ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 18-06-2025 16:48   Güncelleme : 18-06-2025 18:51

Rüzgârın Okşadığı Hazine / Durmuş Ali Özbek

Yazan: Durmuş Ali Özbek -RÜZGÂRIN OKŞADIĞI HAZİNE

Rüzgârın Okşadığı Hazine / Durmuş Ali Özbek

RÜZGÂRIN OKŞADIĞI HAZİNE

Gün batarken tepelerin ardında turuncu bir ışık süzülüyordu. Küçük bir köyde, taş duvarlı mütevazı bir evde yaşayan Bahtiyar, her akşam olduğu gibi kapısının önündeki tahta banka oturmuş, ufka bakıyordu.

Elinde yılların yorduğu bir tahta kaşıkla, toprak kasesinden aldığı son içim çorbayı ağzına götürdü. Çorbanın buğusu, serin akşam havasında usulca yükseliyordu. Bahtiyar’ın yüzünde ne bir eksiklik ne de bir telaş vardı; yalnızca dingin bir gülümseme…

Bahtiyar, köyün en yoksul adamıydı. Ne tarlası ne sürüsü ne altınla dolu sandıkları ne de bankalarda parası vardı. Ama köyde onun kadar huzurlu bir adam da yoktu. Komşuları pazarda ipekler, altınlar peşinde koşar; daha büyük ahırlar, daha geniş evler düşlerken Bahtiyar’ın hayalleri başka bir dünyadaydı.

Onun hazinesi, sabahları dallarda ötüşen kuşların şarkısı, tarladan dönen bir köylünün “Bahtiyar, bu akşam bize gelsene!” diye seslenişi, ya da bir çocuğun koşarken attığı kahkahaydı.

Bir gün köyün zengin tüccarı Halim Bey, atının üstünde, süslü kaftanıyla Bahtiyar’ın evinin önünden geçti. Yanında birkaç hizmetkâr, ellerinde hediyelerle dolu sepetler vardı. Halim Bey, Bahtiyar’ın bankta oturmuş, elma ağacının gölgesinde bir türkü mırıldandığını görünce durdu. “Bahtiyar!” dedi, kaşlarını çatarak; “Bu köyde herkes bir şeyler kazanmanın peşinde, sen neyi kovalıyorsun? Bu fakirlikte nasıl böyle neşeli olabiliyorsun?” dedi.

Bahtiyar, gülümseyerek başını kaldırdı. “Halim Bey,.” dedi. “Ben hiçbir şeyi kovalamıyorum. Koşarsan, rüzgârı hissedemezsin. Oturursan, o gelir, yüzünü okşar. Benim zenginliğim, şu an burada, bu bankta, bu elma ağacının gölgesinde. Senin hazinelerin çok, biliyorum. Ama söyle, gece yattığında uykun kaçıyor mu, ya bir gün hepsini kaybedersem diye?”

Halim Bey, bir an duraksadı. Gözlerinde bir gölge geçti. Zenginliği büyüdükçe korkuları da büyümüştü. Kervanlarının yolunu, mallarının güvenliğini, hırsızları, rakipleri düşünmekten geceleri uyuyamaz olmuştu. “Haklısın.” dedi usulca. “Ama insan nasıl durur? Daha fazlasını istemeden nasıl yaşar?”

Bahtiyar, elindeki tahta kaşığı çorbaya daldırıp bir yudum aldı. “Bak.” dedi. 

“Bu çorba biraz mercimek, biraz soğan, bir tutam tuz.  Ama komşum Fatma Ana getirdi bu sabah. ‘Bahtiyar.’ dedi, “Sana da kaynattım.’ 

İşte bu bir lokma çorba, benim için dünyadaki en büyük ziyafet. Çünkü içinde sevgi var, paylaşmak var. Senin altına, ipeğe ihtiyacın yok Halim Bey. Bir dostun içten bir selamı, bir çocuğun gülüşü, bir akşamüstü rüzgârı… Bunlar zaten senin. Ama görmek için durman lazım.”

Halim Bey, o gece konağında uyuyamadı. Yatağında dönüp dururken Bahtiyar’ın sözleri kulaklarında çınladı. Ertesi sabah atını değil, yaşlı bir eşeği aldı. Köyün meydanına yürüdü, elinde bir sepet elma… Çocuklara, komşulara dağıttı. Bir ihtiyarın elini öptü, bir çobana “Hadi, bir türkü söyle!” dedi. İlk kez yüzüne değen rüzgârı hissetti. İlk kez, bir çocuğun kahkahası kalbini ısıttı. Ve o akşam, Bahtiyar’ın bankına oturdu, elinde de bir kap çorba... 
“Haklıymışsın,” dedi. “Zenginlik, sandıklarda değil, burada, bu anlarda.”

Bahtiyar gülümsedi. “Hoş geldin.” dedi. “Şimdi, gerçekten yaşamaya başladın.”

Ve o günden sonra, Halim Bey’in konağında ipekler, altınlar hâlâ duruyordu. Ama onun gerçek hazinesi, Bahtiyar’la paylaştığı o tahta bank, bir kap çorba ve köyün meydanında yankılanan kahkahalardı. Çünkü mutluluk, dışarıda aranmazdı; o, zaten insanın içindeydi, basit bir hayatın sakin kucağında…

***

TRUVA YAYIN GRUBU YOUTUBE  KANALIMIZA ABONE OLMAYI UNUTMAYIN...

Logoya tıklayıp Youtube kanalımızı ziyaret edebilir, abone olabilirsiniz.

Editör: Deniz İmre

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi