ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 27-09-2022 22:03   Güncelleme : 27-09-2022 22:19

Hayat Şarkısı

Yazan: Ahmet Furkan Demir - HAYAT ŞARKISI

Hayat Şarkısı

HAYAT ŞARKISI 

Bir pazar tatilinde akşam saatleri evde oturmuş, televizyondaki kanalların hiçbirine bakmadan art arda değiştiriyordum. Birden telefonum çaldı. İşyerinden arıyorlardı yarın sabah merkezdeki bir huzurevinin denetlenmesi gerektiğini söylediler.

Pazartesi sabah arabamla huzurevine doğru yola çıktım. Araç kapısından girip uzun ve biri gidiş biri dönüş olan iki şeritli yola girdim. Yol boyunca sağ ve sol taraflarda uzun kavak ağaçları vardı. Esen rüzgarla birlikte çıkardıkları hışırtıları arabanın içinden bile duymak mümkündü.Yolun bitiminde büyük beyaz renk bir bina beni karşıladı etrafında çınar ağaçları olan bir bina...

Arabamı pek de otopark sayılmayan bir yere park edip huzurevinin kapısına doğru yöneldim.
Sağa ve sola açılan iki kapıdan sağ taraf yere sabitlenmiş, sol taraf insanların geçebilmesi için açık tutulmuştu. İçeri girdim hemen girişte danışmada oturan personellere kimlik kartımı gösterip beni Müdür Bey'le görüştürmelerini istedim. Personellerin yardımıyla da Müdür Bey'in odasına geldik. Kendimi takdim ettikten sonra çaylarımız geldi. İşin aslı biran önce teftişi yapıp gitmek istiyordum bu nedenle müdürün bir bardak daha çay ikramını kesin ve emin bir dille reddedip hemen teftişe çıkmak istedim. Müdür Levent Bey'in eşliğiyle koridorları dolaşmaya başladık. Her yaşlının kendine ait bir odası vardı ve odaların içi möbleliydi. 

Her katta oldukça geniş bir hol vardı ve burada yaşlılar için çeşitli aktiviteler vardı. Levent Bey, "Genelde burada vakit geçiriyorlar, günlerinin büyük kısmı sohbet ederek geçiyor. Dama, satranç gibi oyunlar oynuyorlar, büyük ekrandan da haberleri seyrediyorlar."dedi.

Hole baktıktan sonra odalara doğru yöneldik odalar güzel ve ferahtı pek eksiklik olduğu da söylenemezdi. zaten bu kısmı sadece dinlenmek ve uyumak için kullanıyorlardı. Diğer kısımları da kontol edip tekrar Leven Bey'in odasına dönüp evrakları doldurdum ve arabama doğru yönelirken beni kapıya kadar uğurlamak isteyen Levent Bey'e teşekkür ederek bu teklifini kibar bir dille reddettim.

Arabaya giderken odaların olduğu koridordan geçtim. Koridor boyunca sağ ve sol duvarlarda kronolojik olarak Osmanlı padişahlarının resim ve fotoğrafları vardı. Ekseriyetle odalar boş, herkes holdeydi. Bir odanın önünden geçerken içeride yalnız oturan bir amcayı gördüm. İşyerine dönmem gerekiyordu aslında ama amcanın öyle heybetli bir duruşu vardı ki bakıp geçmek her yiğidin harcı değildi. Gri kumaş pantolonun üzerine beyaz gömlek ve gri ceket giymişti. Elbiselerinin ütüsü çizgisiz kağıt kadar düz ve pürüzsüzdü. Ayağında siyah yumurta topuk bir kundura vardı. 180 cm boylarında, kilosu da yaklaşık olarak 85-90 gibiydi.

Gözleri kahverengi,saçları pamuk gibi bembeyaz ve geriye doğru taranmıştı. Şakak kısımları da yine geriye doğru taranmıştı.Sakalları da bembeyaz; hafif uzun, çenesini ve yanaklarını kaplayacak şekildeydi. Elinde uçları kırmızılaşmış 33 taneli sarı bir tesbih vardı. Koltukta oturmuş tesbih çekiyordu tesbihinden gelen sesler adeta bir ezgi gibiydi. 
Dayanamayıp:"Selamünaleyküm!" diyerek içeri girdim.

Karşısında takım elbiseli , onun kadar heybetli ve yakışıklı  olmayan bir genç gören amca, asil ve kalın bir ses tonuyla: "Ve aleykümselam yeğenim!" dedi.
" Müsait misiniz bey amca, gelebilir miyim?"
"Buyur yeğenim. Hoş gelin safalar getirdin."
"Hoş buldum bey amca." dedim . İlerlemiş olan yaşına rağmen beni karşılamak için ayağa kalktı.

Amcanın heybeti insanı etkilemeyecek gibi değildi. Elini öpmek için atılıp eğildim fakat gayet mütevazı bir şekilde elime vurup tokalaştı benimle. Eliyle karşısında boş duran tekli koltuğu göstererek: "Buyrun yeğenim,otur böyle." dedi. Amcanın gösterdiği yere oturdum. Odası diğer odalardan biraz daha farklıydı içeride daha önce hiç solumadığım çok güzel bir koku vardı.Tahminimce limon kolonyasıydı ama çok farklıydı. Aynı koku elini öpmek istediğim esnada amcanın üzerinde de vardı. İki tekli koltuk karşılıklı olarak duruyordu birinde o birinde ben oturuyordum. Onun oturduğu koltuğun arkasında tekli bir ranza vardı hemen ranzanın solunda 3 kapaklı bir çekmece , sağında ise zigon sehpa vardı. odanın sol tarafı duvardı sağ tarafı ise iki pencereden bahçeye bakıyordu.

Koltuklarımız da bu pencerelerin yanındaydı.İki koltuk arasında dikdörtgen bir masa, iki pencere arasında da mini bir buzdolabı vardı.Amca hemen ayağa kalkıp çekmecesinden bir kutu kurabiye, mini dolabından da bir kutu süt çıkardı.

Masanın üzerine indirip: "Buyur evladım! Allah bize rızık olarak ne vermişse yiyelim."dedi. Amcanın ikramlarını tadarken: " Nasılsınız bey amca , iyi misiniz?" dedim.
"Elhamdülillah evladım, Allah'a ne kadar şükretsek azdır. Siz nasılsınız ?"
"Çok şükür bey amca ben de iyiyim."dedim.
"Sizi ilk defa görüyorum yeğenim. hangi rüzgar attı buralara."
"Öylesine bir ziyaret edip sizlerin duasını almak istedim bey amca, ismim Kemal."
"Hay Allah senden razı olsun Kemal evladım. Benim ismim de Rasim çok memnun oldum."
" Ben de çok memnun oldum Rasim amca. Ne zamandan beri buradasınız, kiminiz kimseniz yok mu?"
"7 yıldır buradayım Kemal evladım. Önceleri de tek yaşardım ama mâlum ihtiyarlık artık yemek yapamaz, bulaşık yıkıyamaz oldum. Sonra buraya yerleşmeye karar verdim. Yalnızlık beni yordu, yıprattı… Evvela böyle değildim etrafım kalabalıktı. Dostlarım vardı, akrabalarım vardı, arkadaşlarım vardı. Evin yüzünü zor görür,çoğu zaman anam babamla sohbet dahi edemezdim. Gençlik işte... 

Dostluklarımız kuvvetliydi. Birbirimize itibar duyardık, sözümüz geçerdi, birbirimize etkimiz geçerdi. Eeee... Hep böyle devam edecek sanmıştım. Hiç ayrılık olmayacak, ölünceye kadar dostluklarımız devam edecek sanmıştım . Öyle aldanmıştım ki bu muhabbete ne evlenmeyi düşündüm ne de evlenecek zamanım oldu. 

Dostlarım evlendi tabi, eşe, çocuğa karıştılar. Bak şimdi yüzlerce insandan geriye bir ben kaldım. Bazıları hakkın rahmetine kavuşup öldü. Bazıları da yaşarken öldü."

Rasim amcanın konuşması adeta insanı koltuğa yapıştırıyor, o koltuktan kalkmak istemiyordunuz. Yalnız son cümlesi kafama takıldığı için dayanamayıp sordum: " Rasim amca, ' Bazıları da yaşarken öldü.' dediniz bu ne demek oluyor? "
"Evladım ! Bazı insanlar hakkın rahmetine kavuşup öldü . Bazı insanlar da yaşarken öldü. Yani yaşadıklarını zannediyorlardı ama onlar birer ölüydüler çünkü birileri onları kafalarında öldürmüştü. Bir insanın yaşaması; nefes alması demek değildir, yiyip içmesi hiç değildir. Bunu ahırdaki hayvanlar da yapıyor. İnsan duyguları olduğu müddetçe, hissettiği müddetçe ve vefa gösterdiği müddetçe insandır. Bak o kadar dostum, o kadar akrabam, o kadar arkadaşım vardı biri dahi bir gün arayıp hal hatır sormadı yıllarca yalnız kaldım , 7 yıldır da buradayım biri ziyaretime gelmedi.İşte bunlar sadece yaşadıklarını zannediyorlar. Şunu unutma evlat, bir insan seni kafasında öldürmüşse sen artık yaşamıyorsundur.

Bugüne kadar birçok mecliste, birçok insanla oturup kalktım. Ayrılacağım zaman birçoğuyla vedalaşmadım bile. Unutma evlat, bir insan bir yerden kimseyle vedalaşmadan ayrılıyorsa bil ki kırılmıştır."
" Haklısınız Rasim amca, hem de çok haklısınız. Hiç seveniniz de yok muydu, neden sizi ziyaret etmediler?"
" Pek sevenim yoktur Kemal evladım."
" Sizin gibi iyi bir insan sevilmez mi Rasim amca?"
" Sevilmek için iyi olmak yeter mi evladım. Bu dünyada sevilmek için doğruları söylememen gerekir, herkesi memnun etmen gerekir, dürüst olmama...
gerekir, nankör olman gerekir... Tüm bunları yapmaya da benim gönlüm razı olmadı. Bu zaman öyle bir zaman ki insanların birbirine saygısı, tahamülü bile yok. İdeolojisinden dolayı, fikrinden dolayı insan insana sırt döner mi hiç. Sırf kendisi gibi düşünmüyor diye bir insanla bağ koparmak, akli selim bir insana yakışır mı. Tanıyıp sevdiğimiz birinin ideolojisini anlayınca ona sırt dönmek insanlığa sığar mı. Ben tüm bunları kabullenemedim, insanlar da bana sırt döndü. Ben herkesi kendisi olduğu için, olduğu gibi kabullendiğim için sevdim."
" Rasim amca peki neden hiç evlenmedin?" dedim.
" Güvenemedim evladım, güvenemedim... İnsanlardan o kadar ihanet gördüm ki tüm insanlığa güvenemedim. Bir laf vardır : ' Hep inandığımızı , sevdiğimizi, sevildiğimizi zannederiz. Oysa bu bir aldanıştır.' İşte böyle ben de aldananlardan oldum galiba."

" Beni boşver de sen söyle bakalım Allah'la aran nasıl?"  Konu birden değişmişti.Ne diyeceğimi bilemedim sesim içime kaçmıştı sanki ama yine de cevap verdim. Ürkek bir tonla: "İyi" dedim.
" Aman evladım Allah'ı her daim hatırla. Bak bana gençliğimde o kadar insanı ibadetimin önüne koydum, o kadar muhabbeti, fasılı , eğlenceyi...

Şimdi neredeler, hiçbiri yoklar. Hani nerede o dost dediklerimiz, hani nerede sohbetlerimiz, hani nerede malımız mülkümüz, hani nerede çok sevdiklerimiz?

Bak bir ben varım bir Allah'ım. Günde 5 kez huzuruna çıkarım onun dışında da hep benimledir. Unutma evlat! Dost dediğin, sürekli akılda olan kişidir. Bunun içindir ki en büyük dost Allah'tır."
Rasim amcanın her kelamı beni derinden etkiliyordu. Akşama kadar kalmak istedim ama saate bakınca çok geç kaldığımı fark ettim ve Rasim amcadan müsade istedim elini öpmek için eğildim yine hafifçe vurarak iki eliyle elimi sıktı. Ayrılırken de tekrar geleceğime dair söz verdim.

Rasim amcayla görüşeli bir hafta olmuştu hep gitmek istiyordum ama yine yoğunluktan fırsat olmuyordu. Gel zaman git zaman tam 2 hafta oldu nihayet bir boşluk bulup Rasim amcaya gitmeye karar verdim. Yalnız bu defa eli boş gitmek olmazdı. Ne alacağımı bilemedim aklıma müzik sevebileceği geldi. Bir pikap ve birkaç tane de içinde Türk Sanat Müziği olan plak aldım.

Sadece yarım saatim vardı ve hediye işlemi bu zamanı biraz daha azalttı. Nihayet varıp girişteki personele biraz sonra iki çay getirmesini rica ettim. "Selamünaleyküm!" diyerek Rasim amcanın odasına girdim. Beni görünce yüzündeki mutluluğu tarif edemezdim. Hemen eline atıldım bu defa öpmeme müsade etti o da beni alnımdan öptü. Elimdeki hediyeleri ona uzattım çok sevindi plağa bakıp: " Vaay bunu da çok severim." dedi ve hemen pikaba koydu. Müzeyyen Senar'ın sesinden "Benzemez Kimse Sana Tavrına Hayran Olayım" eseri arkada hafif sesle çalarken sohbete koyulduk. Az sonra çaylarımız geldi. Rasim amca çekmecesinden acı toz kavhe çıkardı çayın içine bir kaşık atıp karıştırdı. Bir bardak içtikten sonra çay kaşığını bardağın üzerine yassı şekilde indirdi.

Ayrılma vakti gelmişti. Rasim amcadan müsade istedim ama sanki bu kez gitmemi istemiyor gibiydi. Yüzüme baktı: “Yıllar sonra hem bir yeğenim oldu hem de kelam edeceğim, beni soran bir dostum oldu.Hakkını helal et evlat!" dedi. 

Mahçup bir şekilde, " Helal olsun asıl sen helal et Rasim amca." dedim.

Bugüne kadar bir çok arkadaşım olmuştu ama dostum hiç olmamıştı.Dostluk şarabının tadını Rasim amcada bulmuştum. Gerçekten de ne varsa eski insanlarda vardı.

Rasim amcaya en son gittiğim günün üzerinden 3 hafta geçmişti. Bana kızmasından korktum kızmakta da haklıydı. Bir buket çiçek alıp yanına gitmeye karar verdim. Odasına girip her zamanki gibi: " Selamünaleyküm!" dedim. Rasim amca odada yoktu holde olacağını düşündüm hemen gidip baktım orada da yoktu. Tekrar odasına döndüm. Yatağı toplanmış, kişisel eşyaları paketlenmişti. Gelen görevliye Rasim amcayı sordum.  "Siz yakını mısınız?" dedi .
" Evet ben yeğeniyim." dedim. " Maalesef Rasim amcayı iki gün evvel kaybettik, rahmetli oldu." dedi.

İlk defa dizlerimin bedenimi taşımadığını hissettim. Olduğum yere çöktüm sağ gözümden ağzıma doğru süzülen 3 damla yaşı sol elimin baş parmağı ile sildim. Rasim amcam, ihtiyar dostum ölmüştü…

Görevli koltuğa oturmama yardım etti ve bana taziye dileklerini iletirken bir kağıt uzattı. Rasim amca bu mektubu bana yazmıştı. Bu bir vasiyet mektubuydu. Her daim elinden düşmeyen tesbihi onun tek mal varlığıydı ve bana bırakmıştı. Mektubun başında da " Beni Hayata Tekrar Bağlayan Yeğenime" yazıyordu. Müdür Levent Bey'den Rasim amcanın nereye gömüldüğünü sordum.

Merkezdeki kimsesizler mezarlığına gömüldüğünü söyledi. Bana bıraktığı tesbihi alıp mezarlığa gittim. Çok aramadan mezarını buldum mezarı bile asil duruyordu çünkü. Her zamanki gibi:" Selamünaleyküm!" dedim . " Ve aleykümselam yeğenim." dediğini duyar gibiydim. Mezar taşında isim soyisim, ve tarihler vardı. Birden içimden taşa şunları yazmak geldi:
“Yaşlıların kıymetini bilin, beli bükük ihtiyarlarınız olmasaydı Allah size ne diye merhamet ederdi.”

Gözümden akan yaşları düşmesine müsade etmeden sildim.Rasim amcayı çok geç tanımış, onunla çok zaman geçirememiştim ama ondaki maneviyat, bana dostluğu öğretmişti.İlk defa bir dostumu kaybetmiş, mezarına ziyarete gelmiştim.

Rasim amcanın mezarına baktım. Birden istemsizce ağlamaklı bir ses tonuyla, bir şarkı mırıldandım: " Benzemez Kimse Sana Tavrına Hayran Olayım."

 

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi