BİR RUHUN YAZDIKLARI
Evet... Sanırım öldüm. Aileme taziyeye gelen akrabalar, arkadaşlar ve tanıdıklar, cenaze evinin avlusunda toplanmış yedinci günümün duasını yapıyorlar. Bu toplantıya katılamadığım için çok üzgünüm. Hayatta olsaydım belki beni asla bu kadar hatırlamayacaklardı. Sevdiklerini öldükten sonra anmanın kesinlikle çok geç olduğunu düşündüğümden gözyaşlarının benim için hiç önemi yok.
Anne ve babamın bile gözyaşlarını görmezden geliyorum. Çünkü ben; ağırlığı ve rengi olmayan bir dünyaya geçip maddi dünyadan tamamen kopmuş ve bu dünyanın tüm çirkinliklerinden uzak bir ruhum. Bütün bunlar benim için oldukça uygun.
Uygun; çünkü artık tamamen özgürüm. Özgürüm; çünkü artık ailevi kaygıları ya da işle ilgili sorunları düşünmüyorum. Artık o önemli bir şey dışında hiçbir şeyle ilgilenmiyorum. O geçici dünyadayken her an beni takip eden, bastırılamaz bir tutkuyla içimi yakan o önemli şeyin adı "yazmak"tı! Evet yazmak, içimi boşaltmak…
Elimden geldiğince içimdeki titremeleri, acıları dışarıya püskürtmek… Yazmak, ruh hâli ile ilgili olduğu için benim bozulmayan tek yeteneğimdi. Yalanlarla dolu bir dünyadan bana kalan tek şey o; geriye kalan her şey toprağa karışıp yavaş yavaş çürümeye başlıyor. Yedi gündür korkunç bir manzaraya tanık oluyorum.
Böcekler ve solucanlar etimi yemekle uğraşıyorlar. Onları da suçlamıyorum. Sonuçta onlar da canlılar ve yaşamak için insan eti de olsa bir şeyler yemeleri gerekiyor. Ancak bir tek ruhumdaki, doğamdaki sonsuza kadar benimle yaşayacak bu nimet bana eşlik ediyor. Ey en sadık dostum! Sen olmasaydın ruhumun anlamı ne olurdu?
Neyse, amacım yasımı ve ölümümü tarif etmek değil; ruhumun, ölümden sonraki hâlini anlatmak. Yukarıda yazma tutkumun gücünden bahsetmiştim, şimdi de ölümümün yedinci gününde ruhumun başına gelenlerden bahsetmek istiyorum.
Ruhum ilk başta taziye evini dolaşıp yaşayanların “bensizliğini” gözlemek istedi. Elbette kimse beni görmedi ve bilmedi, çünkü ben orada değildim; ben de orada değildim demek doğru değil ama onlar yüzünden orada değildim, demek daha doğru olur. Meclisteki insanların benim hakkımda söylediklerini dinlemeye başladım.
Hakkımda iyi konuşanların yanı sıra kötü konuşanlar da oldu. Komşumuz Ali amca diğer tanıdıklarına: "Rahmetli genç gitti, çok iyi bir insandı. Kimseye zarar vermez, kimsenin dedikodusunu yapmazdı. Kötülüğe iyilikle karşılık verirdi. Utangaçlığı bir yan, çok mütevazı idi." dedi. Bu sözleri duyan ruhum büyük bir tatmin yaşadı ve Ali amcaya sonsuz şükranlarını sundu ama ne yazık ki onları duymuyordu çünkü bu, Yaradan'ın sadece kendisinin bildiği bir sırdı ve kimseye, sevgili Resulü Peygambere bile söylememişti. Meclis devam ettikçe sohbet konusu yavaş yavaş değişiyordu.
Herkes kendi sorunları, işleri-güçleri hakkında konuşmaya başlamıştı. Başta oturan molla da konuşuyordu. Çoğu zaman diğerleri onun ne söylediğini dinlemediler bile. Herkes kendi halindeydi. On dakikadan daha kısa bir sürede cenaze evinden ayrılıp önceki geçici evime gitmek istedim. Yedi gün önce cesedimi alıp son daireye uğurladıkları evden aslında beni değil, bana ait olmayan bedenimi almışlardı; ruhum kendi yerindeydi.
Annem ve babam ağlarken ben bunun günah olduğunu düşünüyordum. Eğer çığlık atabilseydim "Susun!" derdim. Evimizin kapısının hemen yanına vardığımda çığlıkların sesinden kulağım değil, ruhum titriyordu; çünkü bedenim artık orada değildi. Biricik evladını kaybeden annem ne yere ne göğe sığıyordu.
Açıkçası en çok anneme üzüldüm, iki sebepten dolayı: Birincisi ayrılıktan yandığı için ve ikincisi ise şimdiki dünyamdaki mutluluğumdan haberi olmadığı için.
Anneme, "Bu dünyada ne kadar mutluyum" demek istedim ama çabalarım sonuçsuz kaldı. Sonuçta ben, sadece bir ruhum. Ağzıyla dili olmayan hem de zamansız ve mekânsız bir ruh. O ruh ki insanı insan yapan gizemli bir varlıktır. Yavaş yavaş koridordan mutfağa doğru yürürken ruhum bilgisayarımı gördü.
Kullanmayı sevdiğim ve değer verdiğim o teknolojik cihazı... Yıllarca onun karşısında oturarak o kadar çok şey yazdım ki! Bilgisayarı açıp düşüncelerimi oraya yazmak istedim. Sonra bunun imkânsız olacağını düşündüm ama tüm enerjimle imkânsızı mümkün kılabileceğimi de unutmadım. Tam o sırada evdekilerin aşağı ineceğini duydum.
Bir fırsatım vardı ve eğer bu fırsatı değerlendiremezsem suçlanacak kişi ben olurdum. Çok geçmeden ev tamamen boşaldı ve ben ruhumla baş başa kaldım. Bilgisayarı açmak için tüm enerjimi topladım. Birçok denemem başarısızlıkla sonuçlansa da asla geri adım atmadım. Sonunda hayalim gerçek oldu, dileğimi gerçekleştirdim.
Mutluluğumu doyasıya tattım. Sonuçta düşüncelerim ve şu anki dünyamda gözlemlediklerim kaybolmayacak, yayınlanıp okunacaktı. Yani bir yazar olarak, "yaşayanlara" yazma yeteneğimi hâlâ kaybetmediğimi kanıtlayacaktım.
“Word” programını açtıktan sonra ilk işim düşüncelerimi toparlamak oldu ve kısa sürede bunları yazmayı başardım. Yazdıklarım "Bir Ruhun Yazdıkları" adı altında dünyaya yayılacak, belki milyonların ilgisini çekecek ve belki de bilimde yeni bir çağın başlangıcına vesile olacaktı.
"Ben ruhum. Yedi gün önce ölen genç bir yazarın ruhu. Size göre ölüyüm ama bana gelince, ben sonsuza dek diri kalacağım. Sizden bana geriye hiçbir şey kalmadı ve benden size geriye kalanlarsa ölümlüdür. Size göre bensizlik ölüm kadar acıdır; ama bana göre ölümün hiçbir acısı yoktur. Nasıl değiştiğimi görüyorsunuz.
Ne annem ne babam ne de her gün saçlarını kıvırdığım biricik sevgilim, hiç kimse beni ölüm kadar değiştiremezdi. Ne de bana tüm bunları veren hayat; hayattaki tüm sevinçler, üzüntüler, sorunlar, düşünceler, hiçbir şey. Ben sizin dünyanızdakinden milyon kat daha samimiyim. Bütün bunları sırf haberiniz olsun diye başlattım. Biliniz ki sizin dünyanızda hiçbir şey ölüm kadar etkili değildir ve hiçbir şey benim şimdiki dünyam kadar da güzel değildir.
Ruhumun varlığını şimdi daha çok hissedebiliyorum. Şimdi gerçeğin varlığını hissedebiliyorum. Herkes ruhuna bağlı ama benden önceki dünyada hiç kimse bu bağı tam olarak deneyimleyemiyor. Milyonda bir yaşayabilir, dersem belki yine de azdır. Er ya da geç, hepiniz ruhun ne anlama geldiğini anlayacaksınız. Ben sadece biraz bilgi vermek adına elimden geleni yazıyorum. Yazamadığım daha çok şey var. Zaman çok kısa; sizlerin evde olmadığınız zamanı söylüyorum.
Çoğunlukla evdesiniz; ben de maalesef her zaman yazamayacağım, size ne düşündüğümü söyleyemeyeceğim. Bana verilen bu kısa süreyi en iyi şekilde değerlendirmeye çalışıyorum. Ne yazsam ganimettir. Ben sizin dünyanızda bir an bile tam anlamıyla mutlu olamadım. Maskeli insanların, kaybolan değerlerin, ölü vicdanların, yapay gülümsemelerin arasında nasıl mutlu olabilirdim ki? İnternette ve televizyonda her gün duyduğum suç ve savaş haberleri beni nasıl mutlu edebilirdi ya da benim mutlu olmaya hakkım var mıydı? Hayır, elbette değil! Mutluluğunu; başkalarının mutsuzluğuna dayandıranların mutluluğunun, vicdanları kadar olduğunu düşünüyorum.
Beni, beni, beni, size bu "beni"lerin çoğunu anlatabilirim. Sonuçta bu "beni"ler tek bir noktada yoğunlaşıyor. Mutluluğunu inkâr edenlerin de toplandığı yerdir burası.
Sizler benim için üzülüyorsunuz; benim genç yaşta öldüğümü söylüyorsunuz. Aslında tam tersi; sorun ben değilim, sizsiniz. O sizler ki mutluluğu bulmak için koştunuz, koşturuyorsunuz ve koşturacaksınız; ancak ne kadar ararsanız arayın bulamazsınız. Çünkü gerçek mutluluğun yeri, yapay mutluluklarla kendinizi kandırıp etinizi yediğiniz o dünya değildir ve olmayacaktır da! Sizlerse her an sizden uzaklaşan dünyaya giderek daha fazla bağlanıyorsunuz.
Dünya hayatı bir oyun gibidir ama benim dünyamda herşey doğal ve harikadır. Belki itiraflarıma şüpheyle yaklaşacaksınız ama tüm samimiyetimle bir kez daha belirtmek isterim ki sizin dünyanıza bir daha asla dönmek istemeyeceğim. Çünkü bu saydıklarımı yeniden yaşamak, kendime en büyük hakaret olurdu. Nasıl düşünürseniz düşünün, ben bir ruhum! Ruhlar yalan söylemez ya da ruhlar delirmez. Zaten hiçbir zaman deli olmadım... Ne sizin dünyanızda ne de bu dünyada...
Nihayet, ey o dünyanın geçici insanları… Hepinize sesleniyorum. Yazdıklarımı sonuna kadar okuyun ve benim için endişelenmeyin. Tam tersine ruhunuzu kaybetmemeniz adına ben sizler için oldukça endişeliyim. Eğer ruhunuzun geri kalanını da kaybederseniz tamamen yok olursunuz.
Yazma tutkumun sonsuza kadar benimle olacağını düşünmek beni daha da mutlu ediyor. Çünkü ruhumun varlığı yazmamın da varlığı demektir. Bütün bunları ruhuma borçluyum ve ben bir ruh yazarıyım.
Spiritüel bir yazar olarak da yazmaya devam edeceğim. Evde olmadığınızda ben bilgisayarımı açıp yazacağım, siz de yazılarımı bu isimle okuyup web sitelerinde ve sosyal ağlarda paylaşacaksınız; “Bir ruhun yazdıkları..."
***
TRUVA YAYIN GRUBU YOUTUBE KANALIMIZA ABONE OLMAYI UNUTMAYIN...
Logoya tıklayıp Youtube kanalımızı ziyaret edebilir, abone olabilirsiniz