ROMA'DA BİR RESSAMIN SIRRI GEÇ KALAN BİR KEŞFİN İTİRAFLARI
Roma... Aşkın ve sanatın ebedi şehrinde, İtalyan ressamların fırça izlerini, tarihimize dair yanlış bilinen her bir detayı tutkuyla araştırırken bilmediğim bir gerçekle yüzleştim. İtalyan arkadaşım Maria, gözlerimin içine bakarak sordu: "Türk ressam Mihri Müşfik Hanım'ı tanıyor musun?"
O an, koca bir tarih bir anlık sessizliğin içinde üzerime çöktü. Başımı utançla eğdim. Sanatın beşiği kabul edilen bu topraklarda dünya mirasını incelerken, kendi ülkemin öncü kadınını, modern resmin en cesur seslerinden birini es geçmiştim. Oysa İtalyan sanatçılar üzerine sayfalarca not tutmuştum. Kendi cevherimi kendi kıymetlimi tanımıyordum.
Bu, sadece bir bilgi eksikliği değildi; bu bir vefa borcuydu. Gönlümde tarifsiz bir hüzün oluştu. Sanki bir ayna kırılmıştı ve ben o aynada kendi yüzümün eksik bir parçasını görmüştüm.
Ancak sanat, telafiyi ve yeniden doğuşu da beraberinde getirir. O günden sonra kalbime düşen bu sızı, beni Mihri Müşfik Hanım'ın izine düşürdü. Onu okudum, eserlerini araştırdım ve ruhumu yeniden besledim.
Yaşayan Bir Sanat Ailesi Telafi ve Minnet
Sanatın bana öğrettiği en güzel şey ise hiçbir zaman geç kalmadığımdı.
Bugün hayatımda, sadece eserlerini değil, sıcaklığını ve dostluğunu da hissettiğim binlerce sanatçı arkadaşım var. Telefon açıp "Nasılsın?" diyebildiğim, uluslararası sergilerin heyecanını paylaştığım, Türkiye'nin dört bir yanından gelen o değerli ruhlar... Tam 60 ilde, 80'e yakın karma sergiye katıldım ve her bir sergide, yeni bir fırça yeni bir bakış açısı yeni bir dost kazandım. Her tanışıklık, ruhumdaki o eksik parçayı tamamlayan bir yapı taşı oldu.
Sanat camiası, benim için artık sadece bir meslek değil, nefes aldığım bir aile.
Bu yolculukta karşıma çıkan hayatıma bir fırça izi bir renk ya da sadece içten bir söz bırakan herkese, o ilk utanç ânını silmeme yardım eden tüm dostlarıma en derin minnet ve sevgiyle teşekkür ediyorum.
Mihri Müşfik Hanım'ın mirası şimdi, yaşadığımız bu sanat ailesinin kalbinde atıyor.
Kimi isimler vardır, tarih onları geç fark eder. Zaman, unuttuğunu sandığı bir sesi bir gün ansızın yeniden duyar; ve o ses, yüzyılın kalbini delip geçer.
Mihri Müşfik Hanım, işte o sesin o gecikmiş yankının adıdır. O, yalnızca bir ressam değil; erkeklerin çizdiği bir dünyanın ortasında, kendi fırçasıyla özgürlüğün suretini çizen bir kadındı. Hayatı boyunca hem sanatla hem toplumla mücadele etti ve her çizgisinde, bir çağın sessiz kadınlarının nefesini sakladı. Onun hikâyesi, Osmanlı'dan Cumhuriyet'e uzanan modernleşme maceramızın en dramatik ve en ilham verici kadın mücadelesidir.
I. Kaybolan Fırça İzleri: Zamanın Elinden Düşen Eserler
Mihri’nin hikâyesi, güzelliği kadar acı veren bir kayıp hikâyesidir. Onun tabloları, tıpkı ruhu gibi dünyanın dört bir yanına dağılmış; kimisi kaybolmuş kimisi ise adı bile anılmadan başka koleksiyonlara karışmıştır. Bir sanatçının en derin varlığı eserleridir; Mihri’nin ise bu varlığı paramparça edilmiştir.
Hele o efsanevi Atatürk portresinin savaş yıllarında yok oluşu... Bu sadece bir tuvalin değil, bir ulusun kadın sanatçısına duyduğu saygının da sembolik bir kaybıydı. O tabloyla birlikte, onun adının da bir dönem sessizliğe gömülmesi, belki de sanat tarihimizin en büyük kırılmalarından biridir. Eserlerinin kataloglanamaması ve tek bir merkezde toplanamaması, onun hakkındaki bilgi kısıtlılığının ve basında adının az anılmasının da temel sebebi oldu.
II. Sürgün Yalnızlığı: Roma’dan New York’a Uzanan Sessizlik
Mihri Hanım, gençliğinde Roma ve Paris’te eğitim alırken sanatın merkezlerinde bir yıldız gibi parladı. Fakat kader, onu doğduğu topraklardan uzaklara savurdu. Türkiye’den ayrıldıktan sonra bir daha tam anlamıyla dönmedi.
Roma’nın taş sokakları, ardından New York’un soğuk caddeleri, onun son durağı oldu. Hayatının son günlerini yoksulluk içinde geçirdi; 1954’te kimsenin adını anmadığı bir günde, Hart Island’daki yoksullar mezarlığında sessizce toprağa verildi. Ne mezar taşı vardı ne de arkasından okunan bir dua... Bu acı son, onun ülkesinin sanat hafızasından ne kadar uzaklaştığının ve mirasının ne denli ihmal edildiğinin en dokunaklı kanıtıdır. Ama fırçasının bıraktığı izler, mezar taşından daha kalıcı oldu.
III. Kadın Olmanın Bedeli: Görülmeyen Bir Dehanın Hikâyesi
O, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçişin tam ortasında, tarih yeniden yazılırken yaşamıştı. Erkeklerin şekillendirdiği bir dönemde, bir kadın sanatçı olmanın yükü, hem toplumsal hem kişisel bir sınavdı.
Kadınların adı kitaplara geçmiyordu; sergiler, eleştiriler, sanat okulları hep erkeklerin dünyasıydı. Ama Mihri Müşfik Hanım bu dünyaya sadece girmekle kalmadı, kapıları ardına kadar açtı. 1914’te kurulan İnas Sanayi-i Nefise Mektebi (Kız Güzel Sanatlar Okulu) onun en büyük zaferiydi. Bu okulda yöneticilik yaptı, resim dersleri verdi, genç kadınlara sanatın dilini öğretti. Onun yaşamı, sadece sanat üretimiyle değil, bir kadın kuşağının özgürleşme hikâyesiyle anlam kazandı. Ne var ki erkek egemen tarih yazımı, onun bu kurucu rolünü ve sanatsal katkılarını uzunca bir süre gölgede bıraktı.
IV. Fırçanın Dili: Ruhun Portreleri
Mihri Müşfik Hanım, insan yüzüne bakarken sadece biçimi değil, ruhu görürdü. Portreleri bu yüzden bu kadar derindir; bir yüzü değil, bir ruhun dalgalanmasını resmederken kimi zaman arka planı boş bırakır kimi zaman gölgeleri konuştururdu.
Çünkü onun için asıl hikâye gözlerdeydi. Kadın figürleri, onun tablolarında güzellik nesnesi değil, kendi kimliğini inşa eden varlıklardı. Giysiler, duruşlar, renk geçişleri, hepsi birer kimlik beyanıdır. Eserlerinde Batı tekniğinin disipliniyle Doğu’nun duygusu birleşir. Bu birleşim, modernleşen bir ülkenin portresidir aslında; hem geçmişe ait hem geleceğe uzanan.
V. Sessizliğin Kırılışı: Geç Gelen Adalet ve Yeniden Keşif
Yıllarca unutuldu. Adı, ne müze duvarlarında ne de kitap sayfalarında anıldı. Fakat tarih, gecikmiş adaletini er ya da geç teslim eder.
Özellikle son 10-20 yılda artan akademik ilgi ve 2019'daki "Mihri: Modern Zamanların Göçmen Ressamı" gibi büyük retrospektif sergiler, onun hikâyesini yeniden ulusal gündeme taşıdı. Bu çalışmalar, onun eserlerinin izini sürdü; bilinmeyen yönlerini aydınlattı ve böylece basının da ona hak ettiği ilgiyi göstermesinin yolunu açtı.
Mihri Müşfik Hanım, yalnızca bir sanatçı değil; kadın direnişinin, estetik cesaretin ve unutulmuş bir kuşağın sembolü olarak anılıyor.
Mihri’nin Mirası, Zamanı Aşan Bir Cesaret
Evet, onun eserlerinin bir kısmı hâlâ kayıp... Ama bıraktığı izler, bütün o eksiklikleri tamamlayacak kadar güçlü. Çünkü bugün her kadın ressamın fırçasında, onun bir damla ışığı var. Her özgür yüzün ardında, onun cesareti. Ve her tuvalde, onun sesi yankılanıyor: “Sanat, görünmeyeni görünür kılmaktır. Ben, sadece gördüklerimi değil; görmezden gelinenleri de çizdim.”
Bugün o ses, yeniden duyuluyor. Ve bizler, artık biliyoruz: Mihri Müşfik Hanım sadece bir sanatçı değil, bir direniş biçimiydi.
***
















































