BİR DAHA YİYEMEDİĞİM PAMUK ŞEKERLER/ 2024 TRUVA EDEBİYAT DERGİSİ GELENEKSEL 7. ÖYKÜ YARIŞMASI 15 YAŞINDAKİ EN KÜÇÜK YARIŞMACISI
Size hemen bir hikaye anlatmak istiyorum. Dinlemek istemeyebilirsiniz, lakin bu hikayenin bendeki önemi, sizin bu arzunuza karşı beni anlatmaya devam ettirecek, bunun için fazlasıyla üzgün olduğumu söylemeliyim.
Eğer dinliyorsanız, lütfen iyi dinleyin. Bu ilk ve son anlatışım.
Bundan yıllar önceydi, hiçbirinin nasıl geçtiğini anlayamadım ama, tam dört sene olmuş. Hayat, pazar sabahı aydınlık bir odada uyanmak gibiydi, verdiği sebepsiz huzur, insanın yaşamak istemesine yetiyordu. Hayatımdan memnundum ve memnun olmamak için herhangi bir sebebim yoktu.
Bütün memnuniyetimle birlikte parkın tekinde -lanet olsun o parka- otururken yanıma ufak bir kız çocuğu yaklaştı. Kızı gözünüzde canlandırmak için; “paspal” demem umarım yakışıksız bulunmaz. Üstü başı çamur olmuş, garip ve bütün garipliğiyle birlikte kederli bir çocuktu bu. Kederinin sebebi tedirginlikti, belki de umutsuzluk. Ne olduğunu o an kestirememiştim, şimdi çok iyi biliyorum. Kız, benden pamuk şeker istedi, yabancı bir kız çocuğu benden pamuk şeker istedi. Biliyor musunuz, bütün neşeme rağmen, bu bana kendimi o kadar berbat hissettirmişti ki! Yanlış anlamayın, kızın pamuk şeker istemesi değil, kızın pamuk şekeri benden istemesi. Küçük çocuklar kırılmaz, ben de gittim istediği pembe renk pamuk şekeri aldım. İnanır mısınız, gördüğüm tüm pamuk şekerler kırmızıymış gibi geliyor artık. Hayatımda gördüğüm en güzel pembe oydu, hiç unutamayacağım tek pembe.
Kalabalıktan haz etmediğim için —insanları sevmediğimden mi yoksa her şeyde olduğu gibi, insanların aşırılığına da alerjim olduğundan mı bilinmez- parkın en tenha yerinde gerçekleştirdiğim oturarak etrafı seyretme işine geri dönüyordum. Biliyor musunuz, tekrar oturamadım aynı banka, attığım adımlar yarıda kesildi, hatta yarım bile değil, çok aciz bir çeyreklikte kesildi adımlarım. Öyle çaresiz bir çeyreklikti ki bu, asla bir çeyreklik kadar hafif hissettirmedi. Şimdi, hâlâ akciğerlerimin arasında bir çeyreklik taşıyorum ben çünkü o oturduğu yerden hiç gitmedi. Ben tam adımlarımı parkın en sevdiğim köşesine yönlendirmişken arkadan pek tiz bir çığlık sesi geldi. Koştum,yemin ederim çok koştum, o kadar hızlı koştum ki, o an beni görseydiniz seçmekte zorlanırdınız. Çok hızlı koştum, koştum ama hiçbir zaman kovaladığım şeyleri yakalayamadım ve ben hep, her şeyin birer saniye gerisinde kaldım. Hayat hep benden hızlı ilerledi, yemin ederim çok koştum ama asla yakalayamadım. Kandan nefret ederim ben, midem bulanır bakamam. O gün de bakamadım. Yalnızca yerde,iki küçük ısırık alınmış yapayalnız bir pamuk şeker görebildim. Eğer pembe olmasaydı, bir çocuk parkının salıncağının önünde bıçaklanan bu kızın benim saniyeler önce pamuk şeker aldığım kız olduğuna inanmazdım.
Bilirsiniz idam mahkumlarına sorarlar; “Son gününüzde ne yemek isterdiniz?” diye. İdam mahkumlarının mutlu olmak için izinli oldukları tek gün, son günleridir. En güzel yemekleri seçerler çünkü insan ölmeden önce en sevdiğini tatmak ister, daha iyi hissetmek için ve belki de hasret gidermek için. Bu kız, pamuk şeker yemeyi seçti son gününde, hangi mahkum karnını doyurmaz, hangi mahkum ölmeden önce çocuk olmak ister son kez? Yalvarırım, söyleyin bana!
Hanginiz isterdi ki ölmeden önce ip atlamayı, bu kız isterdi mesela çünkü ip atlamak onun doğasıydı. Sonradan öğrendim, 6 yaşındaymış ufaklık; bir ceset için küçük bir yaş. Tabutunu görmedim ama inanın görseydim onunla gömülmek isterdim ve beni hiçbir pamuk şeker satıcısı durduramazdı.
Kızın neden öldürüldüğünü hiçbir zaman öğrenmedim, öğrenmek istemedim çünkü. O günden sonra mutlu uyandığım her bir sabah kabus oldu. Pazar günleri boğazımı sıkıyordu artık, eğer kızın ölüm sebebini bilseydim o pazar günleri beni yaşatmazdı. Adını biliyorum yalnızca. “Lâl”miş adı; dilsiz demek. Düşünün ki, bu kız ölürken bile konuşmadı.
Sorarım size pamuk şekerler ağlamaz mı? Oradaki pamuk şeker gözyaşları döktü, hepsi kandandı.
***
Günler geçti, haftalar geçti, aylar geçti, hatta inanır mısınız bilmem ama yıllar bile geçti; yalnız kalbimdeki ağrı geçmedi. Her gece, geçmişimin göz kapaklarımda sergilenen adi oyunlarıyla son buldu ve her sabah yüreğimde bir korkuyla uyandım. Muğlak, sebepsiz bir korku… İnsanın neden korktuğunu bilmeden korkması çok acı, öyle değil mi?
Düşünün ki, üzülüyor insanlar ama sadece üzülebiliyor bazıları. Hüzün, bir yorgan gibidir; kışın sıcak tutar, yazınsa soğuk yüzü serinletir insanı. Yorganını alıp kaldırmazsan ona bağımlı olursun.
Ya da bilmiyorum, kalbim kendimi açıklayamayacağım kadar ağrıyor. Tıpkı yıllardır her bir anımda olduğu gibi. Düşünün ki, bunu tedavi eden hiçbir ilaç yok, olsaydı kullandıklarım ederdi. Tedavisi olmayan ölümcül bir hastalık… Suçluluk, pişmanlık, hepsi de bu hastalığın ürünü. Bu hastalık bulaştığı kişiye aşık oluyor sanırsam, her kurtulduğunuzda tekrar kollarını dolayıveriyor size.
Zor şey aslında yaşamak, özellikle de yaşatmayan hastalıkların pençesinde.
***
- Öyküyü Sesli Dinlemek İçin Görsele Tıklayın...