Advert

Nihayetinde Bir Öykü / Ömer Kaya -2023 Truva Edebiyat Dergisi 6. Öykü Yarışması Mansiyon Ödülü

Yazan: Ömer Kaya -NİHAYETİNDE BİR ÖYKÜ / 2023 Truva Edebiyat Dergisi Geleneksel 6. Öykü Yarışması Mansiyon Ödülü

ÖYKÜ YARIŞMASI - 09-07-2023 22:45 1006 kez okundu.

Nihayetinde Bir Öykü / Ömer Kaya -2023 Truva Edebiyat Dergisi 6. Öykü Yarışması Mansiyon Ödülü
Advert

NİHAYETİNDE BİR ÖYKÜ / 2023 TRUVA EDEBİYAT DERGİSİ GELENEKSEL 6. ÖYKÜ YARIŞMASI MANSİYON ÖDÜLÜ

Samanyolu'na dikkat çekici ölçüde benzeyen bir galakside Güneş'e dikkat çekici ölçüde benzeyen bir yıldız var. Ve o yıldızın yakınındaki Dünya'ya dikkat çekici ölçüde benzeyen bir gezegende yaşayan biri tıpatıp size benziyor. Adeta tek yumurta ikizlerisiniz -üstelik yalnızca görünüşünüzle benzer değilsiniz- aynı anda bu hikâyeyi okumaktasınız ve tam bu satırdasınız...

Her zamanki gibi derin felsefi düşüncelerle boğuşan Ömer'in yaşadığı sokağa, “gündüz vakti kararan hava” siyah bir sis gibi çöktü.

Gökyüzü vahşi bir aslan gibi kükrüyor, yaklaşan fırtınayı haber veriyordu. Henüz akşam olmamasına rağmen neredeyse tüm evlerin ışıkları yanmaya başladı.

Ömer ışığı yakmadı. Koltukta oturup hareketsizce dışarıyı seyrediyordu. Sonunda şiddetli bir yağmur başladı. Her günü “katı bir rutine” hapsolmuş Ömer annesinin sesi ile irkildi: “Bu senin mi oğlum?”

Kadının elinde eski bir tişört vardı. Yüzündeki ifade şaşkın ve bir o kadar da anlamsızdı. Bu bir soru cümlesiydi fakat kadın sorudan çok bir durumu ifade ediyor gibiydi. Aniden çakan şimşek tüm evi aydınlatarak birbirlerine bakan iki silüete “arafta kalmış birer hayalet” görüntüsü verdi. Ömer repliğini ezberlemişti.

“Petek su sızdırıyor, bu yüzden altına tişörtü koydum suyu emsin diye.” dedi ve yerinden kalktı. Annesini yanaklarından sıcacık öptükten sonra elindeki tişörtü aldı. Ömer, yarın da aynı senaryoya hazırdı; yine aynı “neden” yine aynı “sonuç.” Gene aynı şarkı, gene aynı nakarat.

Tişörtü durması gerektiği yere bıraktı. Odadan çıkarken hemen bitişikteki diğer odanın kapısını araladı ve dört gündür orada olan düzeneği izledi. Bunu günün her saatinde yapıyordu neredeyse. Bu basit ve hareketsizce duran düzeneğin günün birinde “devinerek varoluş ereğini yerine getireceğini” biliyordu Ömer.

O gün, bu gün veya bir gün, önünde sonunda olacaktı; tıpkı hapşırık gibi, “Hapşu!”

Sonrasında “merhaba karanlık”, eski dostum. Termodinamiğin ikinci yasası “entropinin sürekli arttığını” söyler. Doğada her şey “minimum enerji düzeyine yerleşmeye” çalışır. Bu ilke öylesine tutarlıdır ki; masanın kenarında duran bir yumurta yere düşer ve kırılır, süt ile kahve kolay karışır, ayrışmaları güçtür. Taradığımız saçlarımız zamanla dağılacaktır. Kitaplığımız tozlanır ve yıpranır. Oturduğumuz binalar eskir, bedenlerimiz yaşlanır, beyin hücrelerimiz ölür.

“Beni tuvalete götür.” diye seslendi annesi.
Ömer, kadının elinden tuttu ve klozete oturttu.  “Neden kimse gelmedi?” diye sordu.
Yüz ifadesi üzgündü.
“Babanın öldüğünü duymadılar mı?”

Babası öleli on üç yıl olmuştu ama annesi için bu ölüm, “günbegün”, “an be an” yeniden yaşıyordu. Ömer buna da “diğerlerine olduğu gibi” alışmıştı. Bu yüzden annesinin “zihin örüntüsüne” uyumlu bir şekilde karşılık verdi. “Haber veririm anne!” dedi. “Merak etme sen.”

Ömer yapacağı eylemin birçok duyarlı insan tarafından “bencillik” olarak görüleceğinin bilincindeydi. Günün sonunda “kazanan taraf” belli olurdu.

Odaya geçtiler. Gökyüzü hafiften aydınlanmaya başlamıştı ama yağmur hız kesmeden devam ediyordu. Kadın sessizce ağlarken sesli ve hıçkıra hıçkıra ağlama evresine geçti. Ajitasyon evreleri gün içinde sık sık cereyan ederdi ve hastalığın “semptomlarından” biriydi. Böyle anlarda Ömer kadına sarılır, başını evlat şefkatiyle okşar ve sıklıkla kendi gözleri de dolardı. 
Hatta bazen o da ağlardı...

Annesinin “başrolde” olduğu senaryolarda, Ömer hayatın bir “trajedi” olduğunu kesinliyordu. 
“Bu gün hangi gün?” diye sordu annesi, bu sırada başörtüsünü açmış saçlarıyla oynuyordu. Ömer onu izlerken “bir zamanlar ne kadar hayat dolu ve dinamik olduğunu” düşledi. "Cuma anne!" dedi.

Hangi günü söylerse söylesin bu kelime yalnızca üç dakika içinde kadının kafasından uçup gidecekti. Giderek küçülen beyni geri dönüşü olmayan bir yola sapmıştı. Zihninde gün, ay ve yıl kavramlarının bile “anlamsal karşılığı” bulunmuyordu. Hem o, hem değil. Başka biri gibi... Hüzün verici, absürt ve yaralayıcıydı…

Annesinin saçlarını güzelce taradı Ömer. Bu esnada kadının sevdiği şarkılardan birini söyledi. Tamamen ağarmış saçların kokusunu çekti içine.

Annesi; “Yatır beni oğlum.” diye mırıldandı. Ömer önce kadının ilaçlarını verdi, sonra elinden tutarak yatağa uzanmasını sağladı. Gözünden akan yaşlar kadının yüzüne damladı.
“Niye ağlıyorsun oğlum?” 
“Yok bir şey anne”

Odadan çıkmak üzereyken tekrar döndü ve annesine bir kez daha sarılarak öptü. Bu dönüş Ömer'in bir şeylere karar verdiğinin işaretiydi. Bu kez kararlı bir şekilde odayı terk etti ve diğer odaya girdi. Bulutların kara gölgesi sokağı terk etmiş, hava iyice aydınlanmıştı. Kuşlar pencerenin önünde cıvıldaşırken dışarıdan mis gibi toprak kokusu geliyordu. 
“Yaşamak için” güzel bir gündü doğrusu...

Hareketsizce odanın ortasında duruyordu Ömer. Gözleri tavandan sarkan ipteydi. Heyecanlıydı ve korkmadığı söylenemezdi. Babasının; ölürken, yok olmadan hemen önce, beyninde kalan son bilinç kırıntılarıyla neler düşünüp neler hissettiğini merak etmişti hep. Adamcağız o son anda dehşete kapılmış mıydı? Çok korkmuş muydu? Üşümüş müydü? Ya da tüm bu sevimsiz duygu durumlarının aksine huzura mı kavuşmuştu?..
Bu soruların cevabını az sonra alacaktı Ömer, belki de hiç...

Birkaç kez eliyle ipi yokladı, evirdi, çevirdi, çekti. Camın önündeki kuşlardan biri kafasını çevirmiş onu izliyordu sanki. Tanrıtanımaz Ömer, kumrunun bu “insani” tavrı karşısında garip bir şekilde büyülendi. Bu korelasyonu neredeyse tanrı tarafından organize edilmiş kutsal bir gösteriye yoracaktı ki kuşların aniden havalanması “büyünün bozulmasına” neden oldu.

Önündeki tabureye adımını atan Ömer ipi bir kez daha kontrol etti. Başladığı noktaya, duvardaki kancaya baktı. Öylece bekledi. Ufak bir “kararsızlık”, bir “vazgeçme” hezeyanı yokladı zihnini. Beyninin en alt, en ilkel bölümü yaşama içgüdüsünü devreye sokmuştu. Ömer buna karşı tüm gücüyle, mantığın temsili olan “frontal loblarıyla” direndi. Kararından dönmeyecekti. Ama annesine bir kez daha bakma arzusuna karşı gelemedi. Odadan çıktı ve sessizce yatak odasının kapısını açtı. Annesi öyle güzel uyuyordu ki horlamaya bile başlamıştı. Onu izlerken olası geleceğini düşündü. Muhtemelen kızları onu burada bulacaklar ve bakımını üstleneceklerdi.

En kötü ihtimalle huzurevinde geçirecekti yaşamının son bölümünü. Ömer annesine sarılmak onu bir kez daha öpmek ve koklamak istedi ama bu dürtüden hemen vazgeçti. Onu uyandırmamalıydı. Gözündeki yaşlarla yavaşça kapattı kapıyı ve odasına geçti. Tabureye çıktı, ipi boynuna geçirdi, son bir “can nefesi” bile almadan kendini bıraktı. 
Son bir “düşüncesi” bile olmadı...

Bu hikâyenin yazıldığı gezegene trilyonlarca ışık yılı uzakta, tüm devinim ve fenomenleriyle tıpatıp aynı olan bir gezegende bana birebir benzeyen bir hikâye yazarı tıpatıp aynı karakter özelliklerine sahip olan Ömer'in hikâyesinin sonunda küçük bir değişiklik yapmıştı. Ömer kendini asmaktan vazgeçerek annesinin yanına, yatağa giriyor, onu kokluyor ve öpüyordu.

Başka uzak gezegende işler biraz daha tuhaf, olağandışı ve fantastik cereyan etmekteydi. Ömer tabureye çıkıyor, boynunu ipe geçiyor ve vücudunu bırakıyordu. Daha ilk saniyelerde pişmanlık ve dehşet tüm bedeni ile zihnini bir “anka kuşunun devasa kanatları” gibi sarıyor, can havliyle çırpınırken ipin asılı olduğu kanca yerinden çıkıyordu. Uzun zamandır intiharı düşünen ve bu uğurda oldukça gözünü karartmış bir adam olmasına rağmen kurtulduğu için mutluluk duymaktan kendini alamıyor, ipi boynundan çıkarıp kurtulduğuna seviniyordu.

Başka bir evrende ise intihar girişiminden önce kendisini izleyen kuş tekrar pencereye geliyordu. Kuş tekrar baksa bu olaydan dini bir refleks çıkarabilirdi Mete, ama öyle olmuyordu. Kuş ne olanları ne de odadaki adamı umursamadan biraz ötüyor ve güneşli havaya doğru süzülüyordu. Mete'nin (Bu evrende karakterin ismi değişmişti.) içinde peyda olan ilk istek hemen annesini yoklamak, ona doya doya sarılmak oluyor, hisleri garip ve anlaşılmaz bir şekilde “rahatlatıcı” bir hal alıyordu. Bu evrende temel fizik yasaları biraz değişikti sanki... Mete bu duyguyu bütünüyle tarif edemiyordu fakat tüm kelime dağarcığını yokladığında en yakın şekliyle şöyle ifade edebilirdi:

“Evrene format atıldı ve yeniden doğdum sanki.”
 Öyküsünü bitirdi. 
 "Nihayetinde bir öykü" dedi, diğerlerine çok da benzemeyen Ali adında bir yazar.

Editör: Hamit Gözümoğlu 

Advert
Neler Söylendi?
DİĞER HABERLER
Rüya Gibi / Ümmügülsüm Hasyıldırım

Rüya Gibi / Ümmügülsüm Hasyıldırım

24-04-2024 - ÖYKÜ YARIŞMASI

Truva Edebiyat Dergisi 2024 Öykü Yarışması Ödül Gecesi Yapıldı

Truva Edebiyat Dergisi 2024 Öykü Yarışması Ödül Gecesi Yapıldı

24-04-2024 - ÖYKÜ YARIŞMASI