SEVMEK İNCİTMEMEKTİ OYSA
Aynanın karşısında kendi yansımasına baktı uzun uzun.
Gözlerinden yaşlar ağır aksak toprağa kavuşmak istedi.
Bitsin, tükensin ve artık tek bir gözyaşı dökmesin diye…
Ağlamasın diye…
Ağlatmasın kimse diye…
Kendi hikâyesinde en çok gözyaşları yoldaş olmuştu ona.
Bir anne gibi, baba gibi, evlat gibi…
En çok da "Evet!" dediği nikâh masasındaki eşi gibi...
Sâhi, ilk tokatı ne zaman almıştı yüzüne?
İlk tekme ne zaman inmişti sırtına?
Yemek tuzsuz, gömlek ütüsüz diye mi?
Oysa duvarlarda asılı duran fotoğraflar gibi gülen gözleri olacaktı onun da.
Öyle sanmıştı.
Beyaz gelinliği gibi asılı kalmıştı gülüşleri, gardırobun en gerisinde.
Büzüşmüş, küçülmüş, hiç olmuştu işittikleri ile.
Duydukları kapkaranlık bir mağaraydı, yankılı kulaklarında.
Artık nedenini düşünmeye, merak bile etmeye, sormaya cesareti yoktu.
Takvimler akıp giderken o, kendi içindeki girdaba doğru akıyordu.
Sadece bir avuntu rüzgârı esiyordu dudaklarından ruhuna:
"Ölünce bitecek, sabret!”