Advert

Kent ve Portreler -3 / Orhan Sarı

Yazan: Orhan Sarı -KENT ve PORTRELER /3

ANI - 10-01-2024 20:59 314 kez okundu.

Kent ve Portreler -3 / Orhan Sarı
Advert

KENT ve PORTRELER /3

Kime dokunsam, kaçırılmış fırsatlar hikayesi dinliyorum.

Yaşamın fırsat postacısı; hemen herkesin kapısının tokmağını, iki kez tıklatmıştır. Uzun avluyu koşup, dış kapıyı açıp gönderiyi elinize  alırsanız; mutlusunuz. Postacının gideceği o kadar çok adres, ulaştıracağı o kadar gönderi vardır ki, duralamak onu başarısızlaştırır. O yüzden, kapıya erişimde gecikirseniz ya da adresinizde yoksanız, gönderiyle buluşmanız tesadüfleşir. Muhtemelen, postacı dış kapının üstünden içeriye fırlatmıştır veya kapı aralığına kıstırıp geçmiştir. Artık, kiremite takılan, kapı aralığına kıstırılan betiğiniz; hırçın poyraz rüzgarına,  kavurucu güneşe,  aralıksız yağan kış yağmuruna,  komşunun yaramaz oğlunun nedensiz davranışlarına maruz kalmış demektir.

Benim yaşadığım coğrafyada ve dönemde, posta kutulu evler asri evlerde vardı ve sayıları da çok azdı…

Öyle, elektrikli görüntülü diyafonlar da yoktu. Elektriğin kendisi de, yaşamımıza geç girdi. Kaçırılmış fırsatlar hikayesinin öykünmeleri genelde hep aynıdır; “Ah beni kimler istemedi ki !…”,  “Ahh ben de okuyacaktım ama mahallenin oğlanları izin vermedi !...”, “Ahh buralar sudan ucuzdu, param da vardı, akılsız kafam almadı !...” vs vs. uzar gider.

Yüzümüzdeki derin çizgilere, çukurlaşan göz çanağımıza yerleşir. Bizi, yaşlı kılan da budur.

Dokun ve dinle… Sabredip dinlerseniz, samimiyetinizi karşı tarafa geçirirseniz koygun tadında ve mücevher değerinde anılara ulaşırsınız. Her biri bir roman…

Benim kayda değer kaçırılmış fırsatlarım çok oluşmadı. Olsa olsa, talep edip de başaramadıklarım var. Ama hayatın paradoksunda, benim de duvarımda olan; ’Senin bana erken/ Benim sana geç kalmışlığım” elbette var. Bu başka bir sey. Arz ve talebin aynı fazda buluşamaması… Bir de, kolarımdan kayan. avuçlarımla tutamadığım aşklarım var. Terk edilmişliklerim de var. Şikayetim yok. Hüzün beni imbikten geçirdi. Damıttı. Daha rafine kıldı. Yüreğimi örsle çekiç arasında döverek çeliğe dönüştürdü. Ne var ki, üstümü başımı sonbahar kıldı. Bu yüzdendir ki, Fuzulice, Haşimce, Necatice Velice, Dranasca şiirler yazma ısrarım. Bunları; “yeşil gözlerini ufkuma ger ki / bahar geldi…’’ modunda yazmıyorum. Kendime de iyi gelir diye yazıyorum. Yaşam terapisi... Kendine geri besleme… İyi ki varlar… İyi ki yaşamıma dokunmuşlar...

Yüksek lisansta; “Karar” diye bir ders okuttular. Yönetim Bilimci Bernard’a göre, yönetimin kalbi “karar”dır. Bütün başarı ve başarısızlığımız, bu sözcükte saklı. Danışmalı karar, beyin fırtınası, hızlı karar, sibernetik karar vs… Problem tanımı, problemin değişkenlerini saptama, operasyonel karar alma, problemin çözülmesine yönelik model kurma gibi alt başlıklar var… Bütün bunların etkisinden olsa gerek duygusal yenilgilerimin rağmına iktisadi konularda hep rasyonel kararlar aldım. Postacı ne zaman kapımı çalsa, oyalanmadan kapıya yetişip bana ait evrağa ulaştım… Mütevazi davranmayacağım. Başarılı oldum. Faizle işim olmadı. Tüketici kredisi kullanmadım. Kartlarıma hiç gecikme faizi  ödemedim. Hiç temerrüte uğramadım. Cezaevindeki mahkumun  sabrı, ötelemediğim tasarruf, doğru ve hızlı karar, bastırılmış tüketim vs vs…  Her an bitebileceğini düşündüğüm kamusal görev. Ek-iş…

Tabii, kurt bir şekilde kışı geçirirmiş ama zemheride yediği ayazı da unutmazmış. Bu, bir dahaki kışa daha sık bir tüy hazırlığı, daha yağlı bir deri altı dokusu hazırlama demektir. Bana ait olmayan  bir coğrafyada, tüm kartların limitleri dolmuş halde sabahın 4’ünde elimdeki son 20 TL ile arkadaşım Manisa’da Edebiyat Öğretmeni Ateş Hanım’ın cenazesine gidememe; Öğretmenevi Müdürü dostum Ersin Bey’in cenaze ve düğünlerine katılamama hüznünü yaşadım. O günden beri Ateş Hanım’ın beyi ile karşılaşmaktan kaçındım…

İyilik yaptıklarımın hasadını, iyilik yapan tarafından yapılmasını uygun bulmadığım için bunlardan söz etmeyeceğim. Ama iyiliği dokunanları yazmak boynumun borcu…

İlkokul öğretmenim Ayla Parmaksızoğlu’nu yazdım. Her şeyden önce yüksek lisansta bana Numune Hastanesi karşısındaki dairesinin uzun demir anahtarını vererek ortam hazırlayan Behzat Akbaş’a teşekkür etmek isterim. Meşin topun sahibi olduğu halde, mahalle futbol takımında oynatmamanın utancı bana artar da yeter.  Hakkımdaki “öğretmen olamaz” kararı nedeniyle, TRT’ye atayalım önerisinin kamu yönetimindeki karşılığını bilmediğim için reddedip öğretmenlik ısrarımı yerine getiren dönemin milletvekilleri Hasan Zengin ve Hasan Ali Dağlı’dan da söz etmeyeceğim. Köprübaşı Lisesi’nde öğretmenken gıyabımda beni müdür yapan ama kabullenmediğim için sistemden eden Gördes Milletvekili Yahya Uslu’dan da söz etmeyeceğim.   Danışmanı ile beraber okuduğumuzdan tanıdığım, dönemin Meclis İdare Amiri olan Kamer Genç’in kırtasiye katkılarını, siyaseti seçkinler işi olmaktan çıkarıp olan biteni yanında tutarak gözlememizi sağlayan ve Kastamonu’dan Manisa Milli Eğitim Müdürlüğü’ne atanmama referans olan dönemin Meclis İdare Amiri Cengiz Üretmen’i, müfettişlik yazılı sınavında 10 bin kişi içerisinde birçok kişiyle birlikte 13. olarak kazanmanın yetmeyeceği gerçeğini bildiğim için mülakatta desteğini hissettiğim ve bakanlıktan izin alamadığımdan bitirmeme riskinde, MEB’in antetli kağıdına; “yanımda çalışmaktadır” yazıp tez yazma fırsatı yaratan yöre milletvekili Tevfik Diker’i; İlçe Başkanı iken, ön seçime girip seçilecek sıraya giren gecenin ikisinde arayıp; “Hocam, hazırlan. Ankara’ya gidiyoruz!” diyen ama kontenjan nedeniyle alt sıraya inip seçilemeyen İbrahim Öztürk’ü anmak boynumun borcu.

Öğretmenlikte sıkıştığımda, bana ellerini uzatan ismi de, kayda almak isterim. Akhisar İtfaiyenin orada makamı vardı. Yanılmıyorsam Ziraat Odası. Annemin galiba hanımı ile Kayacık Köyü’nden akrabalığı var diye biliyorum. İki kez mahcup edalarla istekte bulundum. Yanılmıyorsam, ilkokul mezunu. Akhisar Tütün Üreticileri Sendikası (ETÜS) Başkan Yardımcılığı yapıp, döneminde etkili bir tütün mitingi düzenlemesinde karınca kararınca rol almış ve defalarca tütün üretim maliyetleri, artık değeri üzerine hesap yapmışlığıma rağmen, TV konuşmalarını izlediğimde yetersizliğimi hissettiğim, akademik düzeyde bilgili Abdullah Akboğa’yı unutamam. Öne doğru uzayan bir çene yapısı derine kaçmış gözleri. yanık bir teni vardı. Beni dinler.

Düşünürken makam koltuğunda geriye doğru kaykılır.  Bir yana doğru evrilir. Uzun uzun bekler. Sen o tepkisiz geçen sürede; “Eyvah, reddedildim galiba” endişesini onlarca kez yaşarsın. İTamam git. Hallederim. Annene selam söyle” ile görüşme sonlanırdı. Bir kez gittiğimde Cumhurbaşkanı S. Demirel ile yaptığı telefon konuşmasına tanık oldum. Duyabildiğim kısmı şu; ‘’Basından, Ankara’da olup olmadığımı öğren. Köşke gel. Randevu almana gerek yok.’’ Bugün bu gücü eline geçiren birinin zaptedilemeyen bir erki; nasıl kullanacağını düşünsenize.

Müthiş mütevaziydi. Ama, asıl bendeki karizması; beni hiç eleştirmeyip, azarlamadan, örselemeden, tek söz etmeden salt düşünerek yapması…

Bu davranış zenginliğini hiç unutamadım… Küçücük yetkilerimizi, karşımızdaki insana ne kadar vahşi kullandığımızı düşünün bir kez… Anısına saygıyla…

***

- Kent ve Portreler /1 okumak için tıklayınız

- Kent ve Portreler /2 okumak için tıklayınız

Advert
Neler Söylendi?
DİĞER HABERLER
Unutulmaz Anılar / Nevin Bahtışen

Unutulmaz Anılar / Nevin Bahtışen

06-05-2024 - ANI

Sarılarda Çocukluk Yıllarım / Mehmet Küçük

Sarılarda Çocukluk Yıllarım / Mehmet Küçük

06-05-2024 - ANI