KİTABIN SESİ
Öğretmen olarak geldiği köyü çok beğenmiş, kendini çok kısa bir sürede sevdirmişti. Leyla, hayatı biraz uzaktan izlemeyi de sevdiği için her zaman yazacak bir şeyler bulurdu.
Hava kararır kararmaz yağmur da yağmaya başlamış, temiz doğayı sanki bir kez daha yıkamaya karar vermişti. Elektrikler sık sık kesildiği için komşularının hediye ettiği lambayı minnetle yaktı. Ve ayın da gecesini aydınlatmak için yardım ettiğini biliyordu. Kitap okumaya karar verdi, papatyalarını koklayıp romanını okumaya başladı.
YENİDEN DOĞMAK
Tedirginliği, acısı dolgun bedenine yayılmıştı. Buğday tenli kadının dalgalı saçları beline kadar yayılarak inmişti. Aldanışın ve kabullenişin yaydığı titreklik; dudak kıvrımlarında dolaşıyor ve kadına pençesini geçirmişti. Ezilen kadın, bir yok oluşu fark edemeden dipsiz bir kuyuya düşüvermişti. Bütün duyguları ufalanıp parçalanırken nasıl bir dehlizde olduğunu anlayamamıştı.
Beton duvara yaslanmış ama onun umrunda bile değildi; kendi gücünden almalıydı bu desteği. Etli ellerinin parmak uçları hâlâ kınalıydı ama ona göre sanki asırlar geçmişti. İsyanı kimeydi, Rabb’ine mi? Değilse o zaman kim kısmet etmişti bu zalim eşi? Çatık kaşlarının altında kan çanağına dönmüş gözlerle bakarak haykırdı: “Benim kalbimi çalmasına kim yardım etmişti? Yerle gök arası bizimdi, cennetimizdi. Artık hayat bir urgan mesafesinde. Boğazımda yüreksiz bir eşin parmaklarının yerine, yılan gibi kıvrılan bir ipin sıkmasını yeğleyebilirim. Her yer cennet gibi; gök mavi, toprak yeşerip fışkırmış; ama bu zulümle her yer her şey cehenneme dönüyordu.
Eşim olacak adam, bilinçsizliğinin sarhoşluğuyla yaklaşmıştı; yuvalarına düşmüş gözleriyle bakıyordu, tıpkı bir yılan gibi. Tütünden sararmış ve yağdan yapış yapış olmuş bıyıklarının altındaki incecik bir çizgi gibi duran dudaklarının arasından anasonlu nefesini üfürüyordu. Ayakta duramayan hâli cesaretlendirmişti beni, zaten ayağının üzerinde zor duruyordu, bana ne yapabilirdi? Bu düşünceler zihnimi kuşatmıştı ki karnımdaki acıyı hissettim. Ne olduğunu anlayamadan ikinci tekme indi. Bunun, beni çocuğumdan ayıran son darbe olduğunu henüz anlayamamıştım. Eşimin tekmesiyle savrulurken bir de sendeleyip çarptığım duvar vurmuştu.
Ayıldığımda anladım, duvara başımı çarpmışım. Simsiyah saçlarım kırmızıya boyanmıştı. Bacaklarımdaki ıslaklığı korkudan çişimi kaçırdım zannederken çocuğumun beni terk edişinin izleri olduğunu anladım. Artık hayat bitmişti, nefes almak haramdı bana.
Eline ne geçirse kaybettiği bebeği diye sarılıyordu. Gözlerinde topladığı acıları akıtmak istese de olmuyordu. Gözlerini yakıyor, acıtıyor ama inanılmaz bir güç de veriyordu. Kaybettiği yaşama sevincini iade ediyorlardı sanki. Elinin tersiyle ittiği urganı unutmuştu, kendisi için ne yapabilirdi? Kaybettikleri, şimdi onu güçlendirmişti. İstemeden giden bebeğinin suçu yoktu, kısa bir süre de olsa aynı nefesi paylaşmışlardı. Bir çocuğun heyecanını katacaktı ruhuna ve onunla güçlü olacaktı, yalnız kendi hayatında.
Çocuğunun kopuşuyla güçlenmeye yemin edip düştüğü kuyudan güçlenerek çıkmaya karar vermişti. Hayatını kendi gücüyle tekrar inşa edecekti. Hiç fark etmediği gücünün şimdi kendini sarıp sarmaladığını görüyordu...
Genç kadın okuyup bıraktığı kitabın etkisinden çıkamamış, derin düşüncelere dalmıştı.
İç sesi uyarıyordu; “Her öykü üzücü olmak zorunda değil. Sen de mutluluğu, sevgiyi, saygıyı… örnek gösterecek öyküler yazıyorsun. Suçluluk hissetmene gerek yok, bununla gurur duy!” diyordu.
***
TRUVA YAYIN GRUBU YOUTUBE KANALIMIZA ABONE OLMAYI UNUTMAYIN...
Logoya tıklayıp Youtube kanalımızı ziyaret edebilir, abone olabilirsiniz