ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 17-09-2022 21:28

Aşkın Aklı

Yazan: Ahmet Furkan Demir - AŞKIN AKLI

Aşkın Aklı

AŞKIN AKLI

Soğuk ve yağmurlu bir şubat günüydü. Hava oldukça boğuk ve kapalıydı.Her günkü âdetim üzerine büromda oturmuş bir yandan pencereden mermi gibi inen yağmur tanelerini seyrediyorken bir yandan da simit ve kahve eşliğinde kahvaltı yapıyordum.

Masamın üstü her zaman olduğu gibi dağınıktı. Sağ tarafımda dünden kalmış dibi katı olan bir kahve bardağı duruyordu. Tam önümde işlerimle ilgili  olan sararmış kağıtlar, panayırda birbirine karışan çocuklar gibi karmakarışık duruyorlardı. Odanın içi ferah olmamakla birlikte havanın kapalı olmasıyla da iyice loş olmuştu. Hemen tepemde cızırdayarak çalışan floresan lamba odayı bir nebze de olsa aydınlatmaktaydı. 

Birden dışarıdan gelmekte olan yağmur sesleri ile birlikte  ayak seslerini de duymaya başladım. Ayak sesleri giderek daha da yakınlaşıyordu derken tam karşımda duran eski demir kapı hafif gıcırtılı bir sesle açıldı. Karşımda 35-40 yaşlarında, uzun boylu, orta kilolu, siyah saç diplerinin üzerine sarı boya yapılmış ve omuzlarına kadar uzanan saçları olan bir bayan belirdi. Yüzünde masum bir yorgunluk vardı.

Gözleri sürekli ihanete maruz kalmış bir insanın baktığı gibi bakıyordu.Göz altı kırışıklıkları bu çağdan ve insanlardan nefret etmiş bir insanı andırıyordu. Yorgun ama kuvvetli ve dik bir duruşu vardı. Sanki yorulduğunu belli etmek istemiyordu tıpkı insanlara kırılıp kırıldığını belli etmeyenler gibi içine atıp kendini yok ediyordu. Yavaş yavaş… Omuzları hafif aşşağı eğikti belli ki çaresiz ve kimseye güvenmiyordu. Tüm bunlara rağmen  güzelliği ile her erkeği etkileyebilecek bir bayandı.

Üzerinde krem uzun bir palto vardı. Ayaklarında dizlerine kadar uzanan yüksek topuklu siyah  bot vardı. Saçları yağmurdan dolayı çok hafif ıslak vaziyetteydi. Elinde şemsiye yoktu belli ki buraya taksi ya da şahsi aracı ile gelmişti zira yakınlarda otobüs durağı yoktu. Eşi veya sevgilisi de bırakmış olabilirdi.

Elimdeki simit ve kahveyi bir tarafa bırakıp gelen bu güzel misafiri karşılamak için ayağa kalkıp kapıya doğru yöneldim.

Karşımdaki bayanın elini sıktıktan sonra, ''Hoş geldiniz hanımefendi.'' dedim
O da gayet yumuşak ve heybetli bir ses tonuyla :
 ''Hoş bulduk.'' dedi.
Birlikte masaya oturduktan sonra, “Ben dedektif Rauf İnci . Size nasıl yardımcı olabilirim.” dedim ve aramızdaki sohbet başladı.
“Sizi tanıyorum Rauf Bey , ben Işıl Sözer. Sizi işbirliği yapmak için rahatsız etmiştim.” 
“Nasıl bir işbirliği yapmak istiyorsunuz, biraz detaylı anlatabilir misiniz ?”
“Rauf Bey ben evliyim eşimin adı Fuat . Babam eski bir tüccar olan Hikmet Mirsöz’dür. Geçtiğimiz günlerde babamı kaybettik. Babamdan bana çok yüklü miktarda miras kaldı. Kocam Fuat ise bu mirasın tamamının kendisine intikal etmesi için beni deli olmakla itham ediyor. Uzun zamandır da beni aldattığını düşünüyorum. Bu şekilde hem benden kurtulup metresi ile beraber olacak hem de mirasımı ele geçirecek. Tıbbi girişimlerde de bulundu rüşvet vererek gerçeği yansıtmayan raporlar elde etti. Daha da kötüsü bu konuyu yargıya taşıdı ve mahkeme gününe sadece 1 hafta kaldı. Sizden isteğim eşimi takip edip neler yaptığını öğrenmeniz ve bu mahkemede lehime kanıtlar bulup benim deli olmadığımı ispatlamanızdır. Hizmetinizin ücreti ne kadar ise fazlasını bile vermeye  razıyım. Yeter ki bu davayı çözün.”
“Siz hiç merak etmeyin Işıl Hanım bu davada sizin için elimden gelen her şeyi yapacağım.”
“Bundan şüphem yok Rauf Bey.”
“Sizden eşiniz ile ilgili bilgileri bana vermenizi isteyeceğim.”
“Eşim Fuat Sözer, Antika ve sanat galerisi işi ile meşgul gerekli tüm detayları bu kağıda yazdım. Buyrun.”
“Teşekkür ederim Işıl Hanım.”
“Ben artık gideyim . İyi haberlerinizi bekliyor olacağım dedektif.”
“Hoşça kalın Işıl Hanım. Müsterih olabilirsiniz.”

Işıl Hanım bürodan ayrıldıktan sonra hemen işe koyulmaya başladım. Duruşuna, hareketlerine, giyimine hele de o mükkemmel üslüp ve etkileyici ses tonuna bakınca Işıl Hanım’ın deli olmasına elbette ihtimal yoktu ve eşinin bu oyununu bozmak için girişimlere başladım. Evvela eşini araştırmaya başladım. Işıl Hanım’ın da verdiği adreste antikacı dükkânı vardı ve uzun yıllardır bu işi yapmaktaydı.

Hemen işe koyulup Fuat Bey’in dükkânına doğru yola çıkmaya karar verdim. Çekmecede duran ruhsatlı silahımı belimin sağ arka tarafına yerleştirdim tam çıkarken huyum üzerine kapının hemen sağ tarafındaki boy aynasından kendime baktım. Aslında ben de yorgun görünüyordum.Yüzüm zayıflamıştı, kirli sakalım bunu bir nebze de olsa örtüyordu. Kömür saçlarım kirlenmiş ve normalden daha sıkı vaziyetteydi. Sağ tarafa doğru taranmış saçımı elimle biraz daha düzelttim. Beyaz renk gömleğimin yakası ve ceketimin vatkası yamuk duruyordu hemen düzelttim. Askıda duran siyah paltomu üstüme giydim. Bir şey unutmuş gibiydim …

Hah! Şimdi aklıma geldi. Her daim kullandığım Atkinson marka kolonyamı sürmemiştim. Hemen masanın üstünden alıp üzerime ve tenime serpiştirip kapıdan çıktım. 

Hava açılmaya başlamış, yağmur durmuştu ve dışarısı mis gibi kokuyordu. Kağıttaki adres büroma yakın olduğu için havanın da güzel olmasıyla birlikte yürüyerek gitmeye karar verdim. Dükkâna doğru ilerlerken dar ve boğunuk bir sokağa girdim.

Müstakil olan eski evler sokak boyunca sağ ve sol cephelerde birbirine yapışık şekilde devam ediyordu. Ekseriyetin soba kullanmasından dolayı sokakta yoğun bir kömür kokusu hakimdi.

Ağzımdan çıkan buhar, ev bacalarından tüten kömür dumanına karışıyordu. Sokakta çocuklar oyun oynuyor ve kulak tırmalayıcı bir ses tonuyla bağırıyorlardı.

Nihayet sokağı bitirip ana caddeye ulaştım. Caddenin hemen karşı tarafında oldukça büyük, lüks ve şatafatlı bir antika dükkanı vardı. Tabelaya baktım, siyah alt fontun üzerine sarı altın yaldızlı yazı ile “Çağlar Antika ve Sanat Galerisi” yazıyordu. 

Bir müşteri edasıyla içeri girdim. Dükkânın içi de dışı gibi lüks ve gösterişliydi. Birkaç tabloya ve birkaç antika esere bakıyor gibi yaptım. Daha sonra kasa bölümünün hemen yanında lüks bir masada oturan beye gözüm ilişti. Detaylıca baktım …

Evet kağıttaki tarife göre Fuat Bey bu.  40 yaşlarında, orta boylu, hafif kilolu ve hafif seyrek saçlı, yüzü traşlı  bir beydi Fuat Bey. Doğrusu dışarıdan gayet ahlaklı bir tüccar ve eş olarak görünüyordu. Beyaz gömleğin üzerine giydiği siyah takım elbise onu olduğundan daha prestijli gösteriyordu.

