ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 20-03-2023 16:01

Ahvalim Budur Padişahım

Yazan: Necla Polat Hasbutcu -AHVALİM BUDUR PADİŞAHIM

Ahvalim Budur Padişahım

AHVALİM BUDUR PADİŞAHIM 

Küçük, masum bir bebek adı Ali.  Ağıt sesi geliyor, duyuyorum halıların, kilimlerin altından.
Belki de ertelendiğim, halı altına süpürdüğüm bütün acılarımın sesiydi o.

Ne kadar gizlemeye, üstünü örtmeye çalışsam da, yeni doğmuş bir bebek gibi ağlıyordu.
Gönül hanemin her köşesinde, her bucağında 
Öyle masum, öyle korumasız, öyle acıkmış ki sesini duyurabilmek için tüm gücüyle bağırıyordu.

Hangi merhametli ana buna duyarsız kalabilir?
İçimde merhamet dahil olmak üzere bütün duyguları öldürmüştüm.
Mahkeme kurulsa, bütün görgü tanıkları, avukatlar, hâkimler dahil hepsi anneyi suçluyacaktı.
Derdini anlatmaya dili yoktu o bebeğin.
Dilsiz, güçsüz olan bebeğin tek sığınağı, gücü ağlamak idi.
Ağlamak bazen çaresizlik iken bazen de bir itiraz, bir hak arayışıdır...

Kaçmaya, kurtulmaya çalışırken kendimi bir dolmuş da gördüm. Bir süre sonra anladım ki  şoförü oğlum imiş.
Sahi kaçmak kurtuluş mudur? İnsan içindeki vicdandan, kendi gerçekliğinden kaçabilir mi?

Yol boyunca oğlum ne olur dikkatli ol diye defalarca yalvarıp uyardım.
Ne de olsa ana yüreği idi taşıdığım.
Evladımın kaza yapmasından korkuyordum.
Nereye gittiğimiz belli değildi.

Fakat yolculuk esnasında güzel yerler, ağaçlar, yol kenarında rengarenk kır çiçekleri gördüm, doğanın harika işleyişi tam bir uyum içinde adeta birbirini tamamlıyordu bu harika işleyiş yüreğime huzur doldurdu.
İçim açıldı, ferahladım.
Sığındığım dünyam karanlıktı, anladım ki hiç yolculuk yapmamışım.
Kabuğuma çekilip oturmuşum yıllarca.
Hep bir kurtarıcı beklemişim, belki gelir elimden tutup kendi bu karanlık dünyamdan beni çıkarır, diye.

Sahi beklemek mi yoksa yürümek mi gerekiyor?
Zifiri bir zindanda mahkum olan biri için güneş doğsa ne olur doğmasa ne olur?
Kanadı kırık bir güvercin uçabilir mi?
Veteriner mi gelmeli yoksa veterinere mi gidilmeli?
Ya da karanlık bir odayı aydınlatmak için ampülün düğmesine basmak gerekmez mi?

Biraz dolaştık, sonra dönüş yoluna girdik.
Dönüşte gördüklerim beni biraz korkuttu.
Önce bir kaza gördüm, tüp arabası yan yatmıştı, zincirleme kazalara sebebiyet verebilirdi.
Oğlum bir hamle ile yan yatan arabayı doğrulttu, oğlumun kullandığı araba daha büyüktü, güçlüydü.
Yolu açmış oldu, trafiği düzenledi.
Bir kez daha anladım ki hayat yaşamasını bilene güzel. Bir gayesi, ulvi bir amacı olan her insana hayat büyük bir anlamdır...

Eve yaklaşmışken biri çıktı önümüze, hızla manevra yapıp önümüze geçti, arabasının üstünde bir cam vardı o cam kırıldı yollara savruldu.
"Eyvah!" dedim, tekere gelirse patlatır, kaza yapabilir!
Bütün hıncımla pencereden elimi uzatıp adama tehditler savurdum;
"Sen kendini ne sanıyorsun!
Şu yaptığına bak bi?"
Küfürler havada uçuştu.
Genelde erkekler birbirine küfür eder, ancak bir erkeğin kadına yönelik şiddeti, küfürü çok daha ağır geliyordu.
Cinsellik edebin anası idi.
İnsanlar annelerine karşı bu kadar, saygısızca hareket etmek için ya ölü ya deli olmalıydılar.
Daha fazla uzamasını önlemek için bu kavgadan kaçmak zorunda kaldım.
Arabadan iner inmez, koşarak sığınacak bir oda aradım kendime.
Bir odaya girdim, hemen kilitledim arkasından.
Açmasınlar diye, vücudumu destek verdim bütün gücümle.
Bir süre sonra giriştiler kapıya zorladıkça zorladılar, her defasında var gücümle engel oldum açmasınlar, diye.
Sonra elinde demirle kapıyı açmayı başardı biri, üzerinde beyaz önlük vardı, doktor gibi.
Arkasında ise sığındığım odaya cenaze koymaya çalışan bir topluluk.
Ağlamaklı ve korku ile çıktım odadan.
"Ben ölülerden çok korkuyorum ! diye ağladım.
Ama dirilerden daha çok korkuyorum !
Dirilerdir ölüleri koyan içeri "
diyerek uyandım gördüğüm bu rüyadan.

Hangimizin yüreği mezarlık değil ki?
Benim de sığındığım odama, bir ölü gömülmüş, kabristana dönmüştü sığınağım, korkularımdan kaçıp sığındığım yerim yoktu artık.
Artık ağlayan bebeğin susması gerekiyordu!

Acılarımı, hüzünlerimi, hayallerimi, doyurmam gerekiyordu!

O ağlayan bebek, adı; "Ali" olan, Hz. Ali'yi temsil ediyordu.
"Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum" diyen Hz. Ali'yi.
Yaptığım yolculuk ise, hayat yolculuğumdu, evlatlarım için yaptığım o yolculuk güzel bir yolculuktu, ana olmak "Cenneti" yüreğinde taşımak değil miydi ? Evladının tırnağına taş değmesin diye, kendini parçalara bölmek değil midir anne olmak... 
Bu bir uyarı idi, evlatlarının peşinden gitmesi gerekiyordu.
Anne ile evladın bir bağı vardı.
Görünmeyen iplerle örülmüş.

Anlatamadıklarım, içime gömdüğüm her acının her hayelin vakti zamanı gelmişti artık.
Gönül dağım, sırlarını açığa vuracaktı.
Dağ olsa dayanmazdı yürek bunca yangına.
Benim dağlarımda masum bir bebek ağlıyor.
Gidip onu doyurmam gerekiyor, tutmayın beni...

Gördüğüm bir rüyaydı, yorumlamak da rüyanın sahibine düşerdi, kendi rüyamı kendi yaşantımla yorumladım.
Nice Aliler var yürekleri dağlayan, bir köşede ağlayan.
Nice anneler var, Alisi'ni ağlatan sahipsiz bırakan.

Benim Ali'm artık ağlamayacak.
Hakikat ortaya çıkacak diyordu.
Vicdanım masumdu benim, tıbkı bir bebek saflığında arı, duru, tertemiz...

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi