ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 27-01-2023 20:31

Yoksulluk

Yazan: Ahmet Keskin - YOKSULLUK

Yoksulluk

YOKSULLUK 

Develeriyle geldiler. Bellerinde palaları, sırtlarında beyaz yeldirmeleri vardı. Yukarıdan ayın şavkı üstlerine düşüyor, kalın gövdeleri, uzun boyları gölgeler halinde kumlara düşüyordu.

-Burada konaklayacağız. Çadırı kurun.

Bir telaş içinde denkler çözüldü, sırıklar belli noktalara dikilip iplerle sağlamlaştırıldı. O iri bıyıklarını parmak uçları ile arada sıvazlayıp buruyordu:

-Ateş yakın.

Çevredeki iri taşlar toparlandı. Daire şeklinde sıralandı. Bir kaç kuru dal ortasına konup tutuşturuldu. Ateşin alevden dilleri havalandı, boşlukta dolaştı. Sonra sonra köşesine çekildi:

-Yemek!

Ateş üzerindeki saç ayaklar üzerine yerleştirilen kaplardan et kokuları etrafa yayıldı. 
Ortaya serilen ipeksi bir örtü üzerine çeşitli yiyecekler dizildi. Birkaç kişi oradan buraya koşuyor, gelen tabakları sıralıyor, yeni tabaklar için tekrar hareketleniyorlardı.
Önce o, baş köşeye yerleşti. Sonra eliyle buyrun dercesine icazetledi. Yer sofrası etrafı kalabalıklaştı. Oturan her beden gözünü ondan yana çevirmiş bekliyordu. Öbeğin tamamlandığını görünce:

-Buyrun, dedi. İlk lavaş dürümünü kıvırıp ortadaki tabağa uzandı. Koca koca dudaklardan önce  'Bismillah'  duyuldu. Çeneler atılan lokmaları çiğnemek için hareketlendi. Çiğnenen her lokma bir açlık bastırıyordu. Eller uzandıkça ortadaki yiyecekler azaldı, azaldı. Son lokmalar kalanları sıyırırken 'Şükür elhamdülillahlar salındı.'
Koca kalabalık geri çekildikçe, ayaktakiler ortalığı toparlamak için hareketlendi. O,
"Kahveler!"
dediğinde çoktan bakır işlemeli cezveler közlerin üstüne sürülmüş, işlemeli fincanlar bakır tepsilere dizilmişti.
Buharı üstünde cezveler fincanlara dökülüp sunuldu.
Ortalığı bir höpürtü kapladı.
O elindeki fincanı ters şekilde tepsiye kapattı. Diğerleri 
Onu takip etti.
Tepsilerde bir, iki, üç... Otuz dokuz, tam kırk fincan vardı. O:

-Bugün bereketli geçti, dedi. Ganimetleri yerine koyun. Onlar:

-Koyduk, dediler.

-Yarın daha uzağa gideceğiz. İyi dinlenin.

-Tamam, dediler.
...
Kırk haremiler her sabah develerine binip yeni yerlere yol aldılar.
Her akşam yerlerine geri döndüler.
Yemekler yendi. 
Kahveler içildi.
Çoktan koydukları ile dinlenmeye çekildiler.
...
Uzak yerlerde onca insan gün boyu çalışıp ter döktü, emeğini şekillendirdi.
Kırk haremiler her gün develeri, ağzı yalımlı palaları ile talana durdular.
Hızır yüksekçe bir tepeden olan biteni izledi,
"Bu insanlar haramilere neden karşı koymaz?
Yoksa benim bereketim çalışana yarar sağlamaz, haramiye yarar,"
diye söylendi.

Duyan duydu. Duymayan tekrar alın terine sarıldı.
Söz konusu alın teri dökmek kadar ona sahip çıkmaktı.
Sahip çıkılmadıği sürece yoksulluk son bulmayacaktı, son bulmayacaktı, son..

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi