Advert

Kent ve Portreler -2 / Orhan Sarı

Yazan: Orhan Sarı -KENT ve PORTRELER  /2 

ANI - 09-01-2024 17:17 355 kez okundu.

Kent ve Portreler -2 / Orhan Sarı
Advert

KENT ve PORTRELER  /2

Bizim nesil, oyuncaksız büyüdüğü kadar sosyal güvenliksiz de büyüdü.

Çocukluğumda üç ilaç (aspirin, opon, gripin) tanıdım. Bir de, ispirtolu havlu, kupa tutma, terletme üç etkili tedavi yöntemiydi. Bütün bunlar; “nazar değmiş” denilerek okumalı, üflemeli dualar eşliğinde gerçekleştirilirdi.

Hasta olduğunuzda sıradanlığınız biter; ailenin özen gösterilen bireyi olduğunu hissedersiniz. İlk kez, size sorulur; “Ne istiyorsun?” diye. Çocukluğumun en erişilmez meyvesi muzdu. Onu tercih ederdim.

Dişlerimi, berberler uyuşturmadan çekti. Antibiyotik, ağrı kesici yoktu. Kolonyalı pamuk ısırtılırdı. Bunları övüyor değilim. Tespit olsun diye söylüyorum. Koca şehirde, çat kapı erişilebilir iki doktor hafızamda kalmış. Belki de vardı. Yaşamıma girmemiş…

Belediye Doktoru, bir de Hükümet Doktoru… Sanırım adı Arif Bey’di. Bir iki eczane vardı. Eczanelerin laboratuvar bölümleri bulunurdu.  İlaçları kendileri yaptıklarından, elinize geçmesi zaman alırdı. Saygınlıkları da  vardı.

100 yıllık Cumhuriyetin bence iki büyük başarısı var. Genişletilmiş bir sosyal güvenlik ağı  ve erişilebilir Sağlık Sistemi ve Milli Eğitim Sistemi…

Hamurdandığınızı duyuyorum. Hadi ordan dediğinizi de… Argümanlarınızı da sıraladığınızı görüyorum. Randevu alınamıyor. Muayene süreleri çok kısa. Aşırı yığılma var. Uzman  hekim  yok. Katılım payı yüksek vs vs… Amenna! Aldım kabul ettim.

Biraz kamu yönetim sisteminin bir parçasında görev almışsanız bilirsiniz. Hiç sistem yoksa kurulum maliyeti (mevzuat, fiziki yapılar, insan kaynağını oluşturma, işleyiş basamaklarında akışı temin etme vs vs…) devasa bir iştir. Var olanı düzeltmek daha az maliyetli ve daha kolaydır. Yönetim değişir. Tercihler, öncelikler değişir. Düzelir. Karşılaştırmalı Eğitim dersi alanlar bilir. Alman Eğitim Sistemi iş eğitimi, meslek kazandırma, alt uzmanlık becerileri edindirme üzerine inşa edilmiştir.  O yüzden Alman kömürü, çeliği, mühendisliği; iki büyük savaşın yenilmesine rağmen bugünkü Alman gelişmişliği bugünde ihtişamıyla ayaktadır.

Eğitim Yönetimi Uzmanı olarak bu konuda tez hazırlamış ve konferansları olan biri olarak  söylüyorum, eğer Köy Enstitüleri’nin kapatılması biraz daha gecikebilseydi  (sağlıkçı, ziraatçı, okuma - yazma eğitmeni, güzel sanatlar donanımlı) insan kaynağı ile Cumhuriyet kırsal kalkınmayı tamamlayacaktı. Bir de, Köy Enstitülerini Alman Eğitim Sisteminin iş eğitimi ve meslek edindirme karakterine dönüştürebilseydik, Türk Sanayi Devrimi’nde insan kaynakları sorunu yaşanmayacaktı. Başarılamadı. Kısmen başka modellerle başarıldı. Japon Eğitim Sisteminin en önemli öğretim basamağı okul öncesidir. O yüzden sadık, sadakati yüksek, sabırlı, disiplinli japon mucizesi vardır.  Kaldırımı çıkamayan yavru ördekleri bırakıp kaldırımı geçebilen yavru ördeklerle  yola devam eden  anne ördek davranışı manidardır. Savaşa rağmen ayakta kalışları, depremle alışık yaşamlarının temelinde bu vardır.   Amerikan Eğitim sistemi kitle merkezli değildir. Stratejik  insan gücüyle ilgilenir. Keman çalan da, basketbol oynayan da, fizikçide vs. önemlidir. Yetenekliler bursludur. Şimdi anlamış olmalısınız bizim sporcuların niye sınıfları zar zor geçişini.  Müzikçi, ingilizceci vs yorar.