Hemen masasına yöneldim sohbet etmek için oturdum. Dikkatimi ilk olarak yüzük parmağı celbetti. Parmağında yüzük yoktu ama hafif de olsa bir yüzük izi vardı. Işıl Hanım tahmininde haklı olabilirdi lakin antikacı olduğu için sürekli antika eserlere temas etmek zorunda olan birinin, eselerin zarar görmemesi için çalışırken yüzüğünü çıkarması da mantıklı geliyordu. Bu da bir ihtimaldi.

Önce dikkat çekmemek için birkaç eser sordum. Daha sonra sanata ve antikaya çok meraklı olduğumu söyledim ve sohbetimiz bu şekilde başladı. İnandırıcı olması için de birkaç sanaçıdan bahsettim Osman Hamdi Bey’in tablolarını sordum. Bu esnada Fuat Bey’in masasını da gözlemliyordum.

Masasında herhangi bir fotoğraf, eşiyle ilgili bir vesika bir çerçeve yoktu. Sadece isminin ve soyismin yazılı olduğu bir isimlik vardı. Mermer levhanın üzerinde siyah renk işleme ile “FUAT SÖZER” yazıyordu. Anlaşılan o ki Işıl Hanım’la araları gerçekten çok kötüydü. Fuat Bey’ e sohbeti için teşekkür edip dükkandan ayrıldım. Büroya döndüğümde hava çoktan kararmıştı. Eve geçip dinlenmeyi düşündüm tam o esnada Işıl Hanım aradı. Günün gelişmelerini aktarıp müsterih olmasını söyledim.

Ertesi sabah hava daha henüz aydınlanmamışken Fuat Bey’in evinin önünde arabam ile beklemeye başladım. Sabah 08.06’da Fuat Bey evden çıktı arabasına binip yol almaya başladı hemen peşi sıra onu takip etmeye başladım. Şehrin en eski yerleşim yerlerinden birine doğru ilerliyorduk nihayet eski bir sokakta metruk bir gecekondunun önünde durdu. Arabadan indi kendisini bekleyen pejmürde kıyafetli bir bayan ve yanında dört tane küçük çocuk vardı.

Fuat Bey elini cebine attı, uzaktan tam göremediğim bir miktar parayı bu bayana verdi. 3 sokak arkada başka bir eve de yine para bıraktı ve biraz ilerdeki bir eve de yine para bıraktı. Evlerin numaralarını ve sokak isimlerini defterime kaydettim para verme işlemi bittikten sonra Fuat Bey arabası ile rutini olan iş yerine gelince hemen takibi bırakıp deftere kaydettiğim adreslere gittim . Tüm evlere, “ Sabah size para veren bey kimdi ? “ diye sordum.
3 evden de aldığım cevap aynıydı:
“ Tanımıyoruz. 2 yıldır her sabah aynı saatte gelir para bırakır, ‘Çocuklarınızın ihtiyaçlarını giderin!’ der. Allah razı olsun ismini bile bilmiyoruz ama sayesinde her gün karnımız doyuyor.”

İşler gittikçe karışıyordu. 2 yıldır her sabah fakir fukaraya para dağıtan adam nasıl böyle vicdansız olup eşini aldatabilir dahası mirasını çalabilir.
Ofise dönerken yolda Işıl Hanım aradı ve ofise gelmek istediğini söyledi. Ben de evlerine yakın olduğumu kendisini de alabileceğimi söyledim ve birlikte ofise geçtik.

Olan bitenleri Işıl Hanım’a anlattığımda hemen karşı çıkıp, o para verdiği insanları aslında oyununa alet ettiğini ve susmaları için para verdiğini söyledi. Hatta o kişilerin mahkemede aleyhine şahitlik edeceğini de ekledi.

Sinirden bembeyaz pamuk yüzü bir anda kiraz kırmızısına bürünmüştü. Sakinleşmesi için masada duran sürahiden bir bardak su uzattım . 4 yudumda içti suyu. Biraz daha sakinleşmişti artık.
“ Rauf Bey beni eve bırakabilir misiniz? Biraz dinlenmek istiyorum.” deyince hemen masada duran arabamın anahtarını alıp arabaya kadar yürümesine yardım ettim. Sabah Fuat Bey’i beklediğim evin önüne geldim. Işıl Hanım’a eğer dilerse eve kadar yürümesine eşlik edebileceğimi ilettim fakat gayet kibar bir üslüpla teşekkür ederek arabadan indi.

