ÖYKÜ YARIŞMASI
Giriş Tarihi : 20-08-2022 01:27

Kırık Aynadan Yansıyan Gerçek

Yazan: Osman Karakaya - KIRIK AYNADAN YANSIYAN GERÇEK - Truva Edebiyat Dergisi 5. Öykü Yarışmasına katılan öykü

Kırık Aynadan Yansıyan Gerçek

KIRIK AYNADAN YANSIYAN GERÇEK 

Nihat yirmi iki yıldır çalıştığı muhasebe bürosundan evine doğru ağır adımlarla ilerliyordu. Kırk beşine demir atmış, uzun boyu, iri yarı, kırlaşmaya başlamış saçları, esmer teni, büyük yeşil gözleri ile ilginç bir adamdı. Yüzünde  sürekli bir hüzün hali ve  o kadar dikkat çeken özelliği olmasına rağmen her zaman sokaktaki insanların gözlerine değmeden yürürdü. Âdeti olduğu üzere, her akşam eve dönüşünde yaptığı gibi kendisi ile konuşuyordu. 
“Nihayet bugünde sıkıcı iş mesaisi bitti. Bakkaldan ekmek, biraz peynir ve zeytin alıp ufaktan evin yolunu tutayım. Allah’ım bu ne sıkıcı, monoton nasıl bir hayat, günleri bile ayırt edemez oldum. Bügun Çarşamba mı Perşembe mi? Ayları, haftaları hatta her günü bile aynı birbirine benzer, otuz günü toplasam topu topu bir gün dahi etmez. Hayatım hep tekrarlar ile geçiyor bir türlü kurtulamadım bu tekdüzelikten. Birde evdeki şu adam günden güne beni kahrediyor, nasıl sinirleniyorum, bir kaşık suda boğasım geliyor ama bir şey yapamıyorum, yardım et Allah’ım! Beş dakika sonra yine karşıma çıkacak sabır, sabır, sabır...”

Kendi iç konuşmasına kendini o kadar kaptırırdı ki çevresindeki insanlar sanki onu arkasından  gelen birine konuşuyor sanırdı. Kendisi ile konuştuğu zamanlar o kadar dalardı ki adımları, köşe başı dönmeleri kendiliğinden olur, o sadece yürürdü. Merdivenleri çıkıp dördüncü kattaki dairesinin önüne geldiğini gayri ihtiyarı cebinden anahtarını çıkarırken fark etti. “Bu kapının kilidi de her zaman zor açılıyor küflenmiş mi, anahtar mı yalama olmuş bir türlü anlamıyorum; kilit inat edercesine beni içeri almak istemiyor. Allah’ım biliyorum ki bu kapının arkasında o beni yine bekliyor. Aynı duruş, aynı surat ifadesi aynı yerde neredeyse hiç kıpırdamadan, bazen sanki bıraktığım yerden hiç ayrılmamış, bıraktığım yere sabitlenmiş gibi geliyor bana. Ne bir adım geri ne bir adım ötede, hiç şüphem yok.” 

Tamda aklından geçirdiği gibi oldu, içeri adımını atar atmaz hemen aynalı komodinin karşısında ayakta bekler halde onu gördü. “Maşallah aynı bıraktığım gibisin. En ufak bir değişiklik yok, her şey yerli yerinde, geçmiş birde karşımda durmuş bana bakıyorsun, yüzünde en ufak bir duygu belirtisi yok gülüyor musun ağlıyor musun belli değil? Şu haline bir bak. İnan ki artık sana sadece acıyorum, yaşayan bir ölüden farkın yok. Ama bu sefer kararlıyım bir şekilde bu durumu adam akıllı çözmemiz lazım,  daha fazla sürdüremeyiz en azından ben sürdüremem anlıyor musun? Konuş sana be adam tek bir kelime söyle sadece bir kelime.” 

Bir yandan da iş kıyafetlerini çıkarmaya hazırlanıyordu. “Tamam, bu kadar yeter! Konuşacağız bugün bu iş bitecek. Bekle üstümü değiştireyim, yüzümü yıkayıp tam karşına oturup bu sorunumuza aslında senin olan sorununa bir son vereceğiz. “

Üzerine rahat bir şeyler giyip, yüzünü ve ellerini yıkadı, elindeki havlu ile kurulanarak tekrar konuşmaya başladı. “Bak artık buna bir son vermen gerekiyor, sen de biliyorsun bu şekilde yaşanmaz. Kendini hayattan soyutladığının, kimse ile görüşmediğinin, bu dört duvarın içinde hayatını mahvettiğinin farkındasın değil mi? Yine aynı hareketler; hemen başını önüne eğiyorsun, anlamsız, manasınız bakıyorsun. Yeter artık Allah kahretsin! Cevap versene! Hala aval aval yüzüme bakıyorsun. Bak her akşam aynı kavga, bıktım artık, bazen senin yüzünden eve bile gelmek istemiyorum,  sinirden nefesim daralıyor, içim sıkılıyor, iyi bak şişen boyun damarlarımı gördün mü? Göremedin sanırım iyice yaklaşayım şimdi bak, nasıl gördün değil mi? Her kavga da böyle oluyor, sanki sen bundan zevk alıyor gibisin. Sadece bu da değil, şu yüzümün haline bir bak, görüyor musun? Yanağım çukurlaşmış, ya gözlerimin altındaki siyah göçükler, hep senin yüzünden anlamadın değil mi? Uykusuzluktan anlayışsız herif uykusuzluktan. Geceleri rahat uyku uyuyamaz oldum. Yarını düşünmekten, korku ile yaşamaktan, gelecek endişesi ile uyanmaktan usandım. Korkuyorum senin yüzünden bir gün aynanın karşısında kendimi bile tanıyamayacağım.”

Biraz soluklandı, dinlenmeye kendini sakinleştirmeye çalıştı. “Tamam, sana da hak veriyorum. İyi bir çocukluğun, gençliğin, okul hayatın ve aile yaşantın olmadı, eyvallah! Evliliğin tam bir fiyasko ile sonuçlandı, kadın sana üç yıl dayanamadı sana dayanamadı diyorum; çünkü senin gibi bir adama değil üç sene üç gün bile dayanılmaz. İş hayatında da mutlu değilsin ama bütün bunlar hayata sırtını çevirmene, ölü gibi yaşamana değer mi? Allah aşkına sabahtan akşama kadar burada duruyorsun neredeyse hiç kımıldamadan doğru değil mi? Tabii doğru. Dışarı bir baksana ahmak, budala herif bunca insanın hiç mi derdi yok sanıyorsun, herkesin hayatı güllük-gülistanlık, herkes neşe ve sevinç içinde mi yaşıyor. Öyle mi? Çoğunun derdinin yanında senin bu saçma-sapan kuruntun dert bile değil. Dert demiyorum bak dikkat et bana göre sadece kuruntudan ibaret. Allah aşkına şu kafanı pencereden bir çıkar da şu kocaman caddede dolaşıp koşuşan insanlara bir bak.” 

Nihat’ın onca sözüne rağmen karşısındaki adamda en ufak bir hareket görünmedi. “Eskiden sana derdim ya,” Sana bakınca sanki kendimi görüyorum. Hepsi yalanmış, şimdi daha iyi anlıyorum. Eğer ben de sana uysaydım şimdi halim nasıl olurdu Allah korusun, bilmiyorum. Artık aklım çok iyi kavrıyor ki sen çok ayrı bir varlıksın, benim gibi değilsin. Bak ben işe gidiyorum, kahvaltımı yapıyorum, faturalarımı ödüyorum, ütülü elbiseler giyiyorum bazen kitap okuyorum, bazen film seyrediyorum. En azından bir şekilde hayata tutunmaya insanlardan kendimi soyutlamamaya çalışıyorum. Senin yaptığın ne? Bütün gün beni beklemek, karşıma geçip hiçbir şey söylemeden sadece dinlemek. Artık yeter! Her gün eve geldiğimde seni karşımda böyle ölü gibi görmekten bıktım.Ya sen ya da ben bu evden gideceğiz. İkimize birden bu dört duvar, boğucu hava, bu kasvetli ortam dar gelmeye başladı. Sana katlanamıyorum anlıyor musun? Kat-la-na-mı-yo-rum. Bak anla diye nasıl heceledim. Anlayabildin mi? Ne birde ağlamaya mı başladın, bırak şu çocukluğu Allah aşkına neyine ağlıyorsun. Gözlerinden süzülen şeylerin yaş olmadığına iddiaya girerim. Seni insanlardan uzaklaştıran ne söylesene be adam! Bir cümle, ne olur bak bu kulaklarım ile duyayım. Yalvarıyorum, ağzından çıkacak tek bir cümleye bile razıyım. Her gün sana nasihat etmekten bıktım. Dediğim gibi ya normal bir şekilde hayatına devam edersin, insanların içine karışır sosyalleşirsin ya da… Kendin bilirsin sana son kez seçme fırsatı veriyorum, bir daha olmayacak her şey şu anda bugün burada istesen de istemesen de bitecek. 

Nihat’ın konuşmaktan takati kalmamıştı. Sustu, sessizlik beş dakikadan daha uzun sürdü. Sessizliğin devamı Nihat’ın boyun damarları gerildikçe geriliyordu, çünkü karşısındaki adamın gözlerinden süzülen yaşlardan başka bir tepki verdiği yoktu. Bu da Nihat’ı daha fazla sinirlendiriyordu. En kızdığı şey de bir insanın elinde olduğu halde çare aramayıp sadece gözyaşlarına sığınmasıydı. Buna asla tahammül edemezdi. Daha fazla dayanamadı , karşısındaki adama iyice yaklaştı, tam suratına tüm gücü ile esaslı bir yumruk salladı. Yumruk sallaması ile birlikte ayna paramparça oldu. Nihat’ın kesilen parmaklarındaki kan yerlere damlıyordu. Başını ellerinin arasına aldı, titreyen elleri ile yüzünü kapayarak çaresiz bir şekilde koltuğa oturdu. “Allah’ım Yeter artık! Daha fazla dayanamayacağım…”

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi