ŞİLE MALİKÂNESİNİN SIRRI
Evren ve Selim, Şile'nin rüzgârlı sahillerine tepeden bakan, yaşlı ve görkemli bir malikâneyi ilk gördüklerinde içinde yatan sırları asla tahmin edemezlerdi. Yıllarca süren ilişkilerini nihayet evlilikle taçlandırdıktan sonra şehir hayatının gürültüsünden uzaklaşmak ve kendilerine ait bir cennet yaratmak istemişlerdi.
Malikânenin çatısı çökmüş, bahçesi otlarla kaplanmış, pencereleri kırılmıştı ama Evren o ilk görüşte, buranın sadece bir ev değil, bir yaşam projesi olacağını anlamıştı. Selim ise Evren'in gözlerindeki o parıltıyı gördüğünde bu deliliğe balıklama atlamaya hazırdı.
Aylarca süren hummalı bir çalışma başladı. Eski ahşap zeminler gıcır gıcır parlatıldı, duvarlara yeni bir soluk getiren renkler seçildi, antika mobilyalarla her köşeye ayrı bir ruh verildi. Evren, iç mimari dehasını konuştururken Selim ise daha çok fiziksel güç gerektiren işlere el atıyordu.
Eski kütüphanenin tavanını onarırken Selim eline çarpan tuğla sesiyle irkildi. Beklediğinden daha gevşek duran bir taşın ardında, oyuk bir boşluk fark etti. Merakla elini uzattığında kadife kumaşa sarılı ağır bir nesneye dokundu.
"Evren, buraya gel!" diye bağırdı heyecanla.
Evren koşarak geldiğinde Selim'in elindeki eski, yıpranmış ve üzerine tuhaf semboller işlenmiş taştan tableti gördü. Tablet, avuçlarında garip bir ısı yayıyor gibiydi. Üzerindeki oyma yazılar, bilmedikleri bir dile aitti ve sanki her çizgi, içinde saklı bir gücü fısıldıyordu.
Evren tableti incelerken "Bu da ne böyle?" diye fısıldadı. Yazıtlar, daha önce hiçbir yerde görmediği kadim bir medeniyete ait gibiydi. İşaretler, labirent gibi iç içe geçiyor, bazı yerlerde yıldız kümelerini, bazı yerlerde ise fantastik yaratıkları andırıyordu.
Selim, "Belki de evin eski sahiplerinden kalma bir şeydir" dedi, ama sesi pek de ikna edici değildi. Gözlerinde, tıpkı Evren'inki gibi bir tedirginlik ve merak karışımı vardı.
Tableti buldukları yerdeki boşluğu daha da genişlettiklerinde içeriden başka nesneler de çıkmaya başladı: paslı bir pirinç anahtar, kurumuş otlarla dolu küçük bir kese kağıdı ve en ilginci, kenarları yıpranmış, deriye sarılı bir parşömen. Parşömenin üzerindeki çizimler, tablettekilere benziyordu ama daha karmaşıktı. Sanki bir harita veya bir talimatlar dizisiydi.
O gece, yatak odalarının şöminesinde yanan odunların çıtırtısı eşliğinde, buldukları bu esrarengiz nesneleri masaya yaydılar. Tablet, odanın havasını değiştirmiş gibiydi; hafif ama hissedilir bir enerji yayıyor gibiydi. Evren, üzerindeki sembolleri dikkatle incelerken zihninde garip görüntüler belirip kayboluyordu: sisli ormanlar, parlayan taşlar ve yankılanan fısıltılar…
"Sence bunlar ne anlama geliyor, Selim?" diye sordu Evren, sesi beklediğinden daha alçak çıkmıştı.
Selim, parşömeni çevirirken kaşlarını çattı. "Bilmiyorum Evren ama içimde bir his var… Bu bulduklarımız, sadece eski eşyalar değil. Sanki bir şeyin başlangıcı gibi."
Ve gerçekten de öyleydi. Şile'nin rüzgârlı tepesindeki bu eski malikâne, Evren ve Selim için sadece bir yuva olmakla kalmayacak, aynı zamanda onları kadim sırların, mistik güçlerin ve tehlikeli bir maceranın tam ortasına çekecekti. Buldukları yazıtlar, geçmişin karanlık bir kapısını aralamış, onları hiç beklemedikleri bir yolculuğa çıkarmıştı.
***
TRUVA YAYIN GRUBU YOUTUBE KANALIMIZA ABONE OLMAYI UNUTMAYIN...
Logoya tıklayıp Youtube kanalımızı ziyaret edebilir, abone olabilirsiniz