KOŞUMA SÜRÜLMEMİŞ ATLAR
Koşuma Sürülmemiş Atlar
hudutu olmayan akşamlar döker frengisini
bir beyaz laleye
içim içim bir hasret
dokunur böylece
vahaların kalbine;
bülbüle içtiği şerbet dokunur,
aşıka içine döktüğü çiy
ve uzaklarda belki en uzaklarda
bilinmez vadilerin ardında kalan
insan kalabilmişlerin yurdunda
her ilmiği safî sevda olan
kilimler dokunur çeyiz niyetine...
bir esinti dolansın yetmez mi
yetmez mi rutubetsiz kalışlar
akdeniz gibi olsun mesala
akdeniz sen gibi olsun mesala
kıvranan palmiyeler bir de veda çağrısı
olmayışlar olmuşluğun ağrısı
varsayışlar ise kesinliğin.
kopuk bir kol
ötekinin sayrısı olsun mesala
köpüklenen bir kan nedendir ki
sürekli süreksiz
açık veya koyu
dolmaktadır hâlâ kalbe,
hâlâ neden direnmektedir
ve neden kana doymamaktadır gül.
vahalarım olsun isterdim bataklıklarım değil
sürekli felaketler üreten,
batırmakla batan bataklıklarım değil.
koşuma sürülmemiş atların
yeşilliğinde semirdiği
en içli akşamlarda.
sonra benim vahamda
benim taze bitmiş çimlerimin üstünde
başlamasını isterdim ilk ve bitmeyen koşularına
aşk gibi bir koşu; ilk ve bitmeyen
hayal gibi; ilk ve bitmeyen
cevri olmayan,
cevrine doyulmayan bir koşu.
hatıralara karışmayacak bir hatırlayışın
ayaklar altına aldığı unutuluşu.
vahalarım olsun isterdim işte o kadar:
her vaha ayrı ayrı
şiirle örülü bir kader...