Ben de eve doğru yol alırken dikiz aynasına gözüm takıldı Işıl Hanım evin önünde durmuş eve girmiyordu. Hemen arabayı sağa çekip izlemeye koyuldum tam 45 dakika kapının önünde durduktan sonra bir iki bina ötede duran başka bir eve girdi. 
Bu aklımı iyice karıştırmıştı . Acaba Işıl Hanım neden evine girmeyip başka bir eve girdi , girse bile neden 45 dakika sonra girdi ?

Ertesi gün yine Fuat Bey’in evinin önünde beklemeye başladım. Fuat Bey yine sabah saat  08.06’da evden ayrıldı. Onu takip etmeyip Işıl Hanım’ın çıkmasını bekledim. Saat 12.38’e kadar hiçbir hareketlilik yoktu. Fakat 12.38’ de çok ters bir durum oldu. Işıl Hanım kendi evinden değil, dün akşam girdiği evden yanında orta boylu, 28-30 yaşlarında, beyaz tenli, küt kesim kumral saçlı bir bayanla çıktı.

Anlaşılan o ki Işıl Hanım dün geceyi bu bayan komşusunun evinde geçirmişti. Yavaş ve düzgün adımlarla yürüyen bu iki endamlı bayanı takip etmeye başladım. Saat 13.15’te bir hastanenin önünde durdular. Ben de bu hastaneyi ilk defa görüyordum. Hastanenin girişinde yazan “Ruh ve Sinir Hastalıkları” yazısını görünce şok olmuştum.

Acaba Işıl Hanım’ın gerçekten akl-i melekeleri yerinde değil miydi ? Yoksa buraya başka bir amaçla mı gelmişlerdi. Dava için ruh sağlığının yerinde olduğunu gösteren bir belge almak için gelmiş olabilirdi. Ya da  hasta olan komşusuna refakat etmiş olabilirdi. Diğer ihtimali düşünmek bile istemiyordum.

Tam iki saat içerde kaldılar daha sonra saat 15.15 ‘te hastaneden çıkıp tekrar eve döndüler ve Işıl Hanım yine evine değil, yanındaki bayanın evine girdi. Beklemeye devam ettim saat 16.03’te Işıl Hanım’ın komşusu evden tek başına çıktı.

Beklediğim fırsat gelmişti bu kadın bütün davayı çözebilecek anahtar isim olabilirdi. Tam aksi de olabilirdi belki de sıradan bir komşuydu.
Kadın mahalllede bulunan bir eczaneye girdi ve üç poşet dolusu ilaç aldı. Muhtemelen aylık ilaçlardı bunlar ama eğer refakatçi Işıl Hanım ise ve hasta da bu bayan ise ilaçları almaya neden bu bayan kendisi çıkmıştı? Eczaneden ayrılan bayan sol çaprazda bulunan süper markete girdi. Reyonları dolaşıp fiyatlara bakıyordu elindeki sepete bir paket makarna, bir konserve domates salçası , iki ekmek, bir kutu içecek, biraz da sebze koymuştu. Reyonlar arasında dolaşmaya devam ederken kozmetik reyonuna gelip sarı saç boyası aldı. Kendisinin saçları kumraldı üstelik yeni boyanmışa benziyordu.

O zaman neden sarı renk boya almıştı?  Işıl Hanım’ın saçları sarı renge boyalıydı ama diplerden siyah kökler belirmeye başlamıştı bu boyayı o kullanacaktı. İki ekmek alması da dikkatimi çekmişti büyük ihtimalle evde kendisinden ve Işıl Hanım’dan başka kimse yoktu. Anlaşılan o ki Işıl Hanım uzun zamandır bu evde yaşıyordu. Kadın kasaya doğru ilerlerken ben de hemen oraya yanaştım. Market sahibine “ Merhabalar. Ben Işıl Hanım’ı arıyorum da evi buralardaymış ama tam çıkaramadım.” dedim. Yanımdaki bayan biraz duraksadıktan sonra hemen cümleye atıldı:
“ Siz kimsiniz, Işıl’ı neden arıyorsunuz? ” dedi.
İşte istediğim olmuştu bayan yemi yutmuştu.
“ Ben müzayedelere katılır antika eserler alırım. Işıl Hanım’la da bir müzayedede tanıştık. Eşinin de antikacı olduğunu söyledi. Kendisiyle iletişime geçersem beni eşiyle tanıştırabileceğini söylemişti de onun için arıyordum.” dedim.

Bayan biraz duraksadıktan sonra, “Ne müzayedesi, ne eşi? Işıl  benim ablam ve evli de değil hiç olmadı da. “dedi.

Tepemden aşağı kaynar sular dökülmüştü.
“Özür dilerim bayan isminizi öğrenmemde bir sakınca var mı?” diye sordum.
Önce biraz çekinse de sessiz ve boğunuk bir ses tonuyla “Mehtap” dedi.
“Tekrak özür dilerim Mehtap Hanım galiba ben adresleri karıştırdım çünkü benim arkadaşım Işıl ailesinin tek çocuğu bir kardeşi yok.” diyerek olayların üstünü kapamaya çalıştım.

Mehtap Hanım öfkeli bir şekilde marketten ayrıldı. Olanları ablası Işıl Hanım’a anlatır mıydı acaba ? Belki de gerçekten hasta olan Mehtap Hanım’dır. Hastalıktan dolayı ablasının bekar olduğunu düşünüyordur. Mehtap Hanım’la Işıl Hanım kardeşti.

En azından Mehtap Hanım öyle demişti tabii akıl sağlığı yerindeyse. Mehtap Hanım tamamen doğruları söylemiş de olabilirdi. Bu durumda akıl sağlığı yerinde olmayan Işıl Hanım oluyordu. Tüm bunları öğrenmenin tek yolu vardı:
Kimse yokken o eve girmek.

İkisinin evden aynı anda çıkmasını bekledim çünkü muhakkak yine hastaneye gideceklerdi. Birinci ve ikinci gün sadece Mehtap Hanım sabah 07.30’da  evden ayrılıp akşam 18.30’da geri geliyordu belli ki çalışıyordu. Bunun dışında Işıl Hanım birkaç kez çıkıp parka gidiyordu.

O alımlı kadın, o bakımlı kadın bir çocuk gibi parkta bulunan çeşmeden su alıp suratına çarpıyordu. Sonra bir müddet oyun parkının karşısındaki bankta tek başına oturup oyun oynayan çocukları büyük bir zevkle izliyordu ve daha sonra eve dönüyordu.
Üçüncü gün saat 13.35’te yine ikisi birlikte çıktılar üç gün önce de 13.38’de çıkmışlardı. Yaklaşık olarak aynı saat demek ki yine hastaneye gidiyorlar. Yol mesafesi ile birlikte yaklaşık olarak 3-3.5 saatim vardı fırsat bu fırsattı ama gündüz olması işi zorlaştırmıştı.

Arabamda bulunan kontrol kalemi ile bagajda bulunan şişme yelek ve şapkamı alıp bir elektrikçi edasıyla evin elektrik sayacına bakmaya başladım. Bu esnada evin etrafını da gözlüyordum. Ev müstakil bir evdi camlar yere yakındı pencerelerden girmeyi düşündüm. Evin arka tarafına gelince mutfak penceresinin fitil kısımlarının neredeyse olmadığını kalan çok az bir kısmın da yıpranmış olduğunu gördüm. Zaten pencere de bayağı eskiydi. Elimdeki kontrol kalemi ile pencerenin fitil olmayan kısımlarını zorlamaya başladım bir kaç dakika sonra nihayet pencereyi açtım ve içeri girdim.

Ev 3 odalıydı ilk olarak duvarlarda resimler olan bir odaya girdim. Oldukça ilginç fakat bir mana veremediğim anlamsız resimlerdi. Altlarında Işıl yazılı bir imza vardı.

Tamam burası Işıl Hanım’ın odasıydı.
Sol köşede bir kanepe sağ tarafta tekli bir koltuk ve koltuğun hemen yanında bir çalışma masası vardı. Masanın üzerinde birkaç kitap , çok sayıda ilaç kutusu ve bir sürahi su ile bir bardak vardı. Hemen arka duvara yaslı krem renkli bir elbise dolabı ve yanında 5’li bir çekmece vardı. Çekmeceleri kurcalmaya başladım. En altta mektuplar çıkmaya başladı. 

20 yıl öncesine ait olan mektupların muhtevası aşktı. Bu mektuplar Işıl Hanım tarafından Fuat Bey’e yazılmıştı lakin bu mektupların Fuat Bey’de olması gerekirken neden buradaydı, yoksa iade mi edilmişti ? Fuat Bey tarafından yazılan bir mektup da yoktu.

Mektupları biraz daha okuduğumda Işıl Hanım’ın bir yalvarış içinde olduğunu, Fuat Bey’e olan aşkının karşılıksız olduğunu anladım. Mektupların fotoğraflarını çekip yerine koydum. Üst çekmecede devlet hastanesinden alınan bir rapor gözüme ilişti bu raporda Işıl Hanım’ın akıl sağlığının yerinde olmadığını, yaşadığı bir travma sonucu hayali bir dünyada yaşadığını ve halüsinasyonlar gördüğünü yazıyordu. Raporun üst kısmında dikkatimi çeken bir detay vardı. Raporda Işıl Hanım’ın soyadı Sözer değil Mirsöz’dü. Işıl Hanım ilk buluşmamızda bana babasının Hikmet Mirsöz adında bir tüccar olduğunu söylemişti. Işıl Hanım hâlâ baba soy ismini kullanıyordu. Raporun tarihine baktım hayır o kadar da eski değildi. 

Bu raporun da fotoğrafını alıp yakalanmadan evden çıktım. Olaylar artık netlik kazanmıştı. Ertesi sabah erkenden Fuat Bey’in iş yerine gidip fotoğraf çıktılarını gösterdim.
“ Bu mektuplar size tanıdık geldi mi Fuat Bey.” dedim. 
Kısık bir ses tonuyla “Evet bu mektupları Işıl bana yazmıştı.”dedi.
Peki neden hiç karşılık vermediniz diye sordum. “Buyrun oturun size olanları anlatayım.” Dedi ve cümleye başladı:
“ Bundan 20-21 yıl evvel Işıl bana aşık olmuştu lakin benim ona karşı bir hissim yoktu. Sürekli bana mektuplar yazıyordu ve ben de her defasında iade ediyordum. Çoğu zaman okumuyordum bile çünkü benim de bir sevdiğim vardı ve yakın zamanda evlenecektik.

Işıl artık çok fazla olmuştu yolumu kesmekten tutun, evleneceğim kadına saldırmaya kadar her türlü kötülüğü yapmıştı. Gel zaman git zaman ben sevdiğim kadınla, yani bugünkü eşim Perihan’la evlendim. Işıl bunu kaldıramadı olsa gerek şehri terk ettiğini söylediler.Uzun bir süre kimse haber alamadı. Anne babası dahi vefat etti yine de ortalarda görünmedi derken 20 yıl aradan sonra yine çıkageldi. Kardeşi burada yalnız yaşıyordu onun yanına, eski evine yerleşti. Bu 20 yıllık yokluğunda akl-i melekelerini kaybettiğini başta kız kardeşi Mehtap olmak üzere ben de biliyordum. Zaman zaman evimin önüne gelir 45 dakika durup tekrar evine girer. Eşim de ben de bu durumdan rahatsızız ama ses etmedik hiçbir zaman. Durumlar böyle işte.” dedi.

Ben de ona olan bitenleri anlattım. Işıl Hanım’ın hayal dünyasında kendisiyle evli olduğunu, Işıl Hanım’ın babasından kalan mirası  üstüne alıp metresiyle yiyeceğini ve kendisini deli olmakla itham ettiğini söyledim.

Fuat Bey bir süre hiç konuşmadı. Daha sonra hafifçe gülümsedi ve şöyle dedi :
“ Ben de hep neden Işıl bu kadar sakin, neden hiç eşime ve bana tepki göstermiyor diye şaşırıyordum? Tevekkeli değilmiş, meğer hayal dünyasında benimle evlenmiş bile. Bu dünyanın kendisine layık olmadığını anlayan insanlar gibi hayal dünyasında yaşamayı tercih etti demek ki …”

Belki de beni en çok etkileyen davam olmuştu bu.
Karşılıksız bir aşk, bir insanın aklının değişmesine neden olmuştu. Işıl Hanım Fuat Bey’i aklını kaybedecek kadar çok sevmişti. Aşkı aklının kalıbına sığmamıştı.
 Aklını kaybetmiş olsa bile, yeni bir dünya kurmuş olsa bile yine de aşkını unutmamıştı çünkü Işıl Hanım sevdiğini aklı ile değil, ruhu ile sevmişti. Gün gelir akıl unutur ama ruh öyle mi? Ruh ölümsüzdür. 

Kim bilir belki de Işıl Hanım bu dünyada Fuat Bey’e ulaşamayacağını anlayınca yeni bir dünyada ona kavuşmayı istedi ve bunun için delirmesi gerekti. Aşkı için delirdi…
Gerçek aşk da bu değil miydi zaten.

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi