ÇOBAN ve KAVAL
Çobanın kavalından çıkan sihir...
Boşluğu döven davul seslerinde yutkunulan hayata dair kaygılar.
Acı patlıcanı kırağı çalmaz modunda umursamazlık.
Gözlerin içine sığdırılmaya çalışılan koca dünya,
Rüyalarında gülümseyen sabiler.
Hepsi birer devinim, devrim yapıp, kendini aşmaya çalışan, kücük insancıklar.
Hakkına razı olmayan zorbaların, kalleş saldırıları altında inleyen masumiyet.
Kurnazlık şarlatanları, kuralsız cümlelerde meydan okuma sanatı, güç zehirlenmesi.
Akıl tutulmasında cinnetin son hali, cana kıyarak ego tatmininde acımasızlığın kutsiyeti.
Sorma hayat, içindeki çarpık düzeni, adaletinin terazisi baştan güçlüden yana,
Aslanın kral olma halinde yanaşık düzen eğitimi.
Tavrını kahpelerden yana koyan dünya, adaletinin hileleli mihenk taşı ayarsız kafalarda daha da oynak.
Hep bir şikayet değil mi dilde dünya.
Peh! Dünya ile konuşacak adam mıyız ki.
Adamların madam olup, iyileri madara etmenin tarafına meyilli olmuş ne varsa!
İyiliğe yapılan övgülerin ardına sığınıp, sömürü düzenini sürdüren hakim erk.
Çıkar olunca mesele, nasıl da vatan, millet, Sakarya edebiyatında mahkum ediliyor zillet dedikleri avam meclisi.
İhanetin kol gezdiği dünyada, masumiyeti hain ilan edip, cebini dolduran hakimiyet.
Nasıl da milletin kölesiyiz deyip, vuruyorsunuz son darbeyi.
Üç kuruş pula mahkum edilip, esaretin görünmeyen halkası geçiriliyor boyunlara.
Susmanın erdem olduğunu anlatmak istiyor çoban, kavalıyla koyunlara.