PARMA MANASTIRI / STENDHAL
Aristokrat ailenin idealist oğlu Fabrizio, İtalyan olmasına rağmen tam Napolyon hayranıdır. Bu yüzden Napolyon’un yanında Waterloo Savaşı’na katılır. Bu sebeple dr çevresi tarafından eleştirilir. Savaş dönüşünde Parma Manastırı’nda kalmaya başlar ve romanın büyük bölümü burada geçer. Aşk üçgeni içinde kalan Fabrizio, bir de cinayet işlemekle yüzyüze kalır ve bu nedenle hapse atılır; idamı istenmektedir. Bu arada bazı kontlar ve İtalyan prens Fabrizio’dan pek hoşlanmamaktadırlar.
Fabrizio bir şekilde hapishaneden kaçmayı başarsa da aşkı için geri döner. Sevdiği kadınla evlense de başka bir kadından da çocuğu olmuştur, onu yanına almak ister. Çocuğunun annesi olan kadın, Fabrizio’nun yüzünü görmemek için Meryem Ana’ya söz verse de oğulları ölümcül hastalığa yakalandığı için sık sık ziyarete gelmek zorunda kaldığından Fabrizio’yu görmek zorunda kalmıştır. Çocuk ise kısa sürede ölmüştür, bu durumun kadının Meryem Ana’ya verdiği sözü tutmadığı için yaşandığını iddia eden Fabrizio’nun eşi de kısa süre sonra ölür. Fabrizio, zengin mirasını uşakları arasında pay eder, bir kısmını annesine ve kız kardeşine gönderir. Önceden elde ettiği başpiskoposluktan istifa ederek Parma Manastırı’na çekilerek hayatına yalnız devam eder.
520 sayfalık romanı 52 günde yazdığını söyler yazar… Çünkü roman ilk çıktığında bazı kahramanların anlaşılamadığı, yüzeysel kaldığı, kimin, niçin, ne yaptığının anlaşılamadığı dile getirilmiştir ve bu da kafa karıştırıcıdır. Yazar bunu kabul eder ve 52 gün gibi kısa sürede yazdığını itiraf etmek durumunda kalır.
Normalde on günde bitebilecek olan roman, elimde 52 gün süründü adeta; çünkü bitirmekte oldukça zorlandım.
Stendhal'in “Kırmızı ve Siyah” romanından sonra okuduğum ikinci romanı ve bildiğim kadarıyla iki romanı çevrilmiş zaten. Başka kitapları varsa da ben saygıyla Stendhal'e “Allahaısmarladık!” diyerek başka klasiklere geçiyorum efendim…
Size iyi okumalar.
***















































