ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 05-12-2023 23:04   Güncelleme : 05-12-2023 23:21

Hayatın Sıfır Noktasında Bir! / Hamiyet Su Kopartan

Yazan: Hamiyet Su Kopartan -HAYATIN SIFIR NOKTASINDA BİR!

Hayatın Sıfır Noktasında Bir! / Hamiyet Su Kopartan

HAYATIN SIFIR NOKTASINDA BİR!

“Hih!” dedi ani bir refleksle. Gözleri fal taşı gibi açıldı, eli titremeye başladı. “Kim ki bu adam, neden bu kadar sokulmuş yanıma, ‘kişisel alan mesafesi’ denilen bir kural var.” diye içinden geçirirken iyice süzdüğü adamın kıyafetinden garson olduğunu fark etti.

- Kusura bakmayın hanımefendi, birkaç kez sorunca ağır duyduğunuzu düşünüp dudak okursunuz diye yanınıza biraz fazla yaklaştım. Amacım korkutmak değildi, bir şey alır mıydınız?

Utançla karışık bir gülümseme belirdi Aysel’in yüzünde. “Çay lütfen” dedi. İyice bakındı etrafına, hiç gelmezdi ki çay bahçesine, hem de bir başına! Ne zaman, nasıl geldiğini hatırlamaya çalışıyordu bir yandan da.

Garson çayı getirirken Aysel’in hafızasını kapatan sis perdesi yavaş yavaş aralanıyordu.

Müthiş bir gürültü. Müthiş bir baş ağrısı. Televizyonu kapatsa da telefonun sesini kıssa da geçmiyordu baş ağrısı, bitmiyordu gürültü. Gözlerini kapatıp uyumak istediğinde gürültünün kendinden geldiğini hissetti. Gözlerini yumduğu anda unutmak istediği hatıralar gözünün önünde tekrar canlanıyor, canını sıkan perde tekrar sahneleniyor, duymak istemediği sözler yeniden söyleniyordu. “Ah Aysel!” dedi kendi kendine, “Televizyonu kapattın, kimse aramasın diye telefonun sesini kıstın da, gözlerinin, kulaklarının, beyninin, gönlünün seslerini kısamadın. Susturmak için uğraştığında daha çok konuştular. Seslerini daha fazla yükselttiler. İnsan, herkesi susturabilir de kendini susturamazmış demek.”

Uyuyamayacağını anlayınca susadığını fark etti, yerinden kalktı, sürahideki suyu bardağa dökerken içini döküyor gibi hissetti. Oturdu sandalyeye, öylece bakakaldı suya. Bir yudum içince göle gitmeye karar verdi. Tam balık mevsimi, şimdi oltasını alan gölde alır soluğu. Onları seyrederken açılacağını düşündü.

Yarım saat içinde kendini gölde buldu. Havalar iyiden iyiye soğumuşken hafta içi olmasına rağmen kalabalığa bir anlam veremedi baştan; genellikle çocuklar balık avlayanlar, ara tatil ya.

Rüzgar estikçe aheste aheste salınan ağaçtaki yaprakların hışırtısı, kuş seslerinin cıvıltısı, oltasına balık takılan çocukların kahkahası içindeki gürültüyü bastırmıştı. Gölün dalga etkisini, ördeklerin dansını, oltadaki balıkların kıpırtısını seyretmek içini ferahlatmıştı.

Bir ara geçer gibi olan baş ağrısı gelip kondu yine başının üstüne. Yavaş adımlarla sessizliğe yürüyordu bir başına. Anlaşılan, yorulunca boş bulduğu bir sandalyeye oturmuştu. Çocukluğundan beri geldiği bu yerde bir çay bahçesi olduğunu bile bilmiyordu. Tabelası, levhası, çiti varsa da dikkat etmemişti demek ki. Garsonun sesini duyuncaya kadar bir başına bir çay bahçesinde olduğunu bile anlamamıştı.

Çayını bitirince hesabı ödemek için cüzdanını çıkaracakken elini yan sandalyede duran çantasına attığında ayakkabılarına düşen güz yapraklarını fark etti. Akşam olmak üzereydi. Ahmet Haşim’in “sırma kemer” diye tarif ettiği anı yakalamış, göldeki yakamozların ışıltısına hayran kalmıştı. Bu anı ölümsüzleştirmeliydi. Garsondan fotoğrafını çekmesini rica etti. Fotoğraftan sonra tam kalkacakken tekrar oturdu.

Göle yansıyan güneş ışığının ruhunu sırma kemer gibi sarmasına izin verdi. Sanki bir sayı doğrusu vardı gölde. Sırma kemer, sayı doğrusunun sıfır noktasıydı. Gölün bir tarafı suya yansıyan evlerin gölgelerinden kararmış, diğer tarafı altın rengine boyanmıştı.

Günlerdir süren baş ağrısı, o anda dindi. Hayatın sıfır noktasında bir birdi, kendi de. Sayı doğrusunda bir, iki, on, yüz,… diye artarak büyüyen ya da eksi bir, eksi iki, eksi on, eksi yüz,… diye eksildikçe küçülen sayılar gibiydi sanki bu kararsızlığı. Ne tarafa giderse gitsin, bir gün hayatın sıfır noktasına tekrar geleceğinden emindi.

Tekrar baktı yerdeki gazel yapraklara. Sararmış yaprakların dökülmesini yaşlanmış insanlara benzetti, içi burkulsa da yakıştırdı. Kızıl yaprakları sevdiklerine benzetti, kıyamasa da saygı duydu. Yeşil yapraklardı asıl içini parçalayan. Sırf bu yeşil yapraklardı günlerce başını ağrıtan. Hayatın sıfır noktasında bir birdi Aysel. Yeşil yaprakları yapıştırmak istese de artırmak istese de eksiliyordu. Düşen her yeşil yaprak hayatın sıfır noktasına tekrar getiriyordu Aysel’i.

Hayatın sıfır noktasında bir başına otururken gönlüyle aklı, güveniyle endişesi, gururuyla kırgınlığı arasındaki iç çatışmayı hatırladı. “Ne olurdu ki insanın aklı, gönlü, ruhu aynı yönde buluşsa!” diye mırıldandı hayıflanarak.

Gönlünün sesini dinlese, aklının sesini duyacaktı yine de. Güvenmek istese tekrar endişelenecekti. Gururunu yüceltse kırık kalbi sızlayacaktı. Aklının gösterdiği yönü seçse gönlü kalacaktı. Endişesinde haklı olsa da güveni boşa gidecekti. Kırık kalbini yara bandıyla sarsa gururu zedelenecekti. Hayatın sıfır noktasında bir başına bir birdi Aysel ve hangi yöne gitse yeşil yapraklar eksildikçe küçülecek, kendi içinde artarak büyüyecekti. Hayatın sıfır noktasında, bir başına bir birdi Aysel ve hangi yöne gitse tekrar hayatın sıfır noktasına geleceğinden emindi.

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi