ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 09-04-2025 20:26   Güncelleme : 09-04-2025 23:52

Âlemler Arası / Fatma Karataş

Fatma Karataş -ÂLEMLER ARASI

Âlemler Arası / Fatma Karataş

ÂLEMLER ARASI

Son zamanlarda her şey astral seyahat ile ilgiliydi. Okuduğum kitaplar, dışarıda satılan gazeteler, TV, sosyal medya; hatta birkaç arkadaştan bile duymuştum. Bana böyle şeyler çok saçma gelir ancak sürekli karşıma çıkması bana işaret gibi geliyordu. Ve itiraf etmeliyim ki bunu merak etmeye de başlamıştım. Şu hayatta kaybedeceğim zaten bir şeyim yoktu.

Denemekten zarar gelmez düşüncesiyle bir gecede kesin karar vermiştim. Bu gece astral seyahata çıkacaktım. Bunun için kütüphaneden ilgili birçok kitap okudum. Okuduklarımdan bir tanesi büyü kitabına çok benziyordu. Gerek kapağı gerekse içeriğindeki anlamsız sembollere bakılırsa karanlık büyülerin olduğu bir kitaba benziyordu. Onu satın almak istedim. Astral seyahat yapmak için karanlık ve sessiz oda olması yeterliydi ancak işi biraz daha mistik hale getirmek istediğim için bir sürü mum ve özellikle de bir sürü siyah gül satın aldım.

Bu işi yaptığımda başıma ne geleceğini bilmiyordum. Bu yüzden sanki son günümmüş gibi yakın arkadaşlarımı arayıp veda ettim, bazılarıyla da görüştüm, yemek yedim. Onlar benim melankolik hallerime alıştıkları için bu vedam onlarda hiçbir şüphe uyandırmamıştı. Üstüne, vedamla alay eden bile oldu. Onlardan da ayrıldıktan sonra uzun zaman önce küçük bir not defterine yazmış olduğum “ölmeden önce yapmam gerekenler” listesini çıkardım. Çok basit şeyler yazmışım aslında. Listedeki ilk isteğim, “parayı düşünmeden doyasıyla alışveriş yapmak” idi. Bunu yaptım.

İkincisi, “arkadaşlarla yemek yemek ve güzel vakit geçirmek” idi. Onu da yaptım.

Üçüncü isteğim, “aile mezarlığına gitmek” idi.
Bu maddede gözlerim doldu. Beni istemeyen ve yetimhaneye bırakan ailemi, ancak geçirdikleri bir kazada öldükten sonra ve hesap bile soramadan bulmam içime çok oturmuştu. Onlar öleli yıllar oldu ancak bir kere bile mezarlarını ziyarete gitmedim.

Gözlerimden akan yaşları elimin tersiyle silerek diğer maddelere baktım. Hepsi de çok küçük isteklerdi. Bir insanın hayali bu kadar da yok olamazdı. Bu listeye bakılırsa hiç hayalim yokmuş.

Listedeki her şeyi yaptım. Son bir madde kaldı. Biliyorum, şu an yaptığım büyük kumar oynamaktı; belki de astral seyahat denilen şey tamamen yalandı ama içimde tarifi edilmez bir his vardı. Bir şeyler olacaktı, biliyorum.

Karanlığın çökmesine az bir süre kalmıştı. Zaman kaybetmeden, son maddeyi yapmak için defalarca kez yürüdüğüm ancak bir türlü mezarlığa giremediğim o yolu yürüdüm. Hava kararmaya yüz tuttuğu ve yağmur yağdığı için yollarda çok seyrek insan vardı. Bu insanlar da yolu yürüdükçe kayboluyordu. Sırılsıklam olmuş bir şekilde yürümeye devam ettim.

Heyecanlıydım biraz. İlk defa bu kadar kararlıydım ve onların yanına gidecektim. Şimdiden ne diyeceğimi düşünmeye başladım. Ayağım taşa takılıp düşünce, öylece yerde oturmaya devam ettim.

İki tarafım ağaçlarla çevriliydi. Arabaların rahatlıkla geçebilmesi için ağaçların ortasına asfalt dökmüşlerdi. Mezarlıklara çok da kalmamıştı. Ayağa kalkıp da ilerlemek istemedim. Ağlamak istiyordum.

Beni hiç sevmeyen, istemeyen insanlar için ne diyeceğimi neden bu kadar çok düşünüyordum ki? Üstelik de ölüler… Bu düşüncemi defettim ve hızla ayağa kalktım. Ölü de olsalar, hesap soracaktım onlara. Varsın cevap vermesinler.

Önemli olan benim ne hissettiğim; onların bana ne hissettirdiğiydi. Ve hepsini de acımasızca dile getirecektim. Hatta yüksek sesle, bağırarak söyleyecektim. Yağmur bastırmaya başladı. Tüm birikmişliğimle koştum. Mezarlığın kapısının önüne geldiğimde hiç düşünmeden içeri girdim. Etrafıma bakındım. Hava çoktan kararmaya başlamıştı. Ve burada çok fazla ölü vardı. Ailemi nerede bulacaktım şimdi? Mezarların arasında yürüdüm. Taşların hepsini tek tek okuyordum.

Dikkatimi küçük bir mezar çekti. Çöküp mezara baktım. Ne isim ne de bir şey vardı. Etrafına dizilmiş taşlarla mezar olduğu anlaşılıyordu. Şaşırdım buna. Bebekler de ölüyordu demek…

Üstelik mezarları bile vardı. Ama daha sonra fark ettiğim detayla ağlamaya başladım. Onun ismi yoktu. O da benim gibi terk edilmişti. Mezarlığın yanına çömeldim, toprağını gözyaşıyla avuçladım. Ben de böyle kimsesizce; hatta isimsiz gömülecektim. Elimin tersiyle gözyaşlarımı sildim ve ayağa kalktım. Ardından küçük bebek beni görüyormuşçasına el salladım. Biraz daha yürüdükten sonra mezar taşında kocaman yazılarla “onların” ismini gördüm. Burada bile birlikteydiler. Annem, babam ve iki kardeşim…Ben ölsem, öteki âlemde bile yalnız olacaktım.

Gördüğüm kadarıyla çekirdek aile tamamdı. Bir kişiye yer yoktu. Kimsesiz bırakıldım, kimsesiz öleceğim ve kimsesizler yerine gömülecektim. Bu düşünce beni çok ağlattı. Gözyaşlarım aktıkça yağmur taneleri onları siliyordu. Bağırdım onlara…

Avazım çıktığı kadar bağırdım. “Görüyor musunuz, bu yağmur tanesinin bana gösterdiği merhametin onda birini bile bana göstermediniz. Neden beni sevmediniz, neden kimselerim varken beni kimsesiz bıraktınız?

Nefret ediyorum sizden ve hep de nefret etmeye devam edeceğim. Beni burada ruhsuz, mutsuz bıraktınız. Siz de öyle kalın.” dedim ve daha fazla konuşmaya mecal bulamayarak annemin mezarının yanında oturdum. Onlara hesap sormak için gelmiştim ancak neyin hesabını soracaktım ki? Onlarla hiç yaşamışlığım bile yoktu. Onlar beni sevmediler, ben de onları sevmiyorum. Sadece eksikliğini yaşıyorum onların. Ama yok; boşuna buraya geldim. Onlar için hesap soracak konumda bile değildim. Ben aslında hiç yoktum.

Ayağa kalkıp yağmura aldırmadan, arkama bile bakmadan koşarak mezarlıktan çıktım. Evime kadar koştum. Artık daha fazla kalmak istemiyordum burada. Üstümü bile değiştirmeden aldığım mumları yakıp gülleri etrafa saçtım. Camların, dolapların, aynaların, duvarların üstüne kitapta görmüş olduğum sembolleri çizmeye başladım.

Her sembolü çizişimde ruhumda eksik olan bir şeylerin tamamlandığını hissediyordum. Bu hissin sebebi ne bilmiyorum ama tuhaf şeylerin olduğu aşikardı aslında. Sembolleri çizmeyi bıraktım ve durup odama baktım. Tuhaf şeyler oluyordu. Önümden biri geçmişçesine bir esinti peyda oldu ve saçlarım uçuştu. Mumlar titreşmeye ve duvarda kalemsiz kendi kendine yazılar yazılmaya başladı. Kocaman harflerle: “KURTAR BENİ BOŞLUKTAN” yazıyordu.

Bedenim titremeye, bacağım beni daha fazla taşımamaya başladı. Bir anda ağırlaşmıştım sanki. İçimde bir yerde derin bir acı duymaya başladım. Ellerime baktığımda içindeki damarların hareket ettiğini gördüm. Tüm vücudumda dolaşan bir şey vardı ve bu canımı katbekat acıtıyordu. İçimden dışarıya doğru çok sert bir darbe hissettim. Bir şeyler çıkmaya çalışıyordu âdeta… Nefes alamıyorum. Boğazım biri tarafından sıkılıyormuş gibi…

Elimi boğazıma geçirdim, görünmeyen parmakları çekmeye çalıştım. Rengim morarmaya başladı. Oksijensizliğin vermiş olduğu güçle avazım çıktığı kadar çığlık attım.

Midemden yukarıya doğru bir şeylerin tırmandığını hissettim. Boğazıma takıldı. Çığlık atmaya devam ettim ve sonunda içimdeki şey çıktı. Tüm acılarım dinmiş gibiydi. Bitkinlikle yerde uzandım ve gözlerim bir güç tarafından kapatıldı. Zihnim de ele geçirilmiş gibiydi. Kendi isteğim dışında astral seyahat adımlarını uyguluyordum. Bu güçle direnecek halim yoktu. Şimdiye kadar yaşadıklarım, önüme çıkan işaretler…

Hiçbiri tesadüf değildi. Yetimhanedeki anılarım zihnime doluştu.

“Lanetli şeytan! Lanetli şeytan!..” yankılanıyordu bu cümle her yerde… Okula başladığım zamanlar bu sefer zihnime doluştu.

“Şeytanın bile sevmediği lanetli!” gibi cümleler yankılandı. Gençlik yıllarım zihnime doluştu. Bende değişen şeyler ancak şu an fark ettiğim şeyler gözümde canlanmaya başladı. Fiziken çok ama çok değişmiştim. Küçükken etli benlerle dolu, kapkara tenim ve saçlarım, hiç uzamayan boyum ben ergenliğe girdikten sonra tamamen değişmişti. Kızıl saçlarım, bembeyaz tenim ve uzunca boyum… Yine “Şeytan!” diyen vardı ancak güzelliğime derlerdi. Ve bu çok normalmiş gibi, ne ben ne de etrafımdakiler fark etti. Sonra zihnimde yeni şeyler canlandı.
“Şeytanın kaybettiği Tanrıça…”

Sonra duyduklarım, gördüklerim tamamen değişiyor. Kalabalık bir yerdeyim. Biri var yanımda ama yüzünü seçemiyorum. Huzursuz bir hava hakim… Onun ellerinden sıkıca tutuyorum ve bir anda ortalık toz duman... Gerisi karanlık…

Bu gördüklerim arasında beni en çok rahatsız eden şeydi. Gözlerimi açmaya çalıştım. Ama olmuyordu, yapamıyordum. Beni rahatsız eden bilmediğim bir gerçek vardı. Ruhum daralmaya, kalbim sıkışmaya başladı. Sonra bir şeyler oldu. Bir kuvvetin etkisiyle içimden bir şey çıkmaya çalışıyordu. Koptu. İçimden bir şey koptu ve bir yerlere savrulmaya başladım.

Hareket edip kurtulmaya çalıştım; ancak düşüyordum. Tam umudumu kesip kendimi olacaklara hazırlarken bir anda düşen bedenim havalanmaya başladı ve ruhum bedenime kavuşmuş, yeniden canlanmışım gibi derin bir nefes alıp gözlerimi açabildim. Karanlık bir sanrının kucağında göklerde süzülüyordum. Debelenmeye, ondan kurtulmaya çalıştım. Ben hareket ettikçe o da düşecek gibi oluyordu. Vücudunda tek renkli olan yeri, yani gri gözlerini bana dikti ve on dakikadan sonra ilk defa konuştu.

“Âlemler arasından yeni çıktım. Güçlerim yerinde değil. Biraz daha hareket edersen cehennem çukuruna düşeceğiz ve seni artık kimse o çukurdan çıkaramayacak!” deyince, durdum hemen… Aşağıya bakmaya çalıştım ve gördüğüm alevlerle ne olduğunu anlamadığım sanrıya sımsıkı sarıldım. Oraya düşmeyi kesinlikle istemiyordum. O ise, bundan memnun olmuşçasına beni daha da sıkı tutup biraz süzüldükten sonra indirmeye başladı. Sonunda ayağı yere bastığında ani bir atiklikle onun kucağından atladım.

“Kimsin sen?”

Sabahtan beri sanrı sandığım adam üstündeki siyah pelerini kaldırınca ağzım açık bir şekilde ona bakakaldım. Bu… Bu adam muazzam bir şeydi. Çok güzeldi. Az önceki halinden eser yoktu. Beyaz elbise ve altın renkleriyle kuşanmış kemeriyle fazlasıyla büyüleyici duruyordu. Saçları bembeyazdı; ancak kesinlikle yaşlı biri değildi. Üstelik, ta başka evrenden görülecek parlaklıkta da bir tacı vardı.
“Ben Eryndor’un imparatoruyum.”

Kendimi toparlamaya çalıştım ve başımı dik tutarak:
“Benden ne istiyorsun? Burası neresi?” dedim.

Karşımdaki muazzam varlık tek bir mimik oynatmadan: “Kumpas kuruldu. Bedenim âlemler arasında sıkışıp kaldı. Ruhumu masum bir ruhun yanına, masum bir bedene hapsettiler.” dedi.

Durdum ve bir anda aklıma gelen sözlerle
“Bir saniye… İçimden kopup çıkan ve bana acı veren sen miydin?” diye sordum hemen… İmparator olduğunu söyleyen adam mahcubiyetle yüzüme baktı.

Onun çok tanıdık siması vardı fakat daha önce onu hiç gördüğümü hatırlamıyordum. İmparator: “Bile isteye olmadı. Kendim sana acı vermek istesem bunu yıllar önce yapardım. Senin yazdığın büyü sözleri beni çıkardı.” dedi. Yıllarca iki ruh ile yaşamış olduğuma inanamıyordum. Hiçbir şey söylemeden, öylece bakakaldım imparatorun yüzüne. Kendimi zor da olsa toparlamaya çalışarak,

“Ben kimim?” dedim.

Hiçbir şeyin tesadüfen olmayacağını bilecek yaştaydım. Evimdeyken zihnimde dolaşan cümleler, bedenimin aniden tamamen değişmesi aklıma gelince, “Ben şeytan mıyım?” diyebildim. Karşımdaki öylece bana bakarken bir yerlerden yükselen kahkaha sesiyle her yer bir anda kahkaha tufanına boğuldu. Etrafıma bakındım fakat kimse görünmüyordu.

Önüme döndüğümde ise, imparatorun da güldüğünü gördüm. Bu kadar komik bir şey sorduğumu düşünmüyordum.

“Bu gülenler kim? Ayrıca komik ne var ki gülüyorsun?” dediğimde sustu ve ciddiyetle yüzüme baktı.

“Sana astral seyahatle ilgili tüm işaretleri ben gösterdim. Sen de benim tuzağa düştüğüm zamana vardın ve seni de dünyaya hapsettiler. Sonra ruhlarımız kavuştu. Seninle senin bedenini kurtardık, âlemler arasında...

Görünümün bir anda değişmesi ondan oldu. Sonra tahmin edemeyeceğimiz bir şey oldu. Ruhun bedenine kavuşunca benimle iletişimin koptu. Seninle bir daha iletişim kuramadım.

Senin bedenine kavuştuğunu duyan Zalethra benim korumamla sana bir şey yapamayınca çözümü hafızanı silmekte buldu.” dediğinde bir gülme tuttu beni. Böyle bir saçmalığa inanacak değildim ama inanmak istiyordum. Aklıma gelen şeyle imparatora döndüm.

“Yetim değil miyim ben şimdi? Terk edilmedim mi? Beni de seven, sayan ailem var mı?”

Bu soruların saçmalığıyla sustum. Ve hemen
ardından, “Ne saçmalıyorsam… Senin anlattıklarına inanmıyorum. Kimse tarafından sevilmeyen, sayılmayan bir insanım. Siz de hayalden öte bir şey değilsiniz. Bakın şimdi gözlerimi kapatıp açtıktan sonra yok olacaksınız.” dedim ve gözlerimi kapatıp açtım.

Bir an hiçbir şey görmüyor gibi oldum; ama sonradan her şey netleşti. Kolumu çimdikledim. Acı yoktu. Bunun bir hayal olduğunu biliyordum. Ne yaptığımı anlamaya çalışan imparatora yaklaştım ve onun da kolunu çimdikledim. Onda da herhangi bir tepki olmadı.

“Bu çiçeklerin arasında acı hissetmediğimizi unutmuş olamazsın.” deyince geldiğimden beri doğru düzgün incelemediğim yere göz attım. Her yer yeşilliklerle, rengarenk çiçeklerle doluydu; buluttan salıncaklar, evlerle çevrili bir yerdi. Dünyada tasvir edilen cennet bu olmalıydı. Çok güzel bir yerdi. Hayal olduğunu düşünsem de buranın tadını çıkarmaya karar verdim.

İmparator bir adım öne çıkarak gözlerini bana sabitledi.

“Sen sıradan bir ölümlü değilsin. Senin içindeki güç çok yakın zamanda her şeyi sana hatırlatacak.”
Ne dediğini anlamıyordum.

“Ben kimim? Nasıl bir güçten bahsediyorsun?”

İmparator, merhamet dolu bakışlarla gülümsedi.

“Biliyorum, sen kendini yıllarca insan olarak gördün. Hafızan silinmiş olsa da yine de güçlerinden izler taşıyordun. Sonra onları da kaybettin. Tamamen normalleştin. Bunların sana saçma gelmesi çok çok normal ama inan kendine. Güven kendine… Sen kendine inanır ve güvenirsen gücün seni bulur. Hafızan yerine gelir.” Gözlerim doldu. Her ne kadar inanmıyorum desem de ruhumun eksikliği burada tamamlanmıştı, hissediyordum. İçten içe imparatorun dediğine inanıyordum ama kafam çok karışıktı. Ben gerçekten kimdim ve nereye aittim? İmparator bu sefer bana doğru yürüdü ve bana sarıldı.

“Senin yerin burası. Ailen burada. Ben buradayım. Seninle her şeyin üstesinden geleceğiz.” dedi ve alnıma öpücük kondurdu.

Bir şeyler hissetmeye başladım. Zihnimdeki düğümlenmiş sarmaşıkların biraz daha çözüldüğünü hissettim; bu, ruhuma ve
bedenime güç verdi. Ellerime baktığımda parladığını gördüm. Başımı umutla kaldırıp gülümseyerek imparatora baktım.

***

TRUVA YAYIN GRUBU YOUTUBE KANALI İSMİ ve LOGOSU DEĞİŞMİŞTİR. KANALIMIZA ABONE OLMAYI UNUTMAYIN...

Logoya tıklayıp Youtube kanalımızı ziyaret edebilir, abone olabilirsiniz 

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi