KÜLLERİNDEN YAZMAK
Şermin’in Sessizliği ve Yeniden Doğuşu
Yağmurun cama vuruşunu bir süre dinledi Şermin.
Fon perdeleri nicedir kapalıydı… Yavaşça araladı.
Sokak lambasının sarımtırak ışığında yağmur damlaları dans ediyordu sanki.
Hepsi aynı görünüyordu ama belki…
Her birinin ayrı bir hikâyesi, ayrı bir gidişi vardı.
Perdeyi çekti, tülü araladı.
Sade, bol köpüklü bir kahve yaptı kendine.
Masaya oturdu. Yağmuru izlemeye devam etti.
Bir zamanlar kalemle konuşarak geçirdiği o geceleri hatırladı.
Ne çok zaman geçmişti…
En son kalemi eline aldığında, Mete’ye mektup yazmıştı.
Aşk kokan, umutla yazılmış cümleler…
Şimdi o mektubun satır aralarında sessizlik vardı.
Bir susuşun, bir terk edişin sessizliği…
Gözleri doldu. Başını masaya koydu.
Hıçkırarak bir süre ağladı.
Masada gri zemine düşen gözyaşları, karanlığın izini bıraktı.
Çekmeceden bir kâğıt çıkardı, ardından bir kalem.
Elinde döndürdü kalemi uzun uzun. Yabancı gibiydi…
Sanki elinde bir hatıra değil, bir yük tutuyordu.
İçinden bir ses, fısıldadı:
“Hadi, dök içini bana…”
Kalemi tuttu, derin bir nefes aldı.
Ve yazmaya başladı:
“Sen gittin… ben kaldım.
Belki de senin gidişin, benim yeni hikâyemin başlamasıydı.
Yazmayı unutmuştum, kalbimi susmaya zorlamıştım.
Ama bugün, yeniden başlıyorum.
Ne kadar kırgın, ne kadar yorgun olsam da…”
Kalem yazıyor, yürek fısıldıyordu.
Gürültüsüz bir ayrılıktı onlarınki.
Mete, “gidiyorum” bile dememişti…
Bir sabah yok olmuş, ardında sessiz çığlıklar bırakmıştı.
Birlikte çekilmiş fotoğraflar, eski bir parfüm kokusu, yazılmamış cümleler…
O günden sonra Şermin, odasından pek çıkmamıştı.
Zorunlu işler dışında dışarıya adım atmamıştı.
“Kaldığım yerde çok acı çektim…” diye devam etti yazmaya.
“Ama bugün…
Sanki sabaha çok yakın bir zamandayım.
Karanlık gitmeden hemen önceki o aydınlık gibi…”
Yazdıkça bir şeyler çözülüyor gibiydi.
Cevapsız kalan sorular artık biraz daha tanıdıktı.
Ayağa kalktı, balkona yürüdü.
Bugün, aylar sonra ilk kez balkon kapısını açtı.
Elini uzattı…
Yağmur taneleri avuçlarına konup sonra süzüldü.
Seyretti.
Bir nefes aldı.
İçi ürperdi, bedeni titredi.
Ne zamandır acı dışında bir duygu hissetmemişti.
Belki de bu yaş dönemi artık yerini başka bir şeye bırakmalıydı.
İçeri döndü. Masasına tekrar oturdu.
Kalemi eline aldı.
Ve yazdı:
“Ey hayat! Şimdi;
Acının bittiği yerden başlıyorum.”
Mete’nin gidişiyle uzun bir karanlıkta kalmıştı.
Ama şimdi, o karanlığın içinde bir ışık yakmayı öğrenmişti.
Yazmak, en büyük çıkış yoluydu artık.
Bir Anka kuşu gibi…
Küllerinden doğarak, yazdığı her cümlede biraz daha ayağa kalkarak…
Ve bundan sonra okuyucularına karanlığı değil,
O karanlığın içinden nasıl ışık bulduğunu anlatacaktı.
***
TRUVA YAYIN GRUBU YOUTUBE KANALIMIZA ABONE OLMAYI UNUTMAYIN...
Logoya tıklayıp Youtube kanalımızı ziyaret edebilir, abone olabilirsiniz