YAĞ KOKUSU
Leğenden koparıp aldığı hamuru yuvarlıyor, altına bir miktar un serpip küçük oklavasıyla açıyor ardından ocaktaki kızgın yağ dolu tavaya usulca saldıktan sonra yağın içinde kayan, şişip rengi kızarmaya duran bezeleri kıyıdaki küçük demir şişle çeviriyordu.
Karşıdaki plastik sandalyede oturan adam onu dikkatle izlerken; “Becerikli kızım benim, anası gibi.” diye içinden geçiriyordu. Bu arada yanı başındaki tepside üst üste yığılmış pişilerden çıkan yağ kokusu ortalığı kaplıyordu:
-Necla çay koyayım mı kızım?
-Baba ayran yapmıştım. Dolaba koydum soğuması için. Ayranla daha iyi olur diye düşündüm.
-İyi düşünmüşsün, ben boş boş oturmayayım demiştim.
-Otur babam sen, senlik bir iş yok. Olursa söylerim.
-Söyle kızım.
-Tamam babam.
-Tıpkı rahmetli anan gibi senin elinde, maşallah!
-Öğretmenim o ya babam.
-Üşenmez, kalkıverir erde, geçte yapardı.
-Birazdan dağıtırız, ruhuna gider.
-Gitsin kızım.
-Babam, ana mı özledin mi?
-Özlenmez mi kızım? O benim her şeyimdi.
-Senden memnundu.
-Ben de memnundum. Rabbim de razıdır inşallah.
-İnşallah!
Yaşlı adamın gözleri nemlendi. Sanki koca bir bulut yığını geldi, çöktü. Kızı iki söz daha etse ağlayacaktı. Kızı suskunlaşınca ağlamadı. Kızının hamura uzanan, oklavayı iteleyen, şişi tavaya uzatan ellerinde rahmetli hanımını görüyordu. Yastığece eğilen beli, dışa vuran sırtı tıpkı onun gibiydi…
Torunu geldi. Kapıdan baktı baktı:
-Acıktım ben, dedi.
-Bak orada tabaklar var. Al gel ikisini. Pişi katayım dedenle birlikte yiyin.
Yaşlı adam:
-Hülyam, dedi. Dolapta ayran varmış. Ben de iki bardağa ayran katayım, birlikte yiyelim.
Önlerindeki tabakta duran pişileri plastik bardaklardaki ayranları içerek yemeye koyuldular. Kızçe, “hapur hupur” yerken yan gözle dedesine bakıyordu:
-Beğendin mi dedem?
-Güzel olmuş. Nenen de güzel yapardı.
Lokmalar ağzında dönerken daldı gitti. Mekanik bir şekilde elindeki pişiyi ısırıp koparıyor, bir yudum ayranından aldıktan sonra iştahla yiyordu. Arada kızı sıcak pişilerden ilave ediyordu:
-Eline sağlık kızım, eline sağlık. Evimiz sayende yağ koktu yine. Ruhuna ulaşır inşallah, diye söyleniyordu.
Aradan ne kadar zaman geçtiğinin ayırdında değildi. Kalkıp dış kapıya yürürken:
-Kızına da öğret pişi yapmayı, kızına da öğret, diyordu…
Editör: Hamit Gözümoğlu