NEYDİ İYİLİK
Eşi öleli uzun bir zaman olmuştu. Ondan kalan eski sayılabilecek bir evin içinde, iki çocuğuyla birlikte yaşamaya çalışıyordu Saliha kadın..
İki çocuğunu bırakacak bir yeri de olmadığından, geçimini idame etmek için evlere temizliğe gider, apartman merdiveni siler, öyle geçinir giderdi işte.
Corona virüsü ve pandemi dönemi derken, hastalık korkusuyla evine temizliğe çağıran pek kimse de kalmamıştı.
Elinde kazanç olarak merdivenlerini sildiği sadece iki apartman kalmıştı. Saliha kadın onurlu bir kadındı. Kimseye de öyle el açıp dilenemezdi.
Bu aralar merdiven silmekten kazandığı miktar, faturalara gidiyordu. Eve erzak ve yiyecek parası bulamadığında, akşamları pazarların meyve sebze artıklarını evde yemek yapmak üzere toplar, fırından da bayat ekmek alıp öylece geçinmeye çalışırdı Saliha kadın.
Son zamanlarda pazarın girişinde, ikinci el giyisi satan kadınlar gördü. Komşularının giymediği, ona verdiği ya da çöp konteynerinin kenarına bırakılmış giysileri toplayıp, bir güzel yıkadıktan sonra onları satmaya başlamıştı.
Artık o gün zabıtadan kaçarak, tanesi beş liraya ne kadar satabildiyse.
O gün hava bozuktu. Kimseler de yere serdiği tezgahındaki elbiselerin yüzüne bakmıyordu. Giyimi güzel bir kadın geldi.
"Ne kadar bunlar?"
"Tanesi beş lira."
"Oo çokmuş, beş tanesi on liraya verirsen alayım.''
"Abla zaten ucuz ki bunlar."
"Sen bilirsin. O fiyata veriyorsan ver. Ben de gidip bir fakir sevindirecegim" dedi.
O gün hiçbir şey satmamış olan Saliha kadın, eve eli boş gitmek de istemiyordu. Aslında tezgahındaki kıyafetleri dışarıdan alsa idi o kadın, tanesi en az elli yüz liradan alamayacağını da iyi biliyor olmalıydı.
Kadına baktı. İçinden de; “Fakir sevindirmek için bir fakirin ekmeğini de eziyorsun ama neyse" derken gitmek üzere olan kadına;
"Peki abla öyle olsun" dedi.
İyi giyimli kadın mutluydu. Kendince iyi bir ticaret yapmıştı. Dışarıdan tanesi elli liradan alacağı kıyafetleri ucuza kapatmıştı.
Sonra gitti bir alışveriş merkezindeki oyuncak mağazasına. Çocuğunun beğendiği yüz elli liralık bebeği, hiç indirim istemeden aldı. Kandildi ya çocuk sevindirmek sevaptı. "Bugün, önce çocuğumu sevindireyim. Mahallede kapıya gelen çocuklara da bir kaç şeker versem yeter" diye düşündü kendince.
Yolda karşılaştığı üst komşusu; "Ne yapıyorsun Nazife?" dedi.
"Ne olsun işte bugün kandil, ben de alt komşumuz Nezahat'a kıyafet aldım. Giyinsin yazık çok fakir, kıyafeti mi var?"
"Oo cennetliksin kız. Allah razı olsun senden. Bugün bir fakiri sevindiriyorsun. Çok yüce gönüllüsün" dedi.
"Yok canım estağfurullah" dedi.
İçin için kurulup, on liraya aldığı kıyafetleri de alttaki komşusuna; "Al kız, giyersin. Bugün kandil." deyip ondan da "Allah senden razı olsun Nazife Abla" sözünü duyduktan sonra, yaptığı iyilikle övüne övüne anlatıyordu. Sağda solda herkese kendince yaptığı iyiliği anlatıyor, üstüne de yetinmeyip telefonda da tanıdıklarının kandilini kutlarken anlatıyor, aldığı övgü dolu sözler ile mutlu oluyordu.
Neydi iyilik? Bir başkasının alın terini hiçe sayıp, yine bir başkasına yaptığı sözde iyiliği kibir, ego, övünç meselesi için kullanmak mıydı?
Neydi iyilik?
İncelik istemez miydi?
Hiçbir şeyin yoksa bile, bir tatlı söz de iyilik değil miydi?
İnsan bu hayata, yaratıcısını tanımak, sınanmak ve iyi işler yapmak için gelen bir yolcu değil miydi?
İnsanı yaratan, nimetlerle buluşturan, koruyan, bağışlayan, rahmetiyle kuşatan Cenab-ı Hak;
“O hangimizin daha iyi işler yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır” (Mülk, 67/2) ayeti ile buyurmamış mıydı yüce kitabında. Öyleyse hayat, bir iyilik yarışı ve daha iyi olma sınavı değil miydi?
Ne ara biz böyle kendimize cömert, başkalarına iyilikte cimri ve desinler diye yapar olduk.
Ne güzel olurdu değil mi, iyiliğe; rızkının peşinde olan Saliha kadından, malının hakkından fazlasını vererek başlasaydı.
Keşke; başkaları desinler diye değil, Allah için yapabilseydi iyiliği...
"Yazık oldu Nazife'ye, yazık oldu."
Vesselam...