CENNETİN ÇOCUKLARI
Elinin hamuruyla yemek yapan Rabia camdan gülümseyerek, kahkahalarla gülüp oynayan kızına bakıyordu. Biri çıkıp da ona, "Seni bu dünyaya bağlayan şey nedir?" diye sorsa hiç düşünmeden "kızım" derdi.
Kızı Ecrin henüz yeni ana sınıfına başlamıştı. Okuldan döner dönmez yemek bile yemeden en iyi arkadaşı Ecem ile hemen bahçeye, oynamaya çıkmıştı.
Rabia camdan kafasını uzatıp; "Kızlar yemek hazır, çabuk içeri gelin!" diye onları çağırmıştı.
Kızlar ise Rabia’nın lâfını ikiletmeden hemen yarışarak, eve koşmuşlardı. Eve girdiklerinde Rabia baş işaretiyle banyoyu gösterince ikisi de ellerini yıkamaları gerektiğini anlayıp bu sefer de banyoya koştular.
“Düşüp bir yerlerinizi inciteceksiniz kızlar, koşmayın!” diye uyarıda bulundu Rabia.
Tabii bu, kızların umurlarında bile değildi. Koşa koşa ellerini yıkamaya gitmiş aynı şekilde koşarak da mutfağa dönmüşlerdi.
Rabia kızların tabaklarına çorbalarını koyup onların nasıl iştahla çorba içtiklerini izlemeye koyuldu. Ardından; “Eee bugün okulda ne yaptınız bakayım?” diye ilgiyle sordu.
Ecrin annesinin sesiyle, elindeki kaşığı masaya koyup heyecanla neler öğrendiklerini, ne yaptıklarını anlatmaya başladı. Kızının bu heyecanını gülerek dinleyen Rabia inanılmaz bir huzur içindeydi ama içinde bir yerlerde onu huzursuz eden bir şeyler kaç günden beri hep böyle anlarda kendini gösteriyordu; şu anda olduğu gibi! Ecrin ise okulda öğrendiklerini tatlı tatlı anlatmaya devam ediyordu.
“Anne biz bugün bir de ninni öğrendik. Öğretmenimiz bize çok güzel bir ninni açtı.” dedi.
O anda Rabia içindeki huzurun yanında çamur gibi yapışan hissi kenara bırakıp; “Hangi ninniymiş?”
diye sordu.
Ecrin heyecanla; “Söyleyeyim mi sana şimdi?”
deyince, Rabia gülümseyerek başını salladı.
“Atem tutam ben seni
Şekere katem ben seni
Akşam baban gelende oy
Önüne atem ben seni…”
Ecrin aklında kaldığı kadarıyla sevinçle ninniyi söylemeye devam etti. Rabia bu ninniyi çok iyi biliyordu; o küçükken de annesi ara sıra söylerdi. Ecrin ve Ecem ninniden sonra yemeklerini bitirmiş, tekrar dışarı çıkmak için izin almışlardı. Rabia bu güzel havada onları evde tutamayacağını bildiği için bir saatliğine izin vermişti.
Kızlar, bahçede duran koca ağacın altında oturup, evcilik oynamaya karar vermişlerdi. Ecem, bir alana etrafta gördüğü taşlarla evi düzenlerken, Ecrin yaprakları ve düz taşları yerden toplayarak ağacın altına getirdi. O, taşlarla yaprakları ezip sarma yaparken Ecem de evi düzenlemeye devam ediyordu. Bir süre böyle oynadıktan sonra sıkılıp ebe-sobe oynamaya geçtiler. Kahkahalarla koşarken Ecem bir kitaba takılıp yere düştü. Dizi hafifçe soyulmuştu ve canı yandığı için ağlamaya başladı. Ecrin ise arkadaşına sarılıp hiçbir şey olmadığını, dizini öpünce geçeceğini söyledi.
Ecem bir süre daha gözyaşı döndükten sonra yorulmuş olacak ki ağlamayı bırakmıştı. Takıldığı kitabı alıp içine bakmaya başladılar. İkisi de henüz okumayı bilmedikleri için yalnızca kitabın içindeki resimlerden çıkarım yapmaya çalışıyorlardı. Bu oyun onlara daha eğlenceli gelmişti. Kızlar yere oturmuş kitaba bakmaya devam ederken büyük bir çığlık koptu. İkisi de çığlığın etkisiyle el ele tutuşup, korkuyla ayağa kalktılar. Ancak daha ne olduğunu anlamadan ikisi de yere yuvarlanmış bir süre tatlı bir karanlığa bürünmüşlerdi. Az önceki çığlık gitmiş etraftan kuş cıvıltıları, çekirge sesleri, hafif rüzgar sesleri geliyordu.
Gözlerini açıp oturur pozisyona geçtiler. Bahçedeydiler ancak etrafta bir değişiklik vardı. Az önce oldukları yer değildi burası. Ne zaman çıktığını bilmedikleri çiçeklerin içinde oturuyorlardı şimdi. Ecem ellerini Ecrin’den çekip ayağa kalktı.