Öğretmenler Kurulu’nda hep bu orijinli münakaşalar yapılarak oylamaya geçilirdi. Okulun 1 beden eğitimi öğretmeni, 8 matematikçiye yenilirdi. Öğretmenler Kurulu Kararı ile ders geçemezdi. Yetenekli öğrencinin odağı bozulur, hedefi çatallaşır… Ben sporcu, resimci. müzikçi temel dersler almasın demiyorum. Ama bunlarda başarı olmazsa olmaza çevrilmesi hatalı…

Akhisar Lisesi’nde öğretmenliğimin ilk yılıydı. Canım simit istediğinde, okulun köşesindeki gazete bayinin yanında Necati’yi gördüm. Sonrada okulda okuduğunu fark ettim. öğrendim. Necati, sabah beşte kalkıyor, simit fırınına gidiyor, tablasına simitleri diziyor, saat sekiz buçuğa doğru tablasını karşıdaki Adıgüzel Kıraathanesi’ne bırakıyor, derse giriyordu. Çakır gözlü, muhtemelen göçmen bir çocuktu. Çilleri vardı ve çopul yüzlüydü. Narin vücudu dayanamadığından, derste uyuyordu.

Takriben 100 öğretmenli kurullar.. İnsani ezen bir niceliği var. Jüri önünde müvekkilini savunma zorluğu gibi bir şey. Bir de, seni okutan öğretmenlerin sen de yarattığı ağır bir hiyerarşi iklimi var. Saygıda kusur da etmek istemiyorsun. Oylama yapıldı. derste uyukluyor dendi. Sınıfta bırakılma kararına dayanamadım haddimi de aşarak, nezaketi de öteleyerek itiraz ettim. Necati’nin hikayesi bu. Nasıl sınıfta bırakırsınız dedim. Geçti. Umarım karaya vurmuş bir deniz yıldızını, sürüklendiği kumdan alıp denize atmışımdır. Bu konuyu öksüz, okul çağını geçirmiş yaşta koyun otlatırken pikniğe gelen öğretmenlerin su ihtiyacını karşılayınca gelişen diyologla, yatılı okula yerleştirilen Gazi Üniversitesi Eğitim Yönetimi Lisans ve Yüksek Lisans öğretmenim, bölüm başkanı Yahya Kemal  Kaya’nın profesörlük tezindeki bir saptamayla -anısına saygıyla-  bitirmek isterim. Harp-İş Sendikası’nın KİGEM (Kamu İşletmelerini Geliştirme Merkezi)’inde Mümtaz Soysallı konferanslarını hala özlerim. Hocam ben yüksek lisansa hazırlanacağım hangi kaynaklarla hazırlanmalıyım dediğimde; masasından kalkmadan, yüzüme de bakmadan, hep öyle dersiniz ama hazırlanmazsınız  diyerek  önüme fırlatıp attığı  15-20 kaynak kitap listesinden de gelen mahcubiyetim var.

Der ki: ‘’Türk Milli Eğitim Sistemi kendisine ayrılan kaynaklar oranında nicelik olarak başarılı; nitelik olarak başarısızdır.’’

