ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 09-06-2024 21:42   Güncelleme : 09-06-2024 23:25

Ölümün Pençesinde / Fatma Karataş

Yazan: Fatma Karataş -ÖLÜMÜN PENÇESİNDE

Ölümün Pençesinde / Fatma Karataş

ÖLÜMÜN PENÇESİNDE

Karanlık bir hiçliğin içinden bir uğultu yükselmeye başladı. Gözlerim kapalı olsa dahi sanki raks eder gibi olan rüzgar bedenimle oynuyor gibiydi. Üşümeye başladım.

Yavaşça gözlerimi araladığımda, kendimi odamda değil ormanda buldum. Hızla yerimden kalktım ve tutulmuş olan bedenimi gevşeterek etrafıma baktım. Buraya nasıl geldiğim hakkında hiçbir fikrim yoktu. Beynim bana komut vermeyi unutmuş, şaşkınca etrafıma göz gezdiriyordum.

Yavaşça yanımdaki ağaca tutunarak ayağa kalktım. Bu karanlık ormanda nereye gideceğimi bilmeden yürümeye başlayacağım sırada bacaklarımda bir ağrı hissettim. Ayağımı burkmuşum anlaşılan. Üstüme baktığımda toz toprak içinde olduğumu, ayrıca kan lekeleriyle durduğumu fark ettim. Bana ne olmuştu böyle? Hiçbir şeyi hatırlayamıyordum. İki elimle başımı tutup az önce kalktığım yere çömeldim. Boş kafamın içinde uçsuz bucaksız karanlıktan başka bir şey yoktu.

Ben, bana ne olduğunu anlamaya çalışıyorken arkamda bana yaklaşan hırlamayı duymamıştım. Arkamdaki yaratığın tiz bir gürlemesiyle korkuyla yerimden fırladım adeta. Karşımda devasa bir yaratık vardı. Korkudan ne yapacağımı şaşırmış durumdaydım. Bu ne idüğü belirsiz şey, mitolojiden fırlamış gibiydi. Ayıdan büyük cüssesi, siyahımtırak gür tüyleri, uzunca tırnakları, sivri dişleri, kocaman gözleri ve kocaman ayakları korkudan ağlamam için yeterli bir sebepti. Bana avını ağına düşürmüş bir avcının gururlu bakışlarıyla bakıyordu.

Geriye doğru gitmeye başladım. Ve ardından hiç arkama bakmadan burkulmuş ayağıma rağmen olanca gücümle koşmaya başladım. Yaratık, avını elinden kaçırma korkusuyla hemen benimle birlikte koşmaya başladı. Korkudan ve fazla koşmaktan kalbim de maratona çıkmış gibi göğsümden dışarı fırlamak için olanca atıyordu. Benim onun elinden kurtulmam neredeyse imkansızdı ama o şeyin akşam yemeği olmaya hiç de niyetim yoktu. Her adım atışımda ormanın bucaklarında çeşit çeşit hayvanlar fırlıyordu. Onların ansızın ortaya çıkışı ayrıca korkutuyordu beni.

Karanlık ormanda nereye gittiğimi bilmeden ağaçların arasında koşuyordum. Umarım yardım edecek birilerini bulabilirdim. Arkamdan gelen kükremeyle dizlerimin bağın çözüldü yere düştüm.

Bana ziyadesiyle yaklaşmıştı. Gerisin geriye sürünmeye başladım. Beni anlamayacağını bilsem de, canımı bağışlaması için ona yalvardım.

“Lütfen, lütfen canımı bağışla. Bu ormanda sana veya bir başka hayvana zarar vermedim.”

Yaratık hırladı.

Yanlış bir şey söylemiş korkusuyla;  “Affedersin hayvan demek istemedim. Demek istediğim şey şu ki, ormanın saygı değer canlılarını, varlıklarını rahatsız edecek, onlara zarar verecek hiçbir teşebbüste bulunmadım” dedim.

Bana dikkatle bakıyordu. Acaba ne dediğimi anlıyor muydu?

Birden, ormanın her bir köşesinde hırıltılar, fısıldamalar duyulmaya başladı. Burada ona benzer kaç tane daha yaratık vardı?

Sesler gittikçe yaklaşmaya başladı. Ormanın her köşesinde kara ve ak varlıklar çıktı. Bu gördüklerim karşısında gözlerim korkuyla büyümüş, tüylerim diken diken olmuş, kanım damarlarımdan bir şırıngayla tamamen çekilmiş gibiydi. Orada yokmuşum gibi fısıldaşmaya devam ettiler. Seslerini net duysam da aksanlarına tamamen yabancı olduğumdan dedikleri hiçbir şeyi anlamıyordum. Beni kovalayan yaratık da onlara korkuyla ve şaşkınlıkla bakıyordu.

Artık kurtulma şansım hiç yoktu. Sessizce konuşmalarını bitirip bana dönmelerini bekledim ancak onlar dönüp bakmıyorlardı bile. Acaba faniler ile doğaüstü varlıkların arasında gerçekten var olan perde sayesinde görmüyorlar mıydı beni?

Bunu anlamanın tek yolu vardı. Cesaretimi toplayıp ayağa kalktım. Seslenmeye cesaret edemesem de bir takım sesler çıkarmaya çalıştım. Bazıları dönüp sesin geldiği tarafa baksa da beni fark etmiş gibi durmuyorlardı. Anlaşılan onlar beni görmüyordu fakat ben neden onları görüyordum. Bu durum kocaman bir muammaydı. Beni kovalayan hayvanımsı varlığa baktığımda ise transa girmiş gibi gözlerini bir an bile onlardan ayırmayıp, sürekli kocaman elleriyle bir takım hareketler yapıp duruyordu. Fırsattan istifade, gözlerimi onlardan ayırmadan sessiz hareketlerle gerisin geriye adım atmaya başladım. Belli bir uzaklığa vardığımda yavaş adımlarımı hızlandırıp koşmaya başladım. Koştukça daha çok karanlığa saplandım. Ormanın bu gotik havası bile, “asla burada kurtuluşun yok” der gibiydi. Uğultular yine başlamış, bu sefer birçok sesten kendi ismimi duyuyordum.

“Kaden, Kaden, Kaden…"

Bu sesler fazla rahatsız edici olmaya başlayınca koşmayı bırakıp, beni çağıran seslere karşılık olarak bağırdım. Sesler keskin bıçak gibi kesildi. Ne olduğunu anlamadan karanlıkta. çok yakından yüksek bir gürleme sesi duydum. Peşimi bırakmamıştı.

Tekrar koşmaya başladım. Koştukça ağaçlar seyrekleşmeye başladı. Anayola çıkarım umuduyla koşmaya devam edecekken devasa bir uçurumla karşılaşınca tüm umutlarım suya düştü. O da gelmişti. Koşmayı bırakıp öylece bana bakmaya başladı. Yolun sonuna yaklaştığımı biliyor gibiydi. Yüzünde gülümsemeye dair ince bir çizgi yakaladım ancak gülümsediğine emin olamadım. Bir uçuruma bir de ona baktım.

Bir yerlerde duyduğuma göre yüksekten düşüp ölenler ortalama on dakika kadar acı çekiyormuş. Bir bilim insanına göre ise kişi ölmeden önce beyni yedi dakika boyunca yaşadığı güzel anıları film şeridi gibi gösteriyormuş. Bu uçurumdan atlarsam eğer yedi dakikası yaşadıklarımı düşünerek geçse üç dakika boyunca da acı çeker ölürüm. Ama olur ki atlamayıp onun beni yemesini beklersem uzuvlarımın tek tek koparılışlarına ve nasıl yendiğine şahit olacaktım.

Bana bakmaktan sıkılmış yavaş adımlarla bana doğru yürümeye başladı. Uçuruma son kez baktığımda ikisinin arasında kalmam söz konusu dahi olamayacağını düşündüm. Bana daha fazla yaklaşmadan koşarak uçuruma yaklaştım ve hiç düşünmeden kendimi uçurumdan attım.

İlk saniyeler bu atlayış kuş gibi uçtuğumu hissettirdi. Anlık insan olduğumu unutmuş gökte süzülen kuş olduğumu hissettim. Ancak yere yaklaştıkça gerçeklerin yüzüme balyoz etkisiyle çarpılması an meselesiydi. Birazdan yere çakılacak ve belki de on dakikaya kalmadan hemen ölecektim. Pişman oldum. Kurtulmak istiyorum. İmdat diye bağırdım. Boş bir haykırıştı benimkisi. Gözlerimi kapattım. Kollarımı ölüme açtım.

Ve beklenilen an geldi. Düştüm. İlk hiçbir şey idrak edemedim. Beynim büyük sarsıntı geçirdi. Ormanda yaşadığım her şey bir an zihnimde silindi. Sonra tüm bedenime yayılan büyük bir acı hasıl oldu. Titremeye başladım. Her yerim aynı anda ağrıyordu, haykırmak istiyordum ama sesim bile acıyordu. Beyaz ışığı gördüm… Doğruymuş demek.

Karanlık ve dar bir yerdeyim. Kendime alan açmak için sürekli bir yerlere tekme atıyorum. Açlık hissediyorum. Sonra bir şeyler oluyor. Çok uzaklardan gelen her çığlık ile bir yerlere çekiliyorum. Canım çok acıyor. Ayaklarımdan başlayan yırtılmalar, kopmalar hissediyorum. Tekrar o ana dönüyorum.

Her  bir çığlık ile biraz daha aydınlanıyor etraf. Bir şeyin beni tutmasıyla aklıma dank ediyor. Annemin karnındayım ve dünyaya geliyorum.

Yaşadıklarıma inanamıyorum; bir anda karanlıktan aydınlığa çıkarılıyorum. Ağlıyorum. Hem orada hem burada. Beni annemin kucağına veriyorlar. Annemin beti benzi atmış, çok yorgun görünüyor. Ama buna rağmen gözlerinin içi gülerek bana bakıyor. Yüzüme birçok kez buseler konduruyor ve “Hoş geldin bebeğim” diyor.

Acı, adım adım gövdeme yaklaşıyor. Gözlerimden yaşlar akıyor.

“Anneciğim beni şimdi de kucaklayıp öper misin? Ölüyorum ben”

Bir dakika, neler oluyor? Az ileride ilk anda belli belirsiz görünen silüetler giderek belirginleşiyorlar. Doğru mu görüyorum? Annem ve babam biraz uzağımda evet ve beni yanlarına çağırıyorlar. Büyük bir çaba ile ayağa kalkıyorum. Her adım atışımda annem sevinç çığlıkları atıyor, babam; “aslan oğlum” diye bağırıyor. Bu bende bir sevinç etkisi yaratıyor. Onları daha da mutlu etmek için adımlarım koşuşa dönüşüyor. Onlara doğru yalpalaya yalpalaya koşuyorum. Ancak onlara yetişemeden yere düşüyorum ve canım çok yanıyor. Ağlıyorum. Onlar yaramı sarmak için bana doğru koşuyorlar.

“Anne baba , ben uçurumdan atladım bu sefer. Ama canım o zamankinden çok daha fazla yanıyor. Yine yaralarımı sarmaya gelebilir misiniz? Acı kollarıma hücum etti. Damarlarım kopuyor sanırım.”

Bir görüntü daha beliriyor; bu sefer ilk kez okula gidiyorum. Anneme sarılıyor ağlıyorum. Beni okulda bırakacak ve bir daha onu göremeyeceğimi sanıyorum. Onlardan ayrılmak istemiyorum. Okula gitmek istemiyorum. Annem eğilip sarılıyor bana. Burada çok eğlenceli vakit geçireceğimi,  birlikte oyun oynayabileceğim bir sürü arkadaşımın olacağını söylüyor. En kısa zamanda gelip alacağını da söylüyor. Öğretmen elimden tutup beni okula götürüyor. Arkama dönüp anneme bakıyorum ağlamaklı ifadeyle. Annem en kısa zamanda geleceğim diye bağırıyor arkamdan

“Anne ben bu ıssız yerde yapayalnızım. Söz vermiştin. Beni ne zaman almaya geliyorsun? Canım çok  yanıyor. Ruhum da sancımaya başladı.”

Peş peşe farklı görüntüler belirmeye devam ediyor. İşte yeni bir tane daha; keplerimizi atıyoruz. Annem, babam çok mutlu. Benimle gurur duyuyorlar. Okulu birincilikle bitirdim. Psikolog oldum. Bana sımsıkı sarılıyorlar. Annem çok duygusal, ağlıyor. Babam şakalar yaparak anneme takılıyor. Annem ağlamayı bırakıp babam ile tatlı tatlı atışıyor.

Sanki bir film gibi görüntüler birbiri ardına beliriyorlar; bu kez evleniyorum. Annem çok mutlu. Gözlerim bu mutlu anımda babamı arıyor ama bulamıyorum. Nikah memuruna aynı anda mutlulukla evet diye bağırıyoruz karım ile. Annem nikah kılındıktan sonra yanıma geliyor ve bana sarılıyor. Babamı anıyor. Sahi babam yoktu o zaman. Sonsuza kadar.

“Babacım sana güzel haberim var. Yanına gelmeme saniyeler kaldı. İçimden bir şeylerin patladığını hissediyorum. Tanrım bu nasıl bir acı. Nefesim kesiliyor.”

Ne heyecanlı gördüklerimi izlemek…

İşte bu kez karım hamile. Doğum sancıları başladı. Telaşla arabayı hazırlıyorum. Onu kucakladığım gibi arabaya koyuyorum. Annem telaşlı, arka koltukta karımın yanında. Hemen sürücü koltuğuna geçip oturuyorum. Karım çığlık attıkça gaza basıyorum. Annem karımın çığlıkları arasında bana sesleniyor; “Arabayı yavaş sür kaza yapacaksın.” Ona kulak asmıyorum. Daha da fazla hızlandırıyorum arabayı. Karımı hastaneye yetiştirmem lazım.

Sonra keskin bir beyaz ışığın aniden gözlerime çarpmasıyla yönümü şaşırıyorum. Araba yuvarlanıyor. Annem ve karımın çığlıkları kulaklarıma ulaşıyor. Sonra sessizlik. Her şey bir karanlığa gömülüyor. Gözlerimi hastanede açıyorum. Artık annem de yok karım da yok. Çıldırmışçasına her yeri bir birine katıp hastaneden kaçıyorum. Ormana kadar koşuyorum. Bir yerlere takılıp düşüyorum. Her yer yine karanlık.

Gözlerimden yaşlar akın ediyor. Bu sefer canımın acısından değil ailemin yok oluşuna bu yaşlar. Korkunç yaratığın yanıma geldiğini görüyorum. Bana yaklaşıyor. Yaklaştıkça beden değiştiriyor. Her türlü bedene giriyor. Dibime kadar geldiğinde küçük bir köpek bedeniyle yanımda duruyor. Yüzümü yalıyor. Bu bu bizim köpeğimiz…

Nefesim kesiliyor. Ruhum bedenimden çıkmak için can atıyor. Son kez  yaratık olarak gördüğüm, ama aslen kendi beslediğimiz köpeğe bakıyorum. Ölmeye saniyeler kaldı. Gözlerimi kapattım ve bedenim, yıllarca içinde rehin tuttuğu ruhumu sonunda özgür bırakıyor.

EditörEditör