Advert

Nereye Koyduysak Oradadır

Yazan: Usame Yördem - NEREYE KOYDUYSAK Oradadır - Truva Edebiyat Dergisi 5. Öykü Yarışmasında ikinci Olan Öykü.

ÖYKÜ YARIŞMASI - 18-08-2022 14:02 792 kez okundu.

Nereye Koyduysak Oradadır
Advert

NEREYE KOYDUYSAK ORADADIR

“Okşadın biletini bir daha

Hesapladın 

Yılın bitmesine iki bin üç yüz yirmi sekiz saat vardı

Antep'e dört saat.

Özgürlüğe kaç saat vardı acaba?

Atlar yağmur tohumu gibi saçılmıştı ufka.”

ÜLKÜ TAMER

Vardığımızda çoktuk. Annemle ben. Ve dayım ve eşi (yenge de denilebilir) ve çocukları. Ve teyzem ve eşi (belki de enişte) ve çocukları. Kesilmiş bir kurban hatırıyla dikildik. Kapıda yan yana. Ayakkabılar gibi girdik içeri. Yan yana, üst üste, özensizce.

İyi bayramlarımız oldu, ağzımızda. İçimizde patlak bir mevsimin merhabası. Kapı ağzında, ellerimizde şekerlemeler. Terliydi ellerimiz, buruş buruş. Döndüğümüzde -içimize mi birbirimize mi- karşılaşıyorduk, bir göz odaya girmeye meyilli. 

Ayaklarımızda son derman, ellerimiz bitik. Kestiğimiz neydi? Umut mu? Kurban mı? Küskünlük mü? Kestiğimiz neydi? 

Dedemin burkuk bıyıkları, avurtlarında gerilim. Tokatlanıp sarılıyoruz, birbirimize sanırım. Ellerimde buruşmuş eller, mor ve buruş. Katlanmayan gömlek gibi. Ütülenmiş ve giyilmiş belki de. İnsan gibi. Katlansa da kırışık kalmış gibi. Dedemin yüzünde telaş, ellerinde titreyiş. Sarıldığım yerleri sivriliyor tenimde. Dinlediğim ilk bahanenin karşılığı; nedense bunu düşünüyorum, dedemin eli alnımdayken. Dudaklarımda tuzlu tat, kokunun yankısı da var. 

Sıralı bayramlaşma sonra. Üzerimde vitrindeki çocuğun kıyafetleri. Onun gibi durmuyor ama üzerimde. Daha kiloluydu o, daha güzeldi onun üstünde. Bense cılız, içinde kayboluyorum. Hayat gibi, içinde...

Gülüyorum, dedem yüzümde geziniyor. Dudaklarında kavis, sarkılmaya müsait torbalarla büyüyorum, onun gözlerinde. “Ne olacaksın?” diyor. Bir şeyler, demek istiyorum.

Bir şeyler demek gerek, biliyorum. Ağzımda geveleme. Geniş bir geviş getirme hali belki de. “Duymuştum gerçi, deli doktoruydu doğru,” diyor. Psikolojiyi kastediyor, bozmadım. Gülüyordum, uzattım; gülüşümü. Ya da dendiği gibi; sürgünümü. 

Bir hikâye sonra, kendi aksanıyla barışık. Dedem göbekli, şekeri var bir de. Tatlıdan kaçınıyor, hamurdan ve pilavdan. Sene 80 diyor, ben yokum, babam 10’unda. Kar var, kış ve kıyamet; buraları bastırıyor. Kar çok, birkaç metre yüksek, derin ve büyük. Siyabend’i düşündük o an, hepimizin aklında o. Aynı anda, aynı şeyi mi düşündük? Evet. Ondan mı buluşmaktan kaçtı gözlerimiz? Evet. Sustuk, içerideki tek ses bir cızırtı. Fırından yükselen koku, ayrıca. Buzdolabı bozuk, ses oradan; içlenmeler sonra. Cık cık ediyoruz işte. Yazık oldu, hepimizin ortak inadı bu. Hepimizin ortak tiradı. Burun çekiyoruz sırasıyla. Dedem, ben, annem, teyzem, dedem, dayım, dedem, ben, annem, dedem, dedem, dedem...

Duruyoruz, nefes alacağız ya, duruyoruz. Sırasıyla yutkunuyoruz, gırtlak gırtlak.

Siyabend’i alan afeti ansıdık. Sözde doğal, katiyen yalan, inanmadık. Altında kaldığı karın hikayesi. Bir başka hikayesi. Dünyanın karnına uzanmışız, ağrıları bundan. Durduk, biraz mola, teneffüs belki. Suni ve teneffüs.

Sonra bir ses, dedemin ağzından. Ortamı dağıtıp toparlıyor, ne kadar da gür! “Sene 80, yol açıyoruz o sıra,” diyor. Aklımda bir kepçe, karlı yollarda, darbe zamanı. Dedem taze bıyıklı ve yağız, yine kocaman. Yakışık bir şeylere gebe zaman işte. İşçi bir de o sıralar dedem, kara yollarında. Aklaşan yolları karartmakta usta. 

Israrcı bir uğultu geziniyor odada. “Baktım biri,” diyor dedem. Biz dağılsak da o orada, aynı yerde. Dönüp hikâyeye yerleşiyoruz. Aynı yerlerimize oturuyoruz. Cebimizde yarım bilet, okşuyoruz. Uzatıyoruz sonra, duyularımızla. Duyumsadığımız anda yeşeriyor dedem. “Biri,” diyor. “Yolda kalmış, bana bakıyor.” Düşündüm, karın ortasında, biri...

Vay be diyorum, Siyabend’i düşünüyorum yine. Burunda bir direk varmış, o an inandım. Bir şeyler sızladı, bir ağrı sonra. Sustum, camdan baktım. En uzağa baktım. Varamadım, yoruldum, döndüm.

“Benzini bitmiş adamın,” diyor dedem halen. Halen anlatmaya ısrarlı, benzini merak ettim, atmış mıdır?

“Araca benzin verdim,” diyor. “Adamda yabancılık, yabani değil ama.” Duruyor “yine de ecnebi dili,” diyor dedem. “Başkaca, anlamadım,” diye de ekliyor. İşaret etti adam, “anladım,” dedim ona. Dedem de zeki, annem gibi. “Benzini verdim, gitti, el pençeymiş adam,” öyle diyor dedem.

Yüzünde bir uzaklık. Aynı odada olsak da dedem burada değildi. Bir yere gitmiş de dönecekmiş gibi, öyle durdu. Bir hırıltı sonra, mutfaktan gelen koku artıyor. Pişen etlerin kokusu, içinde bayramın tortusu. Anneme dönüyorum, yine mi et der gibi. Anlıyor, dizime bir çimdik atıyor. Kesip fukaraya dağıtsak ya dedim diye, küs. Geçen seneden beri, bayramları barışık ama. Kendimize kesiyormuşuz gibi geliyordu. Yine öyle, koku soğanlı, hiç de sevmem oysa.

Dedem öksürdü, beni dinleyin der gibi. Odaya baktım, herkes dalgın. Ellerde telefon, üstümüzde bir ağırlık. Aynı suskunlukta birleştik, biliyordum. Yine de bitsin diye, döndük. Dedemden yana baktık, bıkkınlığı gizlercesine. “Sonra,” diyor dedem. “Bir gün işim çıktı, başka yere gittim,” diyor. Ecnebi memleketi güya orası da. Öyle anlatıyor bize. Varmış da oraya adres sormuş. Bakmış adam, dedeme bakmış, tanımış. Dedeme “tanımadın mı?” demiş. “Yok,” demiş dedem. “Ben o adamım,” demiş adam. “Nereden tanımış?” diye sordu enişte. Bir yerinde müdahil olmak mecburi gibi. Bana sorsalar yaranma çabası. “Benimden,” diyor dedem. Çenesinde bir şey büyüdü sanki. Simsiyah durdu yüzü, çenesinde kara beni.

Sonra içerinden seslenişler. Mutfaktan. Gittiğimde elime bir sini. Bir yer sofrası. Kuruyorum. Yemekleri taşıdım. Sofra doldukça oturdular. Önce dedem, eniştem sonra. Babam, köşeye büzüldü. Yanına annem. Annemin yanında teyzem. Kadınlar kapıya yakın. Bir an önce çıkarılmak için olsa gerek. Ya da gidip gelsinler diye. Üzüldüm. Annemi sofranın üst tarafına oturtmak istedim. Yüzüme bakmadı. Etlere baktım ben de. Fukara mıydık, diye düşündüm. Babam tedirgin ve gözlüklü. Güneşte parlayan çerçevelerle görüyor güya. Bana sorsalar, palavra. Ama yine de yediler, tıka basa. 

Kadınlar tarafında hareket. Bitmese de yemekleri, ayaklandılar. Tabaklar birer birer... Dolu gelen tabaklar... Birer birer... Boş dönüyordu şimdi, üst üste veya iç içe.

Sonra çay için mutfaktan seslenişler. Tilkinin kasidesi hatırlatıldı: Demiş ki, keşke küçük çocuk olmasam. Ya da küçük kardeş. Nasılsa aynı. Belki de değil.

Selma’yı düşündüm, tek çocuktu, aynı sıradaydık. Kendimi tanıtmaya ondan başlardım. Aklıma geldi, gülümsedim.

Eşlik etti dedem, gülümsedi. Dişinde et parçası, ben gibi. Kara bir diş gibiydi, söylemedim. “Ne olacaksın?” dedi. Yine. Güldü. “Deli doktoru,” dedi. “Ehe,” dedim. Zorundaymışım gibi.

Sonra meyveler geldi. Tabak kenarlarında meyve bıçakları. Biri düştü, ayağıma. Dikine inse de yatay saplandı. Acımadı ama yüzümü buruşturdum. Elma soydu annem, tabağa bıraktı. Ye demedi, yemedim. Babamın çerçeveleri buğulu. Uykusu gelince böyle oluyordu hep. Enişte, üç defa esnedi. Dedem kanepeye dayanmış, uyukluyor. Yerde oturuyoruz biz, annemle. Gerisi kanepede. Birkaçı mutfakta, su şırıltısı geliyor. Çocukların gürültülerine hiç dikkat etmedim. Sanki yoklarmış gibi geldi bir an.

Kalktık sonra. Annem, babamı aradı. Yan odadan. Başkası aramış gibi davrandı babam. “Hemen geliyoruz,” dedi. “Kim?” diye sordular. “Misafir,” dedi babam. Oysa saate baktım o an. 12’ye geliyordu. Babamı düşündüm, atamadığı yalanını belki de.

Bir anda kalktık. Tabaklar yerde. Sözde zengin kalkışı, ağzımda et tadı. Fukara mıyız biz? Babama sorsam asla, der. Annem, ezelden beri böyle, diyerek eskimekte. Boğazımda bir balgam, boğulacak gibiyim. Kapıya yettiriyor sesini dedem: deli doktoru!

Güldüm, güldük. Kapıda bitmeyen konuşmalar sonra. Komşulara özel dedikodular gibi. Baba evine özel babalar belki. Sıkıldığımız ayak üstlerinden biri bu da. El ele vererek çıkıyoruz, ardımızda kokunun yankısı. Duvarlara çarparak indik merdivenlerden.

Ağlıyorum, ayaklarımda ağrı. Annem katılıyor bana. Enişteler arabaya atlayıp gidiyorlar. Hava soğumuş ve akşam. Taksi numarası arıyor babam, telefonda. Küçük ekranda isimler... Bekliyoruz, kapının önünde. Babam hep ertelemeli tarife. Anneme kalsa, hep böyleydi bu adam. Babam yani. Babamın akıl etmediği şeylere akıl veriyor annem. Neymiş, bekleyemezmişiz. Hasta olurmuşuz. Bunca yıldır, bir araba neden alınmıyormuş? Babamın yüzünde aynı sivrilik. Beraber mezarlığa gittiğimiz günkü gibi. Neden beraber gittiysek...

Çalışıyordu babam. İyi bir işte olmasa da iyi bir şey olsun diye. İyi bir şeyler yapmaya çalışıyordu babam. Anneme yaranmak için belki de. Yaranmadı, yaralandı. Yara onandı sonra, kırmızı bir Toyota kapıda. Yere yakın kaput, eski kasa. Kel şoför, klasik muhabbetler: Nereye? Şuraya.

Vardığımızda en son babam iner, yine aynı. Her şoförle ahbap gibi. Tanışık gibi, oysa değil eminim. Pazarlık önce, sonra gözlüklerinde buğu. Ortasını bulmak ister gibi. Yolculukların mı, yaşamın mı? Sorsam, ne alakası var, der. Sormadım.

Merdivenlerden çıkıyoruz, annem üçerli. Babam ikişer, ben teker. Küçük ayaklarım olduğundan değil. Acele etmediğimden. Merdivenlere de bir yerde inandığımdan. Annem varıyor ilk. Ardından babam kapıda. Yarımşar adımla çıkıyorum bu kez. Beni bekliyorlar, anahtar cebimde. Bana verdilerdi diye, yavaş çıkıyorum işte. Babamın sesi, apartman boşluğunda. En üst kattan aşağı indi ses. Yankılı ve duvarlı. Bana ulaştı, aynı şiddetle. İçinde ismim: Sahirrrrrrrr!

Sonra evdeyiz, telefon geliyor. Ağlamaklı ton. Kriz başlıyor, baygın bir anne kollarımda. Dedeme misafir bir kriz. Kalbine üstelik. Bir nesne gibi, bir eşya gibi o söz; hepimizin ağzında pelesenk işte: kaybettik! Bulurduk, nereye koyduk ki?

Aynı yüzlerle bir arada yeniden. Bu kez kabristanda. Bir yerin yerlisi gibi. Öyle bahsediyoruz ya. Kabristan… Varıyoruz işte, eniştenin arabasındayız. Annemle ben. Ve dayım ve eşi (yenge de denilebilir) ve çocukları. Ve teyzem ve eşi (belki de enişte) ve çocukları. Babam sonradan geliyor. Babam hep sonradan geliyor. Babalar, hep sonradan geliyormuş meğer. 

Son defa toplandık, dede evinde. Dedemsiz. Eşyaları toparlamak için bu defa. Ağlayarak kutulara doldurduk her şeyi. Nesne gibi anıları. Bıçak gibi sivri ve tehlikeli anıları. Yüzümde aynı gülümsemenin izi. Söylemedim kimseye. Ama dedemi duyuyordum geceleri. Ne olacağımı halen merak ediyor. Delirdiğimi söylüyorum. Gülüyor. Neye güldüğünü bilmiyorum. Kutuların içine yerleşiyoruz sırasıyla. Her birimize ait nesneler yerleşiyor. Ya sonrası? Ne olduğunu bilmediğim sonrası. Nereye gittiğini bilmediğim sonrası.

Birer ağırlık olarak ağırladık birbirimizi; bu anılar, artık, her birimizin eskisi… Dedemi düşündüm. Nerede olduğunu. Nereye konduğunu. Buruk bir gülümseme doldu yüzüme. 

Uzun süre susarak anlaştık. Susarak konuştuk. Birbirimizle. Sanki konuşacak yegâne konuyu yitirmiş gibi. Uzun süreli ilişkilerin sonu gelmiş gibi. Bıçağın sırtında yürümüş gibi. Kanadık. İnanmadık da. Böyle oluyormuş, başları. Sonra? Geçmiyormuş. Alışkın bir kuduruk oluyormuş insan. Dağıldığımız evin ardından, dağılmışız. Bir arada tutan neydi? Neredesin dede? Hangi cümlenin sonuna konur bu acı, bir nokta diye?

Advert
Neler Söylendi?
DİĞER HABERLER
Rüya Gibi / Ümmügülsüm Hasyıldırım

Rüya Gibi / Ümmügülsüm Hasyıldırım

24-04-2024 - ÖYKÜ YARIŞMASI

Truva Edebiyat Dergisi 2024 Öykü Yarışması Ödül Gecesi Yapıldı

Truva Edebiyat Dergisi 2024 Öykü Yarışması Ödül Gecesi Yapıldı

24-04-2024 - ÖYKÜ YARIŞMASI