KİTAP ANALİZİ
Giriş Tarihi : 28-09-2022 00:47   Güncelleme : 28-09-2022 00:58

Bir Kitap: Toprağa Dönüş / Ali Can

Yazan: İsmail Zorba - BİR KİTAP: TOPRAĞA DÖNÜŞ / ALİ CAN

Bir Kitap: Toprağa Dönüş / Ali Can

BİR KİTAP: TOPRAĞA DÖNÜŞ / ALİ CAN

Edebiyatımızın genç neferleri geleceğimize, kültürümüze, kimliğimize can suyu vermeye devam ediyorlar. Adaletten sağlığa ve de eğitime sadece yaşadıkları an’a tabi olmayıp geleceğe ses veren insanlarımızın varlığı umutlarımızı diri tutmaya kaynaklık ediyorlar. Her sözümün başında özellikle vurgulamaktan keyif aldığım Yunus’un “Her dem yeniden doğarız bizden kim usanası” bizi Anadolu’yu mayalayan hakikate de götürüyor. Bizim evlatlarımız aslolandan geçmez, geçemez. Ona hayat veren ruh en karanlık anlarda bile yüreğinde bir kıvılcım yakacak ve onu karanlığa götüren gaflet uykusundan uyanıp zamanı geldiğinde “Korkma!” diye haykırmasını bilecektir.     

Bu yaz bir eğitimci olarak  gönül güzellikleriyle bulunduğu yeri aydınlatmakla kalmayıp, yorulmak nedir bilmeden büyük bir aşkla çalışan genç eğitimcilerle karşılaşmanın mutluluğuna ve huzuruna eriştim. Anadolu’nun her bir köşesinde böylesine idealist, yüksek ruhlu, üretken gençlerle tanışmak bana da yepyeni heyecanlar kattı. Her biri kendi dalında birer eser sahibi olmuş ve kendilerine emanet edilen gençliği ellerindeki sınırlı imkanlara aldırmadan ufkun ötesine nasıl taşıyabiliriz diyen bu meslektaşlarımla onur duydum.      

Onları heyecanla dinlerken gözlerindeki ışığın bugünü aşıp geleceğe odaklandığını görmek de güzeldi. Çünkü Atatürk’ün öğretmenlere işaret ettiği gelecek de büyük idealleri ve hayalleri olanların geleceğiydi. Bugünkü konuğum Muğla Yatağan Turgut’ta bir ortaokulda Türkçe öğretmenliği  yapan genç meslektaşım, branşdaşım Ali Can. Ve Ali Can’ın toplumcu gerçekçi romanımıza taptaze bir soluk getiren romanı “Toprağa Dönüş” romanı.       

Ali Can, Aydın İncirliova’lı. Bir çiftçi ailenin çocuğu, mayalandığı toprağın hakikatinin sesini en güzel yansıtabilecek bir bellek. Ruh da bununla tamamlanınca eser bir yolunu bulup kalemle buluşacak. Toprağa Dönüş romanı Ocak 2021 yılında Truva yayınlarında basılmış. 394 sayfa epey hacimli bir içeriğe sahip.       

Toplumcu gerçekçi romanımızda Yaşar Kemal’de, Orhan Kemal’de, Talip Apaydın’da, Fakir Baykurt’ta gördüğümüz hakikatin bütün çıplaklığının yansımaları yazıldığı veya anlatıldığı dönemin siyasi, sosyal, kültürel tamamlayıcılığı “Toprağa Dönüş” romanında üçüncü bir boyutla tamamlanıyor. Sabahattin Ali’nin hikâyelerinde ve romanlarında sıkça rastladığımız “bizim sesimizi” yazarın anlatıcıyı tamamen bağımsız bırakma iradesi Ali Can’ın yazarlığında da kendini gösteriyor. Toplumcu gerçekçi romanda yazar genelde kendi bakış açısında var olan formda yazarken kahramanlarını, olay örgüsünü bu bakış açısıyla sınırlar. Kahraman her ne kadar kendi dilinde konuşsa da yazarın kurgusundaki hakikate bakış farklıdır.

Ali Can, “Toprağa Dönüş” romanına şu sloganlarla alt başlık atmış : “Doğduğun, büyüdüğün yerle arandaki gönül bağını asla koparma! O bağ senin her zaman sığınabileceğin fethedilemeyen en güçlü kalendir.” Bu slogan bir üst metin olarak romanın tüm kurgusuna kaynaklık ediyor aslında. Evet, sen terk edildin, horlandın, ezildin, dışlandın. Yeri geldi ağız dil vermedin, kimseden bir şey beklemeden yoluna koyuldun. Yeri geldi seni kaleme aldılar, sesin hatta çığlığın oldular. Haklı olarak isyan ettirdiler, savaştırdılar, baş kaldırttılar. Ama ne olursa olsun sen terk etmedin, yüreğindeki, gönül dilindeki hakikati korudun. Toprağında kaldın, özünde kaldın.      

“Toprağa Dönüş” romanının kahramanı Hikmet aynı zamanda eşi Selma çocukları Yusuf ve Furkan’la bir aile babası, bir yuvanın koruyucusu. Hikmet aynı zamanda toprağıyla, köyüyle, köylüsüyle gönül bağlarını koparmayan bir evlat. Karşısındaki güç zamanın ve mekanın yaratabileceği en olumsuz şartlarla önüne çıkmasına rağmen Hikmet belleğiyle, ruhuyla, karakteriyle bizim sesimiz, bizim insanımız. Bütün isyanlarına, başkaldırışlarına rağmen gönül bağlarını asla koparmıyor.       

Roman iki ana bölümden oluşuyor. Önce yaşanılan zorlu koşullara, maddi sıkıntılara rağmen ayakta kalma mücadelesi veren köy yaşamı sonra göçe zorlandığı şehrin bütün tuzaklarına, engellerine rağmen hayatta kalma savaşı verilen şehir yaşamı. Hem köydeki hayat hem de şehirdeki hayat Hikmet’in çevresinde ve Hikmet’in gönül bağlarıyla bize yansıtılıyor. Romanın neredeyse dörtte üçü köyde geçiyor. Çünkü yazar “Toprağa Dönüş”ün romanını yazmayı hedeflemiş bir kere. Şehirdeki yaşam ise daha dar bir çerçevede hızlandırılmış bir akış içerisinde veriliyor. Yazarın bunu özellikle böyle işlediğini mantık çerçevesinde anlayabiliyorsunuz.

Köyde yaşam Hikmet’in toprakla verdiği mücadelenin zorlukları yanında köyün hatta toprağın gönül bağlarıyla zenginleşiyor. Köydeki herkes Hikmet’i de içine alarak büyük bir aile oluşturuyor. Herkes aynı kaderin, aynı zamanın, aynı mekânın tamamladığı bir bütünlük içerisinde verilmiş. Köyde herkes ne verirse çıkarsız veriyor, gönülden veriyor. Köy hayatının bütün gerçeği toprakta saklı. Aşık Veysel’in Kara Toprak’ta sırladığı “Kolun açmış yollarımı gözleyen” toprak “sadık bir yâr” oluveriyor. O sadık yâr büyük bir ailenin birbirinden ayrılmaz bir gönül bağının de parçası aynı zamanda. Toprağın kanunları her ne çıkarsa karşısına her mücadeleyi göze alıyor.
 Ali Can romanda toprağa verilen kıymete, sevgiye de sorunsal göndermeler de bulunuyor. Sevmek ya da kıymet vermek duygusal anlamda yetmiyor. Hakikatte köyün en büyük zenginliği insanı hayatın için irfanla donatan zenginlik aklın paralelinde ilimle tamamlanması da gerek. Köy gerçeği her daim göz ardı edildiği ya da köye hakikatte bakış hep ertelendiği için toprak ve köy vermek istediğini veremiyor, eli kolu bağlanıyor. Dünya gerçeğinde tarım, ziraat, hayvancılık büyük ilerlemeler kaydederken dedem usulü yöntemler toprağı, köyü, köylüyü terke hatta göçe zorluyor. Oysa toprağın irfanı ilimle desteklense toprak, köy, köylü Atatürk’ün de işaret ettiği gönüllerin efendisi olma yolunda nice yollar aşacak.       

“Toprağa Dönüş”romanı yazıldığı dönem itibarıyla da dikkat çekiyor. Salgının bütün sıkıntılarının yaşandığı bir dönemde hatta “toprağa dönüşlerin” yaşandığı bir dönemde yazılıyor. Artık “Böyle Gitmez, Böyle Gitmemeli, Böyle Gitmeyecek!” diyebileceğimiz gerçekler. Hibrit tohumdan başlayarak ekolojik atalık tohumlara, bütün dnasıyla oynanmış hatta insan için birer zehire dönüşmüş bir üretim anlayışına göndermeler var romanda. Hikmet’in bakışında aileni geçindirmek için kazanacağın paranın ahlakî bir sorgulaması karşımıza çıkıyor.        

Hikmet’in toprakla tamamlandığı gerek pamuk gerek domates tarlasında geçirdiği zamanların anlatımları, tasvirleri o kadar güzel verilmiş ki yazar köylünün yüreğinde toprağa sevdasını da türküleştiriyor sanki. Hikmet’in ailesi, yakınındaki insanlar en olumsuzları bile büyük bir ailenin gönül birlikteliğinde yer alıyor. Musa Dayı, Nuran Kadın, Kahveci Muhammet, Veysel, Demirci Erdem, Nafiz Dayı, Köfteci Sebahattin, Zafer Hoca, Hüsniye Nine köyün varlığına, ruhuna anlam katan kişiler. Sevgi, saygı, merhamet, bereket insana dair hasletlerin artık kaybetmeye başladığımı nice hasletlerin birer temsilcisi konumunda üzerilerine düşen kurgunun verdiği görevleri ne de güzel aktarıyorlar.         

Bu yüzden köydeki yaşam emek verdiğin pamuğun, domatesin ve nice göz nuru ürünün karşılığını hakkıyla vermese de toprağın sadık bir yâr olan gönül bağında şükre durmasını biliyor. Romanın önemli bir bölümünü kapsayan köy yaşamında zaman bunun için aheste aheste ilerliyor. Yaşanılan her anın varlığını hissedebiliyorsunuz. Evinize gelen konuk bir Tanrı misafiri olarak addedildiği için yuvana, ocağına bereket ve mutluluk getiriyor. Bunu Hikmet ve ailesinin bir düğün esnasında tanıştıkları ve evlerine misafir ettikleri iki şehirli Turgut Bey ile Tülin Hanım’la yaşadıkları anların izlenimlerinden edinebiliriz.       

Ve romanda bize toprağa dönüşe götürecek keskin viraja dönelim. Hikmet hiç beklemediği bir anda, buna hasat zamanı da diyebiliriz. O kadar emek ve mücadelenin sonunda kooperatife verdiği sütlerin parasını alamaz. O zamana kadar taşıdığı mücadele gücünü kaybeder. Ani bir kararla şehre göç kararı alır. Şehirdeki hayat kendisinin olmayan, zamanın elinden tutamadığı bir hayattır. Köyden göçle bütün gönül bağlarından da uzaklaşmıştır. Köydeki yuva şehirde bütün özlerini kaybetmiştir. Şehirde bilmediği hatta ait olmadığı bir dünyada zaman akıp geçer. Her zorlukla imtihan olunur, güçlüdür özündeki doğrulukla aşar engelleri. Ne zaman hayat evladıyla imtihan eder Hikmet’i. Hikmet o zaman şehrin bütün yorgunluğunu, kendisinden neleri alıp götürdüğünü fark eder.       

O özüne dönüşü gönül bağlarının olduğu ait olduğu yerde, köyünde bulur. Evladı yaşam mücadelesini kazanmıştır. Köye dönerek büyük ailesine kavuşacak, yeniden hayal ettiği ufuktaki toprağın onca sunacağı o güzel hayata kavuşacaktır:     

“İşte ben buradayım. Eliyle Yusuf’u gösterdi. ‘Benden sonra da toprak için geleceğin teminatı, hani sordunuz ya ileride kim yapar gençler yapacak mı? İşte orada teminat.’ Güneş tepede Hikmet’i selamlıyordu. Baharla beraber bir bal arısı minnetle vızıldayıp hemen yanından geçti. Tarlanın kenarındaki otların yeşili ile ağacın başındaki yaprağın yeşili birbirine nispet yapıyordu. İleride evin duvarından başını salan çiçeğin rengarenk hâli şimdi daha can alıcıydı. Toprağı delip dışarı çıkan solucan hayata yeni adım atmış gibi kıpır kıpırdı. Uzaklardan gelen köpek havlamaları ovayı emin kılıyordu. Yüzlerdeki tebessüm, kalpteki heyecan, geleceğe duyulan umut yeni ve güzel başlangıca yolculuktu.”       

Toprağa Dönüş romanı köy romanlarımız içinde yüzlerimizde bırakacağı tebessüm, kalplerimizde yaratacağı heyecanla okunmaya değer roman olacaktır.

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi