GÜNCEL
Giriş Tarihi : 22-02-2023 13:41

Yaşamak Zorundayım...

Yazan: Nevin Bahtışen -YAŞAMAK ZORUNDAYIM...

Yaşamak Zorundayım...

YAŞAMAK ZORUNDAYIM...

Kendimi dışarıya atmış biraz temiz hava almak istiyordum. Gözlerimi özgür bırakıp doğadaki her şeye bakacaktım. Ağırlaşan başımı adım atan ayaklarımdan alamıyordum, oysa temiz havayı teneffüs edip içime doyasıya çekicektim. 

Gördüğüm her şey duygu ve düşüncelerime ihanet ediyordu çünkü beni düşüncelerimden alıkoyuyor, kendisine çekiyordu. Düşüncelerim bir uyuşturucu gibi kendine bağımlı kılıyor bütün enerjimi alıyor, gücümü tüketiyordu. Oysa biraz olsun düşüncelerimden kurtulmak ve anın tadını çıkarmak istiyordum. 

Boğazımda düğümlenen nefesimi özgür bırakmak ve rahat nefes alıp vermek istiyordum. Zihnimin kıvrımlarına çöreklenmiş düşünceler, hızla ürüyor ve çoğalıyordu. Yüreğimi demir bir pençe gibi tutup eziyor ve azılı bir düşman gibi zarar veriyordu. Hummalı bir çalışmaya girmiş gibi adımlarım sıklaşmış, nefes alış verişim kalbimi sıkıştırıyor görüş alanım daralıyordu. 

Acaba nelerin yanından geçmiştim görememiştim, bir farkına varabilseydim belki bu sefer farklı bakacaktım, gördüklerim yaşama sevincime eşlik edecekti. Gözlerimin önünde devinim içinde büyük karartılar vardı, ne kadar dışarıda kalmıştım, akşam mı olmuştu. Kuşlar nereye gitmişti, onların yerine mitolojik yaratıklar gibi şeyler uçuşuyordu. Acaba değişik bir zamana mı geçiş yapmıştım, tanıdığım hiç bir şey yok, sanki ben de aynı kişi değilim, bir ayna olsa yüzüme bakabilsem. 

Ellerim... Ellerime baksam ama kaldırmaya gücüm yetmiyor, her biri ağır bir külçe gibi, bakmaktan vazgeçiyorum. Belki biraz koşsam şu uzun karanlık gölgelikten çıkarım, nerede olduğumu anlayabilirim. Boğazıma kadar çıktılar, nefes almakta zorlanıyorum, önceden buralarda en çok sevdiğim çiçekler vardı, nereye gitmişlerdi acaba? 
Kokuları da yok, rüzgara kapılıp gitmişlerdi, bir bank bulsam, otursam da dinlensem, son kilometre hızla bu kalp beni bir yere götüremez. Beni üzen neydi bu kadar, evet hatırladım, haberlerde deprem faciasını dinliyordum. Ve kendime bir soru sordum, acaba bizim ülkemizin insanı kendini hiç mi sevmiyor? Hiç mi kendine değer vermiyor? Neden insan oğlu sağlam bir bina yapmak derdinde değil de bir çok ev istiyor? Nereye yaptığını önemsemiyor, nasıl yapıldığını önemsemiyor, bu sonuçtan kurtulmak için daha kaç defa bu felaketi yaşamamız gerekiyor. Deprem demiyorum dikkatinizi çekerim, deprem her zaman olacak belli aralıklarla, çok şanslıyız aradan yüzyıllar geçiyor ve bizler hala bu sürede ayılıp uyanamıyoruz. 

Biriktirdiğimiz her kuruşu evlerimize yatırıyoruz o da bir depremde yerle bir olup gidiyor. Canımız kurtulduysa baştan aynı döngüyü yaşayıp hayatı tırmalamaya çalışıyoruz. İyi de bizler binalarımızı sağlam yapsak, bu doğal afeti hissederek yaşasak. Allah’ın bizler için yarattığı bu harika dünyayı hiç mi anlamadan üzerinde yaşıyoruz, bu dünyanın oluşumunda fay hatları, yanar dağlar varsa ve biz bunları yok sayamıyorsak, gördüğümüz gibi belirli periyotlarla bu depremler kendini gerçekleştiriyor. 

"Allah’ın akıl verdim kullan." dediği biz insan oğlu, neden aklımızı kullanmakta aciz kalıyoruz? Ah yüreğimizdeki o güzelim insanlığı niye heder ediyoruz? Oysa insanca yaşamak için kullanabiliriz, güzel ve anlamlı şeyler üretmek için kullanabiliriz, en azından ben öyle düşünüyorum. 

Ama bu karanlık çağ algısından kurtulabiliyor muyum? Hayır, insan olduğum için, insanla yaşamak zorundayım, biz insanlar sosyal varlıklarız, doğal olarak olan ve oluşan her şeyden herkesin etkilendiği gibi ben de etkileniyorum. Üzüntüden iç yangınım yüreğimi dağlıyor ve ben tek başına bir şey yapamıyorum, sevdiğim çiçekleri bile göremez durumdayım. Oysa bu dünya bizlere bir lütuf, Allah’ın yarattığı bu dünyayı en ince ayrıntısına kadar inceleyebiliriz, dünyaya ve insanlara zarar vermekten daha yararlıdır.

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi