ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 26-12-2022 23:42   Güncelleme : 26-12-2022 23:50

Girift

Yazan: Ahmet Furkan Demir -GİRİFT

Girift

GİRİFT

Bedenim taşlaşmış, kaslarımın hepsi ağrıyordu. Sanki günlerdir uyuyor ve çok uzun bir yolculuktan dönmüş gibiydim. 

Gözlerimi açmakta zorlansam da son bir gayretle açmayı başardım. İlk gördüğüm şey bembeyaz bir tavandı. Sağıma ve soluma bakmamla birlikte üzerinde bulunduğum yataktan mermi gibi fırlamam bir oldu. Üzerinde bulunduğum bu yatak, içinde olduğum bu oda, bu eşyalar, üzerimdeki kıyafetler hiçbiri bana ait değildi. 

Şakaklarımdan akan terleri silerken hemen sol tarafımda bulunan pencereden dışarıya baktım. Hiç tanımadığım hatta ilk defa gördüğüm bir yerdi. Odaya tekrar baktım. Yatağın yanında kolları beyaz orta kısmı kahverengi olan geniş bir koltuk, alt tarafında ise ahşap renkte bir çalışma masası vardı. Yerde yaklaşık 15 metrekare genişliğinde eski, desenli bir halı vardı. Koltuğun hemen önünde beyaz mermer masa, karşı duvarda ise televizyon ve elbise dolabı vardı. Masanın üzerinde duran telefonumu elime aldım ilk olarak rehbere baktım yakın dostum olan Orhan’ı arayacaktım. 

Fakat telefon rehberimde Orhan’ın numarası yoktu. Telaşa kapılmadan diğer yakın dostum Burhan’ı aramaya karar verdim lakin rehberde onun da numarası yoktu. İçimi saran telaş gitgide artıyordu. Hemen odadan çıktım. Geniş bir hol beni karşıladı holün bitiminde bir lavabo vardı yüzümü yıkamak için oraya yöneldim. Aynadan yüzüme baktım. Evet bu benim yüzümdü. Boyum, kilom, çehrem her şey aynıydı ama ben neredeydim böyle burası neresiydi? 

Evi dolaşmaya başladım evde benden başka kimse yoktu ayakkabılığa baktım yalnızca iki çift 42 numara ayakkabı vardı. Ara hole tekrar bakınca duvara çerçeve ile asılmış olan bir fotoğraf gördüm. Fotoğrafta ben ve tanımadığım iki kişi daha vardı. Allah’ım neler oluyor böyle? Hafızamı mı kaybettim acaba ? diye düşündüm ama bu olamazdı çünkü her şeyi en ince ayrıntısına kadar hatırlıyordum. Kendime ve çevremdeki insanlara dair her şeyi…

Az önce uyandığım odaya geri döndüm. Masanın üzerine bıraktığım telefonumu tekrar aldım şarjı yüzde 10 kalmıştı. Hâlbuki ben her gece telefonumu şarja takar öyle uyurdum acaba dün gece ne oldu da şarja takmayı unuttum. Bir başka tanıdığı aramak için rehbere tekrar baktım. Rehberimde tanıdığım hiç kimsenin numarası yoktu. İşin daha garip kısmı isim soy isim şeklinde yüzlerce numara kayıtlıydı ama ben bunların hiçbirini tanımıyordum. Yanlışlıkla başka birinin telefonunu aldığımı düşündüm telefona tekrar baktım; 'Hayır! Bu benim telefonumdu.'

Kilit de parmak izi ile açılıyordu zaten bir başkasına ait olamazdı. Bir sabah daha önce hiç görmediğim bir evde uyanıyorum ve tanıdığım hiç kimseye ulaşamadığım gibi dün gece neler olduğunu da hatırlamıyordum. Her stresli anımda olduğu gibi yine kulaklarım ateş gibi yanmaya başladı. Belimin içinden bir sıvı aşağıya doğru akarken sızı veriyordu. Midem bulanıyor ve başım da son derece şiddetli bir şekilde ağrıyordu. Bu durumdan bir an önce kurtulmak için birilerine ulaşmam lazımdı. Hemen sosyal medyaya girip tanıdıklarıma mesaj atmaya karar verdim ki takipçi listeme bakmamla tepemden aşağıya kaynar sular dökülmesi bir oldu. Tanıdığım hiçbir insan listede yoktu olanları da ben tanımıyordum. 

Yüzlerce insan vardı ama hiçbirini tanımıyordum. Hemen yakın dostumu bulmak için arama kısmına adını yazdım bir sürü profil çıktı ama onunki yoktu. Şoka uğramıştım. Diğer dostumu da bulmak için arama kısmına yazdım ama onu da bulamadım. Nasıl olurdu da her gün görüştüğüm insanlara bir anda ulaşamazdım? Anlam vermek çok güçtü. Sinirden yüzümün tamamı kızarmış ve ter içinde kalmıştı. Dilim damağıma yapışmış açılmıyordu. Mutfağa gidip su içmeye karar verdim buzdolabını açtım neyse ki cam bir şişede su vardı hemen şişeyi tepeme diktim. Bu buhranlı günde güzel olan tek şey bu soğuk suydu. Derken telefonum çaldı büyük bir heyecanla şişeyi fırlatıp odaya koştum. Ekranın üzerinde “İŞYERİ” yazıyordu. 

Hemen açtım gayet yumuşak ve kibar sesli bir bayan bugün işe neden gelmediğimi sordu. Elim ayağım birbirine dolanmıştı söyleyecek bir şey bulamadım çekingen bir ses tonuyla, "Hastayım.  Bugün gelemeyeceğim.” dedim. Telefonu kapattıktan sonra hemen internetten numarayı araştırdım büyük bir muhasebe firmasına aitti. Ne yani ben muhasebeci miydim? Benimle alay ediyor olmalıydılar çünkü ben 5 yıldır bir inşaat firmasında mühendis olarak çalışıyordum.

Yatağa tekrar uzandım başımı iki elimin arasına yerleştirip gözlerimi kapattım. Bütün tanıdıklarımı düşündüm. Evet, bu insanlar vardı ama neredeydiler? Tam 1 saat boyunca hem telefon rehberimden hem sosyal medya hesaplarımdan aklıma gelen tüm tanıdıklarımı aradım ama birine bile ulaşamadım ne bu adlarda numaralar kayıtlıydı ne de sosyal medyada bu insanlar vardı. Geçmiş aramalara baktım, geçmiş mesajlara baktım hiçbir sonuca ulaşamadım. En yakın dostlarımın evlerini de biliyordum evlerine gitmeye karar verdim ama önce kendimin nerede olduğunu bulmalıydım. 

Dışarı çıkıp etrafı Güney Amerika’dan Anadolu şehrine gelen bir turist edasıyla izlemeye başladım. Bir otobüs durağına yanaştım şehrin çarşı kısmına giden bir otobüse bindim çünkü bulunduğum yeri tanımıyordum ama çarşıyı tanıyordum. Otobüs çarşıya gelince indim evet buraları avucumun içi gibi biliyordum. Hemen ana yoldan yukarı doğru yürüyerek Burhan’ın oturduğu apartmana geldim. Oturduğu katı ve daireyi de biliyordum nihayet kapısının önüne geldim zile bastım. 50’li yaşlarda bir teyze kapıyı açtı. Daha önce hiç görmemiştim bu teyzeyi, "Merhabalar teyzeciğim ben Burhan’ın arkadaşıyım da evdeyse kendisiyle görüşebilir miyim?” dedim. Teyze de gayet misafirperver bir sesle, "Evladım galiba yanlış geldin Burhan diye biri yok burada. Ben ve beyim yaşarız bu evde buyur istersen bir şeyler ikram edelim sana Allah misafirisin.” dedi. Bu imkânsızdı Burhan burada oturuyordu. Ama teyze de doğru söylüyor gibiydi bu konuda neden yalan söylesin ki? Teyzenin teklifini kibarca reddederek eve döndüm. Arama kayıtlarına tekrar baktım neredeyse her gün aradığım ve uzun süreler konuştuğum Turan adında biri vardı. Hemen onu aradım kim olduğu hakkında zerre miskal fikrim yoktu ama başka çarem de yoktu. Çok geçmeden telefonu açtı kendisini tanıyamadığım gibi sesi de hiçbir çağrışım uyandırmadı bende. Selam faslından sonra akşam müsaitse onunla görüşmek istediğimi söyledim o da  "Tamam, akşam 8’de her zaman oturduğumuz çay bahçesinde görüşelim.” dedi. 

Her zaman oturduğumuz çay bahçesini de hatırlamadığım için çarşı da görüşmeyi teklif ettim. Neyse ki ısrara gerek kalmadan kabul etti. Meraktan çatlıyor bir yandan da korkuyordum o kadar heyecanlıydım ki saat 7’de buluşacağımız yere gelmiştim bile. Saat 8’i 10 geçe biri yanıma yaklaştı “Merhaba aslan.” dedi. Turan bu olmalıydı ben de karşılık olarak aynı şekilde “Merhaba aslan.” dedim. Görünüşe göre benimle çok samimiydi. Önceleri kendimle ilgili ağzından laf almaya çalıştım ama daha fazla dayanamayıp direkt konuya girdim ve olan biten her şeyi anlattım. Turan ilk başta beni ciddiye almadı ve şaka yaptığımı düşündü. Ona tanıdığım insanları sordum. Hiç birini tanımıyordu. Ortak arkadaşımız bile yoktu. Durumun ciddi olduğunu anlayınca  "İstersen yarın Mehmet’in yanına gidelim. Mehmet’i hatırlıyorsun demi?” dedi. Üzgün bir yüz ifadesi ve çaresiz bir bakışla “Hayır” dedim.
“ Nasıl hatırlamazsın ben sen ve o hep bir aradayızdır. Yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmez Mehmet Psikolog. Hatırlamıyorum deme sakın.”
“Hatırlamıyorum. Ne seni ne Mehmet’i ne de bir başkasını. Ama eğer iyi gelecekse yarın sabah birlikte gidebiliriz tabi senin için de uygunsa.”
“ Tabi yarın gidelim sabah 8’ de seni evinden alırım.”

O gece Turan beni arabasıyla sözde evime bıraktı. Tek umudum yarın gideceğim psikologdu. 

Doktor Mehmet’te tıpkı Turan gibi yakın arkadaşımmış o halde çekinmeme ve heyecanlanmama gerek yoktu ama bu elde değildi. İlk defa Korku, heyecan, panik ve merak duygularını bir arada yaşıyordum.

O gece gözüme uyku girmedi bir an önce sabah olmasını istiyordum. Gece boyunca içinde olduğum durumu düşündüm. Kızaran güneşi tutup sararmasını izledim. Kahvaltı yapmak istedim ama ne midem ne de nefsim bunu kabul etmedi. Bir an önce Turan’ın aramasını ve beni almaya gelmesini istiyordum. Derken saat 07.30 sularında Turan beni aradı ve aşağı inmemi istedi. 

Üzerimdeki elbiselerin nizamına bakmadan kapıdan dışarıya fırladım. Asansörün oturduğum kata gelmesine sabrım yoktu. Merdivenlerin basamaklarını ikişer üçer atlayarak aşağı indim. Turan arabasının içinde beni bekliyordu. Ön koltuğa oturdum ve Mehmet’in kliniğine doğru yol aldık.
Çok geçmeden kliniğe gelmiştik. Turan Mehmet’e olan bitenden bahsetmişti. Kliniğe girdiğimizde Mehmet ayakta durmuş bizi bekliyordu. Turan’la lalettayin bir selamlaşma ve kucaklaşma yaptıktan sonra bana sıkı bir şekilde sarıldı. Turan dışarıda lobide oturdu ben Mehmet’in odasına geçtim. 

Hal hatır faslından sonra Mehmet olan biten her şeyi anlatmamı istedi. Olan biten her şeyi en ince ayrıntısına kadar anlattım. Konuşmam bitince Mehmet yaklaşık bir dakika boyunca hiçbir şey demedi. Sustu, düşünceli ve durgundu. Az sonra konuşmaya başladı:
“Aziz dostum sana olan biteni dolandırmadan anlatmaya çalışacağım. Senin durumun çok az rastlanan bir durum. Yüz milyon insanda bir rastlanıyor. Senin o bahsettiğin insanlar, yaptığın meslek, yaşadığın ev… Maalesef hiçbiri gerçekte yok. Senin gerçek hayatın burası. Buradaki insanlar, buradaki evin, buradaki işin…

Anlattığın bu hayat muhtemelen bir rüya. Bazı rüyalar çok gerçekçi olur ta ki uyanana kadar uyanınca o gördüklerinin gerçek olmadığını sadece bir rüya olduğunu anlarsın ama bazı rüyalar da çok uzundur ve hiç bitmez. Dediğim gibi yüz milyon insan içinde sadece bir kişide görülen bir durum. Uzun süreli bir uyku gibi gelir insana bir rüya görür ve bu rüya gerçek hayattaki on beş-yirmi yıla bedel olur. Uyanınca da kendini o dünyaya adapte etmiş olur ve gerçek yaşamına dair hiçbir şey hatırlamaz.”

Mehmet’in yüzüne bakıp bir akıl hastası edasıyla kahkaha atmaya başladım, "Mehmet benim bu anlattıklarım benim yirmi yıldır yaşadıklarım nasıl rüya olabilir ?”
“İnanması güç olabilir ama maalesef o yaşadıkların gerçek değildi dostum. Gördüğüme göre o hayatını daha çok sevmişsin bir an önce oraya dönmek istiyorsun. Belki de orada sana gerçekten değer veren insanlar vardı. Belki de seni bizden daha çok seviyorlardı. Sana hiç nankörlük yapmıyor seni hiç üzmüyorlardı ama maalesef birinin sana bunu kabul ettirmesi gerekiyor. Senin gerçek hayatın burası ve bu anlattıklarını hiçbir zaman yaşamadın bahsettiğin bu insanlar, dostum dediğin kişiler hiçbir zaman olmadı yaşamadılar da.”

Mehmet’in teşhisi beynime bıçak gibi saplanmıştı. Konuşmaya devam ettikçe de beynime saplanan bıçağı çeviriyordu. O konuştukça kafatasım parçalanmaya devam ediyordu. Her kelamı bir damarımı koparıyordu. Her cümlesi beynimdeki bir nöronu öldürüyordu. Bu anlattıkları safsataydı. Ben kendimi bilmez miyim? Dostlarımı, çevremi tanımaz mıyım? Hayır! Hayır! Hiç kimse, bana bu yaşadıklarımın yalan olduğunu kabul ettiremez. Bir şekilde buradan çıkıp Dostum Orhan’ın yanına gitmeliydim. Bana iyi gelecek olan tek şey oydu. Bana gerçekleri anlatacak tek kişiye , Orhan'a gitmeliydim.

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi