki bağın kuvveti anlaşılıyordu. Bekleyiş uzadıkça, ayak üstü sohbette daha samimi bir hal aldı.
Elif "Tatile mi yoksa eve dönüş mü?"
"ikisi de değil. Keşke öyle olsaydı. Hatay'dan, bir yakınımızın yanına geliyoruz" dedi Gül.
Elif ile Melek "Geçmiş olsun." derken, bütün ülke gibi kendilerini de çok üzgün olduklarını, acılarına ortak olduklarını söylediler.

Aralarında ki konuşma daha sıcak bir hal almıştı. Kenarda bekleyen teyze de onlara dahil olmuştu. Deprem felaketinin üzerinden henüz otuz beş gün geçmişti ve acılar çok tazeydi. Meleğin dikkatini çeken, Gül'ün yüzündeki o hüzün perdesinin nedeni şimdi anlaşılıyordu. Hatta sadece yüzü hüzünle perdelenmemiş, Gül acıdan dokunmuş bir elbise giymişti üzerine.

Gül anlatmaya başladı, kesik kesik cümlelerle. "İstabul’da oturuyorduk. Uzun zamandır Hatay'a geri dönmeyi istiyorduk. Bunun için hazırlık yapıyorduk. İstanbul'da ki evimizi sattık, iş yerimizi devrettik. Depremden iki hafta önce Hata'ya geri döndük. Heyecanlıydık. Eşimin ve benim ailelerimiz, anne babalarımız buradaydı. Yeni evimize dört gün önce yerleştik. İçimiz pır pır ediyordu. Hayatımızın yeni bir dönemiydi bu. İki hafta içinde akrabalarımızla eski komşularımızın çoğuyla görüştük, hasret giderdik. Artık buradaydık. Sevdiklerimizle daha sık görüşme olanağımız vardı.

5 Şubat gecesi biraz evde düzenleme yaptık. Bunlar son dokunuşlardı. Zeytin, her zaman yattığı yerde yatıyordu. Gecenin yarısı huzursuzlanıp, havlayarak yanımıza geldi. Garip davranıyordu. Yatağa çıktı. Sonra yataktan inip yanına sindi. Biz şaşkın şaşkın ne yapmaya çalışıyor diye bakarken, tekrar yatağa çıktı. Bizi çekiştiriyor, tekrar yatağın yanına gidip siniyordu. Çok garip davranıyordu. Anladık ki bizi yatağın yanına çekmeye çalışıyordu. Sonunda yatağın kenarına, yerde Zeytin'in yanına oturduk. Zeytin bir türlü sakinleşmiyor, kucağımızdan inmiyordu.

Birden inanılmaz bir ses, bir uğultu kulaklarımızı, beynimizi doldurdu. Tarif edilemez, anlatılamaz bir ses, gök gürlemesi, deniz çıldırması, toprak kayması, inanılmaz bir sarsıntı, hepsi birden deprem oluyordu. Yer yarılıyor, gök yarılıyor, sarsıntı bir türlü bitmiyordu. Üçümüz bir yumak olmuş, uçuşan molozlardan, tuğlalardan, yıkılan duvarlardan, bilinçsizce korunmaya çalışıyorduk.

Sarsıntı durup, gözlerimizi açtığımızda, evin duvarları yoktu. Açıktaydık. Gökyüzünün altındaydık. Biz, üçüncü katta oturuyorduk. Fakat şimdi neredeydik. Katlar birbirinin üzerine yığılmıştı. Çıkmaya, kurtulmaya çalıştık. Dışarı çıkmayı başardığımızda, gördüğümüz manzarayı algılayamadık. Kanayan kolumuzun, bacağımızın farkında değildik. Kıyamet bu olmalıydı. Kıyamet kopmuştu Hatay’da."