“Ben artık gitmek istiyorum. Annemi özledim” diyerek eve doğru yürüdü. Ecrin de hemen arkasından koşup ona yetişti. Ecem yine ayağına takılan şeyle yere düşmüştü. Takıldığının ne olduğuna baktığında yine aynı kitabı gördü. Ecrin ondan önce davranıp eğilmiş tam kitabı alacakken, kitaptan yayılan ışıktan korkup geriye düşmüştü. İkisi de bir süre kitaba bakakaldı. Ecrin annesine seslendi ancak Rabia onu duymuyordu. Cesaretini toplayıp kitaba doğru gitti ve kapağını açtı. Kitap onunla konuşmuştu. Yine korkmuş, çığlık atıp kitabı yere fırlatmıştı.
Ecem ağlayarak; "Annemi istiyorum artık!" diyordu.
Aynı anda Ecrin de annesini istiyordu. Ağlayarak annesine seslenmeye devam etti. Kitap yine konuşunca susmak zorunda kalmıştı.
“Ninni söyle diyarıma gir.”
Ecem ve Ecrin birbirlerine baktılar. Ecrin okulda öğrendiği ninniyi söylemeye başladı. Kitaptaki ışık daha da arttı ve kızları içine çekti.
Her şey bir anda olup bitmişti. Kızlar gözlerini açtıklarında kendilerini çok güzel bir yerde buldular. Gökyüzü masmavi, ağaçlar çok canlı yemyeşil, rengarenk çiçekler ve birbirinden güzel hayvanlar, meyve ağaçları…
El ele tutuşup etrafı seyre daldılar. Sonra yürümeye başladılar. Artık korkuları kalmamıştı ancak bu duygu yerini meraka bıraktı.
Ecem; “Ecrin biz neredeyiz?”
Ecrin’de bilmiyordu. Etrafına bakarak; “Bilmiyorum. Kaybolduk sanırım” dedi.
Ecem ağlamaklı bir ifadeyle; “Ne, kayıp mı olduk? Ama annem beni çok merak eder” dedi.
Onları merak edeceklerini Ecrin de biliyordu. Bir şey demeden yürümeye başladı, Ecem de onun peşine takıldı. Burunlarına çok güzel kokular gelince durmak istediler. İkisi birbirine bakarken birden bir kelebek sürüsü etraflarını sardı. Aslında korkmaları lâzımdı ama o kadar güzellerdi ki korkuyu hissetmediler bile.
Kelebekler bir arada uçarak ilerleyince kızlar da peşlerine takılıp koşmaya başladılar. Bir süre her şeyi unuttular. Bu güzel yerin tadını doyasıya çıkarıp oynamaya başladılar. Yorulunca yan yana çimenliğe uzanıp gülerek birbirlerine baktılar.
Ecem; “Ecrin biz buradan nasıl çıkacağız? Buraya nasıl geldik?”
Gözleri dolan Ecrin arkadaşına baktı; “Bilmiyorum. Hadi kalk, biri var mı diye bakalım. Bizi annemize götürürler belki” diyerek uzandıkları yerden kalktılar.
Yürüdükçe yürüdüler. Acıkmaya ve yorulmaya başlamışlardı. Tam pes etmek üzereyken uzaktan gelen belli belirsiz sesler duydular. İkisi de duymuştu sesi; bebek ve kendileri gibi olan çocukların sesleri. Gittikçe daha belirgin hale gelen sese doğru yürümeye başladılar. Uzakta bir ev gördüler. Kocaman bir ev. Koştular. Heyecanla, umutla koştular.
Kocaman bir yazı vardı. Şaşılır bir şekilde ikisi de o yazıyı okuyabiliyordu. Yazı şu şekildeydi "Cennetin Çocukları"
Kapıyı iteleyip içeri girdiklerinde, devasa kadar büyük yerin birbirinden güzel bebek ve çocuklarla dolu olduğunu gördüler. Etrafı şaşkınlıkla izleyerek yürüdüler. Ecem artık daha fazla kendini tutamayıp olduğu yere çöktü, hüngür hüngür ağlamaya başladı. Ecrin de kendini tutamıyordu. O da annesini çok özlüyor ve korkuyordu. Ağladılar, o kadar sesli ağladılar ki çok uzakta olmalarına rağmen duydukları sesler bile kesilmişti. Çıt çıkmıyordu. Herkes onlara bakıyordu. Beyazlar içinde birbirinden güzel iki kadın onlara doğru geldi. Her biri kızlardan birini kucağına aldı.
Ecrin’i kucağına alan kadın; “Neden ağlıyorsun küçüğüm?” diye sorduğunda, ağlamaktan çatallaşmış sesiyle Ecrin; “Biz kaybolduk. Evimize gitmek istiyoruz.” diye cevapladı.
Ecem de başını sallayarak onaylıyordu. Kadın gülümsedi. Yanındaki kadına baktı. Sonra ikisi de aynı anda ellerini Ecem ve Ecrin’in başına koyup; “Melek oldunuz artık. İçinizde özlem olacak ama ailenize çok yakında kavuşacaksınız. Onları burada bekleyeceksiniz” dediler.
Aniden içeriden yoğun bir kanat çırpma sesi geldi. Gördükleri bebek ve çocuklar birer birer beyaz güvercine dönüştü. İki güzel kadın ayağa kalktı. Kollarında uyuyakalan kuşları yukarı kaldırdılar.
Ve iki kız da beyaz güvercine dönüşüp uçtu...