2021-2022 yılı Milli Eğitim Bakanlığı Örgün Eğitim İstatistiklerine göre: 19 milyon 157 bin 571 öğrencimiz var. Bunun 6 milyon 950 bini 184.566 öğretim görevlisi ile üniversitelerde. 1 milyon 139 bin 673 öğretmenimiz var… Bu bir çok ülke nüfusundan çok...

İlginizi de çekmeyen, hoşunuza da gitmeyen, ağır bir makale yazdığımı farkındayım.

Geriye doğru baktığımda; Akhisar Endüstri Meslek Lisesi öğretmenliğimde, müdürlüğümü yapan İlyas Öztürk’e bir kaç cümle yazmam boynumun borcu. Diyaloğum yok. Nedenini bilmiyorum. Yaş farkı veya bir masada özelimizi paylaşmamaktan da olabilir.

Müdürlüğünü yaptığı kurumda  açığa alınmak, gözaltına alınmak gibi dönemin serüvenleri ile ona kurumsal mahcubiyet yaşattım. Tıyatrolar koydum. Törenlerde  görevim oldu. Hep yapıcıydı. Üstüme basarak yükselebileceği siyasal davranışlarda ve idareci portresinde olmadı. Bu önemli bir meziyettir.

Kahramanmaraş olayları nedeniyle boykot olmuştu. Boykot bir yana bır de kendimizi üniversite senatosu sanarak bildiri yayınlayıp imzaladık. Ulusal basına da çıktı. Jandarma, okula geldi. Tek sıra yaptı. Nezaretleri eşliğinde kaymakamlığa  çıkarıldık. Önceden hazırlanmış tebligatları imzaladık. Açığa alınmıştık.  Elektrik öğretmeni Arif Keçecioğlu’nun gözlerindeki şimdi ne olacağız endişesinin büyüttüğü gözbebeklerini bugün bile hatırlıyorum.

İnsan top oynar. Her topa vuran bilir ki, bu meşin yuvarlak bir cam kırar. Bu teorik olarak böyle… Ama attığınız şutun komşunun camını kırdığında, yüksek tonda ‘’şangır!’’ sesi duyulduğunda teorik bilginiz geçersizleşir. Gerçekle yüzleşmek başkadır. Öfkeyi sönümleyeceksiniz. Cam taktırma yükümlülüğünüzü tasarlayacaksınız. Maliyet analizi yapacaksınız. Bizim bildiri de, böyle bir şey. Benden daha iyi şiir yazan benden daha iyi divan edebiyatı beyit  bilgisine sahip meslek dersi öğretmeni Mehmet Aktaş ile de, o günlere uzanan hal hatır sorma düzeyli iletişimi de, saygın bulurum. Dönemin meslek örgütünden, yıllarca ödenen aidat yanında; “eylem fonu” denilen bir ödemeyi de yapmış biri olarak;  aylar süren açığa alınma işlemimde 1 kuruş yardım almayışımı da hayatın kendisinden alınan pahalı bir öğrenme olarak notlarıma aldım. Hiç unutmadım.

Asıl beni etkileyen ilkin, Akhisar Ortaokulu Müdürü daha sonra Soma’da Şube Müdürü Mesut Kemerli’dir. Muazzam bir mevzuat bilgisi vardı. Her birimiz, imzalayarak hızla  kendimizden uzaklaştırdığımız, samanlı kağıda basıldığından da sevimli durmayan Tebliğler Dergisi’nde sürekli yayınlanan yönetmelikler, onun hafızasında hep canlı ve tazeydi. Müfettiş olunca da anladım;  4 bin sayfalık bir mevzuatın ne menem bir şey olduğunu…

Önü, görevde yükselme açısından, yeterince açılmamış iyi bir briç oyuncusu olarak hatırlıyorum. Hiç siyasal bir değerlendirmesine tanık olmadım. Bunu da müfettişlik başvurusunda;  son beş yıllık sicilim istendiğinde fark ettim. Müdür olduğumda, Akhisar’da okul müdürleri toplantısı yapmıştım. Lise müdürü de vardı. Oruç tutmadığı için öğrenci azarlayan; aynı bakkaldan alışveriş ettiğimizden, ramazanda şarap aldığını da  gördüğüm biriydi.

“Müdürüm” dedim; “Ben, ildeki 10 bin öğretmene sicil dolduruyorum. Bunu da sicil yönetmeliğinin amir hükümlerine göre yapıyorum. Öğretmenin işe dönük başarısını yazıyorum. Sen, bana siyasal davranış yazıyorsun.”

Sicili de uzatarak azarladım. Böyle insanların yönetiminde, böylesi günlerden geçerek bugünlere geldi, güzelim ülkem!

Mesut Kemerli, risk alarak seçme sınıflar yapardı. Liseden ve lise öğrenci yaş grubuna öğretmenlikten gelmiştim. Ortaokul müfredatından haberim yoktu. O yaş grubu öğrenciye de, sınıfta öğrenme iklimi oluşturmada zorlandım. Bocaladım. Dilbilgisinde iyi değildim. Seçme sınıflarda Türkçe dersine Ayşe Ertane girerdi. Onu kıskandım. Tahir Nejat Gencan’ın Dilbilgisi kitabını 3 kez okudum not alarak.  Ayşe ile rekabet edebilmek için kendimi geliştirdim. Seçme sınıflarda derse girdim. Bu duygumu da, Bornova’da karşılaştığımızda yüzüne söyledim. Yükten kurtuldum.

Ali Koç Bey vardı. Çok başarılı tiyatro koyan Türkçe öğretmeni. İzin istedim. derslerini izledim. O sıralar 10 yıllık öğretmendim. Tren - lokomotif ilişkisi ile özne-yüklem-tümleç  anlattığını gözlemledim. Somutlaştırmayı  ben de kullandım.

Akhisar’da öğretmenlik yaşamımda, ölümüyle derin teessür bırakan Fevzi Celepçi’dir. İnsan sosyal bir ortamda yaşar. ilişkiler, doğal olarak hep vardır. Ama özelini de masaya bıraktığı dost sayısı, biri ikiyi geçmez. Hem da kişisel maceram vardı. Çeşme’ye Yavuz ve M. Patır’la birlikte 3 kişiyi taşımıştım. Ticari birlikteliklerde en zor olan dostluğu sürdürmektir. İşin kendine ait bir dokusu vardır, temposu vardır. Fevzi ile bunları aştık. Akhisar’a her gelişimde Fatma’nın otoriter yapısını öteleyip buluşurduk. Hep aynı konuları ayrı bir tazelikle konuşurduk. Yokluğunda bir yanımı kaybetmiş gibi hissettim. Halen Fevzi’yi  konuşma cesaretim olmadığı için Fatma’dan kaçarım. Elimde değil. Fuat Ulu gibi…Canan’a taziyeye gidecek, öz güvenim, cesaretim yok.

Ama bana; “Akhisar Öğretmen Hareketi’nin en iyi 100 metre koşucusu kimdir?” deseniz, şu 3 ismi sayarım:  Selami Yetil (sakin ama kararlı güç), Veli Doğan (yazım hatalarına rağmen sözcüklerin büyüsüyle geç de olsa buluşan), Ramazan Tekin (bitmez sinerji). Bunlarla da, aram çok da iyi değildir. Ama görebildiğim gerçeklerin bana yansıyan öznellikle; ahir ömrümün bana yüklediği sorumlulukla; kayda geçirmek; doğrultu tutarlılığı gereği boynumun borcu.

Mademki kenti, kentin insanlarını, kent sosyolojisini yazıyorsak bundan kaçamam.

Kalın sağlıcakla…

***

- Kent ve Portreler /1 okumak için tıklayınız 

Advert
Neler Söylendi?
DİĞER HABERLER
Unutulmaz Anılar / Nevin Bahtışen

Unutulmaz Anılar / Nevin Bahtışen

06-05-2024 - ANI

Sarılarda Çocukluk Yıllarım / Mehmet Küçük

Sarılarda Çocukluk Yıllarım / Mehmet Küçük

06-05-2024 - ANI