Advert

Kozalak

Yazan:Mustafa Serter - KOZALAK - Truva Edebiyat Dergisi 5. Öykü Yarışmasına katılan öykü-

ÖYKÜ YARIŞMASI - 28-06-2022 14:03 453 kez okundu.

Kozalak
Advert

KOZALAK

Güneş ışınları odasının penceresinden içeriye sızmış, tül perdenin aralığından kavruk yüzünü okşuyordu. Göz kapaklarını yavaşça kaldırdı. Az önce gördüğü rüyanın etkisinden kurtulamamış, ince dudaklarına masum bir gülücük yerleşmişti. Rüyasında uçuyor, bembeyaz pamuk gibi bulutların üzerinde geziniyor, kuşbakışı baktığı karınca yığınını andıran insan kalabalıklarının komik hâllerine gülüyordu. On iki yaşındaki Nuri, ilk kez böyle güzel bir rüya görmüştü. Heyecanla yatağından fırladı. İki yana açtığı oklava kalınlığındaki ince kollarını kuş kanadı gibi çırpıyor, odanın içinde dört dönüyordu. Rüyasına kaldığı yerden çocuk aklıyla devam ediyordu. Aylardan ekim, günlerden pazardı.

Aceleyle bir yere yetişmenin verdiği telaşla üzerini giyindi. Yüzünü yıkayıp evden çıktı. Tek katlı, etrafı çitle çevrili, bitişiğinde ahır, önünde domates, salatalık ekili küçük bahçesi olan ve ilkokul öğrencilerinin çizdikleri kırmızı kiremitli, tek bacalı resimlerindeki şirin ev, üç kişilik çekirdek ailenin yuvasıydı. Ahırın hemen yanında kümes vardı. Ses çıkarmadan, ayak parmaklarının ucuna basarak ağır adımlarla kümese yaklaştı Nuri. Tahtadan ve tel örgülü küçük kapısını açtığı kümesin içinde gıdaklayan tavuklara, parmağını dudağına götürerek sus işareti yaptı. Göz ucuyla evden çıkan olup olmadığına bakıyor, eliyle de saman yığınının içinde yumurta arıyordu. Tedirgin bir halde başını bir sağa bir sola çeviriyordu. Minik avcuyla iki sarı yumurtayı kavradı. Güneş yanığı suratına hınzır, kurnazca bir gülümseme yayıldı. Birbirine tokuşturarak kırdığı yumurtaları kafasına dikerek bir çırpıda içti. Bu sırada ahırdaki eşek anırmaya başladı.

“Aha! Yakalandık!” dedi, yumurta kabuklarını kenara rastgele atarken.

Anası elinde sarı süpürgeyle kapıda belirmiş, büktüğü beline diğer elini koymuş, eşikliği süpürüyordu. Yavaşça belini doğrultan kadın, oğlu Nuri ile göz göze geldi.

“Seni gidi hırsız! Demek yumurtaları çalan sendin!” diye bağıran kadın elindeki süpürgeyi, ardına bakmadan kaçan Nuri’nin arkasından fırlattı.

Olanca gücüyle koşan Nuri, anasının çemkirmesini duyuyor, şimdiye kadar ailesinden habersizce yediği yumurtaların muhasebesini yapıyordu. Anlından boncuk boncuk biriken terleri, elinin tersiyle siliyor, yumurta içtikten sonra tutan hıçkırık yine başlıyor, bu kez de kendi tuhaf haline gülüyordu. Durmadan koşarak köyün meydanına gelmiş, arkadaşlarıyla sözleştiği randevuyu kaçırmamıştı. Köyün meydanında gürül gürül akan çeşmeden avcuna doldurup yüzüne çarptığı soğuk suyla ferahlıyor, hıçkırığını bol bol su içerek durdurmaya uğraşıyordu.

“Yeter be Nuri! Çeşmeyi kuruttun ulan. Bize de bırak!” diyen arkadaşlarına aldırmayan Nuri, ağzını dayadığı ince borudan kana kana su içiyor, içinin yangınını söndürüyordu.

Güneş ile gri bulutlar arasındaki üstünlük savaşı değişiyordu. Gri bulutlarla parça parça bölünen gökyüzünde bazen güneş açıyor, bazen de sinsi bir bulut kümesi güneşin önünü örtüyordu. Çocuklar, gazozuna bahse girdikleri futbol maçına oynamaya hazırlanıyorlardı. Onar kişiden iki takım kurmuşlar, Nuri de kaleye geçmişti. Karşılıklı iki büyük taştan ibaret olan koruduğu kalesine gelen topları hıçkırarak çıkarıyor, arkadaşlarının ıslıklı tezahüratlarıyla içi içine sığmıyor, kendine güveni artıyordu. Hakem tayin ettikleri, kendilerinden beş yaş büyük Bekir’in ilkyarıyı sonlandıran ve yanaklarını şişirip şişirip öttürdüğü ıslıkla, Nuri’nin babasının yularından tutarak meydana girdiği eşeğin anırma sesi kesişmiş, birbirine karışmıştı. Eşeğin anırması, suratı kıpkırmızı kesilen Bekir’in ıslığını bastırmış, bu duruma gülen çocuklar, yeni hakemlerinin Nuri’nin eşeği olduğunu söylemişti. Aynı heyecan Nuri’de yoktu. Arkadaşlarının attığı kahkahaya eşlik edemiyor, asık suratı, çatık kaşıyla babasına bakıyordu.

“Haydi düş önüme!” dedi babası, burnunun ucuyla yolu göstermiş, sesi sinirli bir tonda çıkmıştı.
Babası ile Nuri her yıl köyün tepesindeki çamlığa kozalak toplamaya gidiyordu. Nuri’nin babası ve birkaç köylü dışında başka hiç kimse kozalak toplamaya gelmiyor, oldukça yorucu olan bu işlemi gereksiz görüyorlardı. Nuri’nin inşaat ameleliği yapan babasına göre bu işlem ek gelir sağlıyor, oysa saf köylüler bunu anlamıyordu. Anlamamaları da işine geliyor, ne kadar çok kozalak toplarsa, o kadar fazla para kazanıyordu. Başı eğik, boynu bükük, saygıyla babasının yanına yaklaşan Nuri, eşeğin yularını eline almıştı. Kuyruğunu sallayan, kulaklarını ani hareketlerle çeviren eşek, asık suratıyla Nuri ve sinirli babası, toprak yolda yavaşça ilerliyorlardı. Nuri ara sıra hıçkırıyor, babası arkasını dönüp omzunun üstünden bakıyor, oğlan da eliyle ağzını kapatarak nefesini tutuyor ve anasının şahit olduğu yumurta hırsızlığının affını nasıl dileyeceğini kafasında kuruyordu. Elinde taşıdığı, ucuna bağ testeresi bağlı upuzun sopasını sertçe yere vurarak toz kaldıran babası, anlaşılmayan bir sesle türkü mırıldanıyordu. Çamlığa gelmişlerdi. Çamların reçine ve sararmış otların kokusunu ciğerlerine çeken Nuri kendinden geçiyor, bu kekremsi koku hoşuna gidiyordu. Eşeği büyükçe bir çalının dalına bağlayan Nuri, babasından komut beklemeden işe koyuldu. Babası sopayla alt dallardaki kozalakları yere düşürürken, Nuri de maymun çevikliğiyle çam ağaçlarına tırmanıyor, üst dallardaki kozalakları tek hamlede aşağıya atıyordu. Güneş tam tepedeydi, öğleye kadar çalışmışlar, üç çuval dolusu kozalak toplamışlardı. Yarım ekmeğin içine koydukları şekerli yoğurdu, termostaki çayla yiyerek karınlarını doyurdular. Babası çuvalları kaldırarak el yordamıyla tartıyor, yeterli gelmediğini düşünüyor ve daha fazla kozalak toplamak istiyordu. Ağaçların alt dallarındaki kozalakların çoğu toplanmıştı.

“Siz uyuyun! Biz çalışalım!” dedi babası, yönünü köye çevirmiş, bulduğu altın madenini kimseye kaptırmamanın ve bütün ganimeti toplayıp götürmenin açgözlülüğüyle köy sakinlerine sesleniyordu.

Oğluyla konuşmuyordu ama Nuri kendini affettirmek için ne gerekiyorsa yapmaya hazırdı. Yorulduğunu belli etmiyor, babasının gözlerinin içine bakıyordu.

“Daha çok daha çok! Yetmez! Bu ne ki?” diyordu babası, içini kaplayan hırsla.
Bir ağaçtan diğerine dalları yardımıyla geçen Nuri, kozalaklara odaklanmış bir iç güdüyle ağaçlara saldırıyordu. Nuri kozalakları yere attıkça, babası aynı nakaratı tekrarlıyordu.
“Daha çok! Daha çok! Bu yetmez!”

Tırmandığı ağacın en ucuna çıkmıştı Nuri. Ağaca tüneyen kuş sürüsünün huzurunu bozmuş, kuşlar birlik halinde havalanmış, geniş bir yay çizerek uçup gitmişti. Dalın ucundaki kozalağa vücudunu gererek uzandı, bastığı dal çatırdayarak kırıldı. Boşlukta süzülen Nuri, rüyasındaki gibi uçuyordu ama bu kez kanat çırpamıyordu. Uzun dalların arasında savruluyor, bedenine müthiş bir ağrı giriyor, çarptığı dallar canını yakıyordu. Dallara çarpa çarpa düşen Nuri, aşağıda bekleyen babasının ayaklarının ucuna boylu boyunca yığılıp kaldı. Dudağının kenarından sarımsı, beyaz bir sıvı sızıyordu.

“Baba, baba! Daldın gittin yine uzaklara!” dedi, her sabah odasının penceresinden sızarak yüzünü şefkatle okşayan tabiat mucizesinin adını verdiği kızı Güneş. Küçük yaşta çam ağacından düşerek sağ bacağı kırılan ve sakat kalan Nuri, sevgiyle gülümsedi. Güneş’in omuzlarına dökülen bal sarısı saçlarını şefkatle okşayan Nuri, kızının hediyesi dekoratif süs eşyası olarak kullanılan beyaz, sarı ve kırmızı renklere boyanmış kenarları simli çam kozalaklarına hüzünle bakıyordu.

Haberin Videosu : Truva Edebiyat Dergisi 5. Öykü Yarışması sonuçları ve Jüri değerlendirmesi Truva Edebiyat Dergisi

Advert
Neler Söylendi?
DİĞER HABERLER
Rüya Gibi / Ümmügülsüm Hasyıldırım

Rüya Gibi / Ümmügülsüm Hasyıldırım

24-04-2024 - ÖYKÜ YARIŞMASI

Truva Edebiyat Dergisi 2024 Öykü Yarışması Ödül Gecesi Yapıldı

Truva Edebiyat Dergisi 2024 Öykü Yarışması Ödül Gecesi Yapıldı

24-04-2024 - ÖYKÜ YARIŞMASI