Gül sustu. Yanaklarından yaşlar süzülüyordu. Sesi kısılmıştı. Teyze dahil, herkes ağlıyordu. Gül'e teselli olabilecek bir iki laf söylemeye çalıştılar. Fakat bu acıyı hafifletecek, teselli edecek ne söylenebilirdi ki. Gül biraz soluklanıp, toparlanmaya çalıştı. Belli ki içindeki acıyı dışarı bırakıyordu. Elif’le Melek, Gül'ün kederini, acısını derinden hissediyordu.

Televizyonda görüp duyduklarından, daha farklı duygulara sürüklenmişlerdi. Bire bir dinlemek, karşılıklı konuşmak, yaşanan korkuyu, acıyı daha güçlü bir şekilde hissettiriyordu.

Gül biraz toparlanınca, anlatmaya devam etti. "Zeytin uyardı bizi. Yere çekmeseydi, belki şimdi yaşamayacaktık. İnanılır gibi değildi. Bizi çekiştirmesi ve havlarken titremesi. Oda çok korktu. Hâlâ bitmedi zavallının titremeleri. Biz göçükten çıkınca, felaketin büyüklüğünü etrafı görünce anlayabildik. Anne babalarımızın evlerine koştuk. Ev yoktu. Koca bir yıkıntıydı.

Ne tarafa dönsek, evler koca bir moloz yığını olmuştu. Telefon yok, her yer karanlık, dışarı çıkabilenler sokaklarda, çaresiz.  Gözlerinde korku, kim sağ, kim değil endişesi. Bir şeyler yapabilmek için sonuçsuz koşuşturmalar…

İkinci deprem ise zaten kalanı da yıktı. Hatay'ı kül etti. Göçüklerde kalanları kurtarmaya çalıştık. Hatay’a üç gün kimse gelemedi. Çok insanımız göçük altında kaldı. Kimi kurtulmayı beklerken, onlar ölümü beklediler. Nefes alanlar da çaresiz umutlarını öldürdüler.

Üç gün sonra kurtarma çalışmaları başladı. Eşim de, ben de annelerimizi, babalarımızı kaybettik. Akrabalarımızdan otuz iki kişinin cansız bedenleri göçüklerden çıkarıldı. Bulunamayan altı canımız daha var.

Umudumuz kalmadı ama yine de aklımızda sorular var. Acaba içlerinde yaşayan var mı, varsa neredeler?  Belki de göçükle beraber kaldırıldılar. Akıbetleri bilinmeyen, bulunamayan kayıp insanlarımızın, onların acısı da bir başka yakıyor içimizi.

Her şeyimiz vardı, şimdi hiçbir şeyimiz yok. Çok şükür canımız sağ ama kalbimiz, yüreğimiz çok yaralı. Biliyorum, o garip çıldırtan sesi ve her tarafa yayılan ölü kokusunu asla unutamayacağım."

Gül anlatırken bizler de dinlerken ağlıyorduk. Yanımızda ki teyze çıkardı cüzdanından 100TL’yi Gül’ün avucuna sıkıştırmaya çalışıyor, ısrarla Gül almak istemiyordu.  “Yok teyzem yok” diyor. Elif Gül’e:
"Al lütfen, sevabı teyzeye" deyince, Gül parayı mahcup bir şekilde alıp, teşekkür etti. Elini öptü teyzenin.  Eskiden tanışıyorlarmış gibi sarıldrılar. Teyze bir şeyler söyledi. Gül;
"Şimdi akrabalarımızın yanına gidiyoruz. Bir süre kalacağız, daha sonra başımızın çaresine bakacağız" dedi.

Köye giden araba nihayet geldi. Teyzeye veda edip, dördü arabaya bindi. Aynı köye gidiyorlardı. Elif şoföre;
"Dört kişi" dedi.

Gül ile eşi ellerini kalplerinin üzerine koyup, sessizce teşekkür ettiler. Elif içinden "Keşke daha fazla bir şey yapabilseydim" diye düşündü…

Editör: Ümmügülsüm Hasyıldırım 

 

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi