VAROLUŞ MUCİZESİ
Bugün dost sohbetimiz de mucizelerden bahsederken, "Senin için en büyük mucize nedir?” sorusuyla, çocukluğumda şahit olduğum bir olay geldi ilk olarak aklıma.
Beş yaşlarımdaydım. Bir kış günü köyde yaşayan halama ziyarete gitmiştik. Yoğun kar yağışı nedeniyle orada mahsur kalmıştık.
Tabii ki, köy yerinde birine misafir geldiğinde tüm köylüler o evin misafirine “hoş geldin” demeye gelir.
O gün, akşam yemeğinden sonra tüm köy ahalisi halamlardaydı. Evin en büyük odasında soba yanıyor, pencere önünden başlayarak “L” şeklinde diğer duvarın sonuna kadar uzanan, bizim oralarda makat adı verilen, boydan boya devam eden, kanepeden çok yüksek bir sedir bulunuyor. Yine gelenekler gereği, erkekler bu sedirin üzerinde oturur, kadınlar da yerdeki minderlerde, çocuklar ise bir başka odada oynuyorlar.
Beni de, babam sedirde yanına oturtmuştu. Aralarında koyu bir sohbet vardı, o arada duvar kenarındaki sobanın yanında oturan komşu teyzelerden birinin büyük bir çığlıkla; "çocuk geldi!.." diye haykırması ile odada bir panik yaşandı. Anında tüm amcalar odadan çıktı, teyzelerde bir koşuşturma, bir panik başladı. Babam giderken beni sedirde unutmuştu. Çok yüksek olduğu için kendi başıma çıkıp, inemezdim o sedirden. Hiç kimse benim farkımda değildi ve ben orada neler olduğunu anlamaya çalışırken, köydeki teyzelerin hepsinin üzerinde geleneksel kıyafet olan şalvar vardı.
Ve sobanın yanındaki komşu teyzenin şalvarının içinden halam, bir bebek çıkardı. O an ben çok şaşkındım, aynı zamanda da o mucize bebeği görmenin sevincine, heyecanına varmıştım. Evet çok güzel bir mucizeydi, sihirli bir sevdaydı o an!
O günden sonra da bebekleri, leyleklerin getirdiğine kimse inandıramazdı beni. Gözlerimle görmüştüm, bebekleri şalvar getiriyordu.
İşte benim için en büyük mucize, bir bebeğin dünyaya gelişiydi.
Elbette bu yazımın önermesi bahsettiğim anı değil, bu anı ile şahit olduğum bir varoluş mucizesidir.
Bir bebeğin mucizevi varoluşu, her şeyden önce başlangıcın, yeniliğin sembolüdür. İnsanın dünyaya gelişi, sadece biyolojik bir süreç değildir; o, aynı zamanda bir umut, bir taze başlangıç ve yaşamın döngüsünde yerini bulmaya çalışan bir varlık olarak doğar. Her bebek, dünya üzerinde bir iz bırakma, bir şeyler değiştirme arzusuyla gelir ve her bebek, dünyadaki kötülüklerden arınabilmenin, saf ve temiz bir şekilde var olabilmenin potansiyelini taşır içinde.
Bir bebeğin doğumu, insan yolculuğunun en saf halidir. İlk nefesini aldığı an, o kadar saf, o kadar temizdir ki, henüz kirlenmemiş akciğerlerine ilk havayı soluduğu zaman, bu kirli dünyanın ilk darbesini yemenin acısıyladır ağlaması. O, dünya tarafından şekillendirilmeden önce, bir parça masumiyetin ve iyiliğin temsilcisidir. Doğduğunda, her şey ona yenidir; gökyüzü, yeryüzü, sesler, renkler ve kokular… Dünyaya bakışı hâlâ berrak, saf ve gerçeklerden uzaktır. O an, insanın temel insan olma, adem olma haline en yakın olduğu ânıdır. Dünyanın kötülükleriyle henüz karşılaşmamıştır. İşte bu saf hâldeki varoluşu, bir tür mucizedir.
Fakat zamanla, bu saf varoluş yaşam döngüsü içerisinde şekil almaya başlar. Aile, toplum, çevre ve ilişkiler, bebeği biçimlendiren etkenleri oluşturur. Her yaşadıkları, her gördükleri, öğrenmeleri ve öğrendikçe kapıldığı hisler, düşünceler ayrı birer iz bırakır. Dünyadaki kötülükler, bu temiz, saf ve masumiyeti zamanla tehdit eder. İnsan, kötülüğün farkına vardıkça, kendi içindeki iyiliği de sorgulamaya başlar. Bu, bir yönüyle kaçınılmaz bir süreçtir. Ancak bu süreç, insanın kendi varoluşunun anlamını da bulmasına yol açabilir. Bebeğin bu dünyaya gelişi, sadece bir varlık olarak yaşamaya değil, aynı zamanda içindeki saf olanı keşfetmeye de davettir.
Bebeğin büyümesi, dünyadaki kötülüklerle tanışması, ona bir seçim fırsatı sunar: Ya kötülükleri kabul edip bu dünyaya adapte olmak ya da temiz, saf kalarak, masumiyetini koruyarak yaşamak. İnsan, her an kötülükle savaşmak zorunda değildir. Aslında, kötülükleri yok etmenin yolu, onlarla barış içinde yaşamak, görmezden gelmek ya da daha da güçlü bir iyilikle karşı koymaktır. Bir bebeğin dünyaya gelişi, bu iyiliği arama ve kötülüğe karşı bir duruş sergileme fırsatıdır.
İyilik; bir bebek gibi masum kalabilmeyi bilmek, başkalarına karşı nazik, şefkatli ve sevgi dolu olabilmektir.
Dünyanın kötülüklerinden arınabilmenin yolu, aslında bu saf ve masum bakış açısını kaybetmeden yaşamaktır. Tıpkı bir bebeğin dünyaya ilk kez gözlerini açtığı an gibi her insanın içindeki saf olanı yeniden bulabilmesi gerekir. Bunu yapmak, insanın kendi varoluşunu anlaması, dünyadaki kötülüklere ve zorluklara rağmen, iyiliği bulma yoludur. Her insan, bebekken yaşadığı o saf hali bir nebze olsun hatırladığında, dünyadaki kötülüklerin gücü zayıflar. Çünkü gerçek arınma, insanın içindeki masumiyeti bulabilmesiyle mümkündür.
Bir bebek, dünyaya gelişinin getirdiği saf ve temiz başlangıçla, daha iyi bir dünya için yeni bir umut olur. Her yeni doğan bebek, dünyaya bir umut, yeni bir başlangıç, masumiyetin kaybolmadığına dair bir işarettir. Kötülükleri, ona inanan bir insanın içindeki iyiliğin ışığına dönüştürmek, belki de insanlığın en büyük mucizesidir.
Bir bebek gibi kalabilmeyi başarmış, yüreğindeki o mucizevi ışığı kaybetmemiş olanlara selam olsun.